Click here to read the article in English / Haberin İngilizcesi için buraya tıklayın.
"Yaş 70 ama iş bitmemiş". Bu başlık Sözcü gazetesinde 26 Mart 2014 günü atılmış.
Medyanın ayrımcı dilinin tipik örneklerinden biri bu haber. Konu Nebahat Çehre'nin yoğun iş temposu. İlla haber yapılacaksa atılacak on çeşit başlık varken, bu ayrımcı klişe kullanılmış. "Her şeyden önce cinsiyetçi bir ifade. 'İş bitmemiş" iması Nebahat Çehre'nin 'yaşına rağmen çirkinleşmediği' anlamını içeriyor. Bu başlık özünde 'Normal şartlar altında 70 yaşında iş biter' anlamını taşıyor."
Yukarıdaki tırnak içindeki bölüm "Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu"ndaki bu haberdeki sorun nedir bölümünden benim yaptığım özet.
Kitabın üzerinde Mahmut Çınar, Yonca Poyraz Doğan, Tayfun Ertan, Barış Soydan ve Rana Şenol'un imzası var. Medyanın ayrımcı dilini örneklerle tespit edip, bunlar üzerinden ne yapmalı, ne yapmamalı şeklinde ilerleyen ve bir habercilik kılavuzu ve de küçük bir sözlük oluşturan çalışma hakkında Mahmut Çınar ile konuştuk.
Proje fikri nasıl doğdu?
2014'te Hrant Dink Vakfı'dan "Medya'da Nefret Söylemi" adlı çalışmam yayınlandığında gazeteci Yonca Poyraz Doğan benimle bir röportaj yapmıştı. Daha sonra Medya Etik Platformu'nun bu konuda bir proje fikri olduğunu tam olarak sistematize edemediklerini söyledi. Benim onların anlattığı türde bir çalışma yapma fikrim vardı bir süredir. Fikirlerimizi karşılıklı konuştuk, anlaştık. Medya Etik Platformu'yla bu kılavuz projesini oluşturduk. Ardından Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Platformu bize destek verdi, Friedrich Naumann Stifung'un da sponsorluğuyla beraberce bu projeyi hayata geçirdik.
Kılavuzdan bir örnek |
Neden sorunlu? Neden "Erkek sürücü dehşeti" Nasıl olabilirdi? Haberde "kadın" vurgusu yapıldığında bunun genelde kadın- erkek eşitsizliğine katkı yaptığını, cinsiyetçi dile sebep olduğunu hatırlamak gerekir. "Kadın" ya da "kadınlar" diye atılacak başlıklarda bu sözcükler yerine "erkek" ya da "erkekler" yazar mıydık? Neden? Cinsiyet bilgilerinin habere nasıl bir katkısı var? Cinsiyet ayrımcılığı mı yapıyor yoksa habere değer mi katıyor? |
Nasıl bir çalışma biçimi yürüttünüz?
Akademik bir çalışma değil. Daha çok pratik rehber olduğunu söylemek lazım.
O zaman gazetecilere yönelik bir çalışma…
Birincil hedefimiz gazeteciler tabii ama iletişim fakültesi öğrencileri, akademisyenler ve konuyla ilgilenen herkes için olmasına çabaladık. Akademik bir çalışma olmadığı için çok sert bir yöntem uygulamadık. Ancak yine de Elimizde bir kupür birikimi olması gerekiyordu. O yüzden de 2014 Şubat, Mart ve Nisan aylarını belirledik ve altı gazete seçtik: Hürriyet, Sabah, Sözcü, Yeni Akit, Zaman ve Yeniçağ.
Bu gazeteleri hangi kriterlere göre belirlediniz?
Farklı kültürel ve ideolojik katmanları temsil edebiliyor olmalarına dikkat ettik. Çünkü biz ayrımcılığın medyanın sadece bir kısmında olmadığını biliyoruz; tüm medyaya sirayet ettiğini düşünüyoruz.
Ama farklı düzeylerde sirayet etmiş olmalı… Değil mi?
Tabii, öyle. Bizim zaten günledik dilimiz ayrımcı, artı habercilik pratiği ideolojinin hangi kanadında olursanız olun bir içimde bir etki var. Bu habercilik pratiği maalesef geçmişten günümüze bazı kalıpların ve ifadelerin yoğun kullanıldığı bir pratik. Bunun dışına çıkmaya çalışan medya oluşumlarında bile ayrımcı dille karşılaşabiliyoruz.
İkinci kriterimiz, nicelik idi. Yani farklı kültürel ve ideolojik katmanları temsil eden yeteri kadar okur sayısına ulaşıyor olmalarıydı.
Ve bu tür ayrımcı ifadelerin bu gazetelerde daha önce kullanılmış olduğunu bilmemizi sağlayan ön çalışmalar diğer kriterdi. Beş öğrenci arkadaşımız tarafından belirlenen gazeteler, belirlenen üç alık dilim içinde tarandı. Bir form hazırlamıştık. Formda belirlediğimiz yönergelerle kupürler seçildi, belgelendi.
Bunun dışında daha önce yapılmış çalışmalardan da yararlandık, yani bu üç ayda bu gazetelerde çıkan haberlerden beslenmedi. Mesela Hrant Dink Vakfı’nın yaptığı “Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi Projesi”; Sosyal Değişim Derneği’nin “Nefret Suçları Yasası İstiyorum Projesi”, Kadınların “Medya İzleme Dizini - MEDİZ”den yararlandık; tabii KAOS-GL gibi bu alanda çalışan sivil toplum örgütlerinin çalışmalarını da kullandık. Bunun yanı sıra akademik ve yarı akademik çalışmalardan da yararlandık.
Teorik çerçevenin üzerine haber örnekleriyle mi ilerlediniz?
"Bunu yap bunu yapma" söyleminin, gazetecilere yukarıdan didaktik bir biçimde yeniden yeniden anlatmanın; ayrımcı bir dil kullanma ya da insanların kişisel haklarına saldırma gibi çok temel etik ilkelerin tekrarlanması gerektiğini düşünmüyoruz. Hatta bazı temel etik ilkelerin koşullar gereği çok işe yaramadığını da görüyoruz. Türkiye'de bile çok sayıda bildirge, etik kod var; Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nden Basın Konseyi'ne, medya kuruluşlarının bizzat kendi yayın ilkelerine kadar birçok böyle etik ilkeler var. Bunlar maalesef her zaman işe yaramıyor.
Kılavuzdan bir örnek |
Neden sorunlu? Demokrasilerde gösteri özgürlüğü, anayasalarda korunan temel bir haktır. Alkol kullanım alanlarının genişletilmesi talebiyle yapılan gösteriyi örgütleyenleri "ayyaşbaşı" ve "komünist" olarak tanımlamak, demokratik bir hakkı kullananları ötekileştirmek, hatta düşmanlaştırmak anlamına gelir. Bu haberde yaşam tarzı düşmanlığı göze çarpıyor. Nasıl olabilirdi? En iyisi hiç olmamasıydı fakat eğer bu gösteriyle ilgili bir haber yapılacaksa da Kadıköy Moda sahilinde alkol kullanım alanlarının genişletilmesi talebiyle bir grubun gösteri yaptığını söylemek yeterli olurdu. |
İlkeleri yazmak lazım diye yazıyorlar ama uygulamada çok uyulmuyor mu?
Evet, medya kuruluşları bir tür sorumluluğu yerine getirmişçesine yazıyorlar bunları. Fakat sorun tabii aslında şu: Bunlar çok genel geçer ilkeler. Mesela haberde cinsiyetçilik yapma diyor. Ama neyin cinsiyetçilik olup olmadığını aslında gazeteci bir karar veriyor. Birçok gazeteci de yaptığı şeyi bu anlamda meşrulaştırabiliyor: Ben burada ayrımcılık yapmadım, kimsenin kişisel haklarına saldırıda bulunmadım diye kendini savunabiliyor. Türkiye medyasında böyle çok durum var.
Dünya'da var mı? Oralarda nasıl durum?
Dünyanın her yerinde aşağı yukarı durum aynı. Orada da iki ayrı neden var. Birincisi medyaya herhangi bir biçimde dokunmanın neredeyse imkansız olduğu ABD örneği var. ABD'de hakarete varan, saldırıya varan çok sayıda habere ve köşe yazısına rastlayabiliyoruz.
Bunu ifade özgürlüğü çerçevesinde mi yapıyorlar?
Kılavuzdan bir örnek |
Burada tek sorun başlığın hakaret içeriyor olması değil, bu hakaretin etnik kimlik ön plana çıkarılarak yapılmış olması. "Ermeni" kelimesiyle aslında tüm Ermenilere hakaret ediliyor. Bu ifadelere dikkat! Küstah Ermeni: Türk-Ermeni düşmanlığını pekiştiren, hakaret ve ayrımcılık içeren bir ifade... Etnik/dini kimliği öne çıkarmak etnik/dini ayrımcılık yapmaktır. Bunu bir de "küstah" sıfatıyla taçlandırmak, ayrımcı dilin de ötesinde, nefret söylemine girer. |
Evet, Anayasalarının 1. maddesi çerçevesinde ifade özgürlüğü altında değerlendiriliyor.
Avrupa'daysa durum biraz farklı. Orada yasal engeller, düzenlemeler yapılmaya çalışılmış. Fakat çoğu zaman bu yasal düzenlemelerin medya kuruluşlarına yönelmediğini görüyoruz. Yani medya kuruluşları orada da nefret söylemi üretiyor, orada da gündelik dilde ayrımcılık çok fazla. Biz akademik anlamda bu alanı Amerikalı, Avrupalı meslektaşlarımızdan öğrendik. Ayrımcılık, nefret söylemi ürettikleri için böyle bir alanda çalışma yaptılar doğal olarak. Bu akademik veya yarıakademik çalışmaların da çok büyük başarılar elde ettiğini söyleyemeyiz. Ha tabii ki temiz kalmayı belirli düzeyde başarmış medya kuruluşları var. Yayın ilkeleri, etik kodların kullanımı açısından sanırım BBC en iyi örnektir. Çünkü BBC dünyanın birçok yerinde birçok kez yapılanın aksine çok detaylı, vaka temelli bir yayın ilkesi belirlemeye çalışır. O nedenle BBC’nin yayın ilkeleri değişkendir, dönüşkendir; çünkü etiğin kendisi aslında kendi içinde bir dinamizm içerir. Durumlar karşısında tek tek durumları gözönüne alarak karar alman gerekir. Tabii ki büyük kriz zamanlarında; mesela Irak işgali sırasında BBC’nin de o güne kadar olumlu olan karnesine birçok eksi koymamız gerekti.
Tam da bunu soracaktım. Ayrımcı dile karşı bir mücadele yürütülüyor. Büyük ya da küçük adımlar atılarak bir yol alındığı söylenebilir. Ama kimi dönemlerde bir büyük kriz oluyor, birden her şey unutuluveriyor. Örneğin 7 Haziran sonrası medyanın dili birden değişti…
Saldırgan, düşmanlaştırıcı, nefret içeren söylemler kriz dönemlerinde ayyuka çıkar. Abartı ve bir artış görürüz. Meşhur örnektir, 24 Nisanlar öncesi ve sonrası Türkiye’de Ermenilerle ilgili olumsuz haber ve köşe yazılarında artış görülür. Ya da senin de dediğin gibi savaş dönemlerinde, milliyetçi hezeyan dönemlerinde bir gerici reaksiyon olarak medya bu tür nefret söylemi içeren, düşmanlaştırıcı ifadeleri genlerinde olduğu için yeniden ortaya çıkarır.
Çalışmaya dönelim. Tarama yaptığınız üç aylık dönemde karşınıza en çok hangi alan çıktı? Hangi alan en çok sorunlu?
Beklediğimiz üzere en çok cinsiyetçilikle karşılaştık. Kadına, kadın kimliğine yönelik olumsuz, aşağılayıcı ifadelerin ya da görmezden gelen ifadelerin olduğu haberler yoğunluktaydı. Bu şaşırtıcı değil. Şu cümleyi çok önemsiyorum ben: Genel olarak ayrımcılığın söylemsel temelinde bir erkeklik bulmak mümkün. Yani kadını her şekilde aşağılayan, kadını her durumda ikinci cins olarak gören, kadının eşitlik yolundaki mücadelesini olumsuzlayan söylemi diğer kategorilerde de kullanıldığını görüyoruz. Yani etnik kökene, dine, görünüşe ya da yaşa yönelik ayrımcılık yaparken de aslında eril dinden öğrenmiş olduğu kavramları kullanıyor insanlar. Aslında cinsiyet eşitsizliği tüm kategorilere sirayet ediyor. Bana sorarsanız en önemli kategori bu. Kadına yönelik cinsiyetçi haberler bu nedenle çok fazla. Etnik, dini, ayrımcılık, ırkçı söylemin çok olduğunu gördük. Türkiye’de ırkçılık yok denir. Hayır, var üstelik oldukça da fazla. Derinlere işlemiş bir biçimdedir. Uzun süre devlet politikası olarak vardır ve hala da öyledir. Milli marştan millet tanımına, yakın zamanda kaldırılan Andımız’dan siyasi söylemlere kadar her şeyde tektipleştirici, ırkçı ifadenin izlerini buluyoruz. Her milliyetçilik bir öteki barındırır, bir öteki barındırmayan milliyetçiliğin bir anlamı yoktur. Ontolojik bir gereklilik bu. İçerisinde hafif ya da ağır biçimde bir öteki barındıran; siyasi tezahüründe öteki barındıran her düşünce gizli ya da açık ırkçılık barındırır.
Kılavuzdan bir örnek |
Neden sorunlu? Telefon yoluyla tanıştığı kadınla evlenmek isteyen Haydar Ceyhan adlı vatandaş, kadının, kendisinden istediği 2 bin TL'yi alıp ortadan kaybolması üzerine şikâyetçi olmuş. Ancak başlığa baktığımızda, haberin konusuyla ilgisi olmayan, tipik bir yaş ayrımcılığı örneğiyle karşılaşıyoruz. "76'sında evlenmek istedi, dolandırıldı" başlığı, habere konu olan vatandaşın dolandırılmasının sebebinin 76 yaşında 'evlenmeye kalkması' olduğu imasını taşıyor. Nasıl olabilirdi? Haydar Ceyhan'ın yaşı haberde sadece bir bilgi olarak, "Haydar Ceyhan (76)" biçiminde yer almalıydı. Haberin genelinde, kişinin yaşıyla ilgili hiçbir bağlamın yer almadığına dikkat edilerek başlık, "Evlenmek istediği kişi tarafından dolandırıldı" biçiminde atılabilirdi. |
Peki, çalışmada eksik kaldı ya da yetirince üzerinde duramadığınız bir alan var mı?
Birçok görünür ayrımcılık kategorilerinde kupür bulmak, o alanlarda haber atlamak çok zor zaten. Görünür olmayan ayrımcılıklar var. Engellilere yönelik ayrımcılık mesela. Türkiye’de çok üzerinde durulmayan ama Batı’da yapılan bu tür çalışmalarda ana kategorilerden biri olan yaş ayrımcılığı var. Sınıfsal ayrımcılık var. Çok az üzerinde durulan zihinsel engellik var. Haberlerde kriminal bir vaka haberleştirilirken failin geçmişinde zihinsel bir problem yaşamış olması hemen bunun öne çıkarılması bir ayrımcılıktır. Bu alanlarda örnek az bulabildik. Bu olumlu bir şey olarak görülmesin; medyada temsil oranları düşük. Ve bu da bir ayrımcılıktır. Okuduğunuz bin haberden beşinde ya da altısında engellilerle ilgi bir içerik çıkıyor. Bu beş ya da altı haber arasında olumlu bir içerik ise neredeyse hiç yok. Bu ciddi bir yoksama ve görmezden gelmedir. Özel günlerde temsiliyetleri vardır. Oysa biliyoruz ki Türkiye engelli dostu bir ülke değil. Kamusal alan engellilerin yaşayabileceği şekilde düzenlenmediği için evde kalmak durumunda olan sayısal olarak ciddi bir kesimden bahsediyoruz. Neredeyse nüfusun yüzde 10’u engelli ama görünmez kılınmışlar. Medyada da temsilleri neredeyse hiç yok.
Yabancılara uygulanan ayrımcılığı biliyoruz. Son yıllarda Suriye iç savaşıyla birlikte artan göçmenler meselesi yeni bir durum yaratmış olabilir mi?
Tabii, kaçak göçmen ifadesi çok kullanılıyor. Bence yabancı düşmanlığının ötesine geçti. Bir insanın iltica etmek zorunda kalması onun yabancıdan da öte yeni bir kimliğe büründürülmesine neden oluyor. Son yıllarda Suriye'den gelen insanlara karşı uygulanan ırkçı ayrımın yanı sıra iktisadi eleştiri klişesi de var. İşte tipik "işi ucuza yapıyorlar işsiz kalıyoruz" cümlesi. Bunun içinde dini ayrımcılık da ilginç. Çünkü gelenlerin bir kısmı Türkmen, ama Suriyeli üstbaşlığıyla ayrıma uğruyor; oysa devlet eliyle on yıllardır işlenmiş bir soydaş söylemi vardır. Azerileri, Uygurları, uzak Aysa'daki türki unsurları kendinden sayma gibi bir kafa yapısından bahsediyorum. Bu meseleye böyle bakılınca artık ayrı bir kategori olarak değerlendirmek gerekiyor diye düşünüyorum.
Yaş ayrımcılığına dönelim. Bu da Türkiye için yeni bir alan.
Yaş ayrımcılığı denince aklımıza hemen yaş almış insan akla geliyor hemen. Yaş almış bireylere yapılan ayrımcılık geniş bir bölümünü tutuyor tabii. Ama genel olarak yaşı her ne olursa olsun, sırf yaşı nedeniyle bir bireye ayrımcılık yapılmasıdır tam tanım. Çocuk, genç, orta yaş, yaşlı bireylere bu yaşları nedeniyle kalıp yargılarla yaklaşılmasıdır. Daha ziyade yaş almış insanlar hedeftir.
“Bunak” denir. Bunun gibi mi?
Evet, günlük dilde çok rastlanan “ayağı çukurda”, “bunamış”, “huysuz ihtiyar” gibi stereotipiler vardır. Yaşlı çirkindir, yaşlılar öğrenemez, hatırlayamaz, işlevsizdir, topluma yüktür, kolay kandırılır-dolandırılır, yaşlıların cinsel yaşamı olmaz, olanlarda sapıktır gibi uzayıp giden bir önyargılar silsilesi. Türkiye nüfusu Batıya görece daha genç olduğu için bu alanda geç kalınmış bir farkındalık var. Batıda engelliler için olduğu gibi yaşlıların erişim sorunu üzerine kafa yoruluyor, sorunları çözülmeye çalışılıyor. Ama Türkiye’de bu bir sorun alanı olarak görülmüyor. Biz bu çalışmada bu alana da yer ayırdık.
Söyleşinin başında konuştuğumuz yere geldik belki, etik kodlar dinamik ve dönüşüme açık olmalı. Yaş ayrımcılığı yeni tartışma başlıkları doğurmuş oluyor. Buradan hareketle son bir soru. Bu çalışma etiğin tanımı dolayısıyla yinelenmeli ve yenilenmeli. Çalışmayı ne zaman tekrarlayacaksınız?
Kitapta bu sistematiği, yöntemi belirlerken Türkiye medyasında hangi kategoride hangi ayrımcı ifadelerle ve hangi yoğunlukta olacaklarını üç aşağı beş yukarı biliyorduk. Böyle baktığında şu haliyle kitabın içeriğinin iyi bir temsiliyet yakaladığını söyleyebiliriz. Fakat belirttiğin üzere etik dediğimiz şey durumlara göre uyarlanması gerekir, bu ilkelerin değiştiği anlamına gelmez. Düne kadar yaş ayrımcılığının konuşulmadığı Türkiye’de bugün bu alanı konuşuyoruz. Yarın yeni bir alan oluşturmak durumunda kalabiliriz ya da öyle örnekler çıkar ki artık burada andığımız ayrımcılık örnekleri masum hale gelebilir… Böyle bir durumda gözden geçirilir ya da çalışma yeniden yapılır. (HK)