İletişim eğitimi yıllardan beri hem akademisyenler, hem öğrenciler hem de basın çalışanları arasında sıklıkla gündeme gelen, genellikle de yaşanan olumsuzlukların bolca dile getirildiği, her daim güncel bir tartışma konusu olmakla birlikte, sorunlar ve çözüm önerileri noktasında alınmış ciddi bir mesafeden söz etmek mümkün değildir; yıllardır tartışıla gelen sorunlar hala güncelliğini korumakta, sorunun içinde yer alan tüm muhataplar bu durumdan birbirini sorumlu tutmaktadır.
Bu sorunların çoğalan iletişim fakülteleri ve artan öğrenci popülasyonu göz önüne getirildiğinde gün geçtikçe daha da çetrefilleştiği görülmektedir. Bu noktada taraflar arasında sağlıklı bir diyalog ortamı oluşabildiğini ya da hedefler konusunda bir uzlaşı iklimine ulaşabildiğini de söylemek oldukça güçtür. Öncelikle şunu belirtmekte yarar vardır.
İletişim fakültelerindeki eğitimin kalitesiyle ilgili problemler aslında yaşadığımız 'coğrafya'dan eğitime düşen payla ilgilidir. Bugün iletişim fakültelerinin karşı karşıya kaldığı sorunlar eğitime ayırdığımız bütçeyle, hükümet politikalarıyla, üniversite yerleştirme sınavıyla, YÖK'ün uygulamalarıyla, öğretim üyelerinin motivasyonları ve yaşadıkları ekonomik sıkıntılarla, liselerimizde verilen eğitimle vs. birçok bileşenin ortaklaşa sergilediği bir sonuca işaret eder. Bu bağlamda birazdan tartışacağımız sorunların pek çoğu diğer fakültelerde de -işletme, iktisat, sosyoloji, güzel sanatlar, vs- benzer şekillerde yaşanmaktadır.
Son rakamlara göre Türkiye'deki iletişim fakültelerinin (açılması kararlaştırılan fakülteler ile birlikte) sayısı 50'ye ulaşmıştır.
Açılan her yeni fakülte ile iletişim eğitimi tartışmaları biraz daha yoğunluk kazanmakta, fakülte yöneticilerinin 'artık yeni fakülte açılmasın' demeçlerine rağmen, ilgili ilgisiz pek çok üniversitenin bu alana yatırım yapmaya devam etmesi bu sorunu doruğa taşımaktadır. İletişim gibi, kent, üniversite ve fakülte üçgeninin son derece sağlıklı, altyapı gerekliliklerin yeterli olması gereken bir alanda, üniversitelerin bu denli cüretkar olması dikkat çekicidir. Çoğalan iletişim fakülteleriyle beraber, yakın zamanda mezun olacak öğrenci sayılarımız da her yıl on binlere ulaşacaktır.
"Fakülteler meslek öğretmez, öğretmemeli" gibi bir yargıyla eğitimi tanımlasak dahi, bu fakültelerden mezun olan gençlerin bir istihdam kaygıları olduğunu görmezden gelmek olası değildir. Fakülteler kendilerini nasıl tanımlarsa tanımlasınlar, içinde yaşadığımız rasyonalite gençlerin üniversite eğitimine bir iş olanağı olarak baktığı ve bu eğitimden "fayda" beklediği gerçeğini yadsımamıza izin vermemektedir. Bu bağlamda iletişim fakülteleri olarak, mezunlarımıza gerekli istihdamı sağlayamadığımız, pek çok mezunumuzun farklı sektörlerde kendilerini konumlandırmak zorunda kaldıkları bilinmektedir. Kısacası mezunlar için öncelikle mesleki donanım kazanma ve sektörde kendine yer bulabilme adına bu fakültelerin hayal kırıklığı yarattığı kesindir; aynı şekilde pek çok sektör çalışanın da iletişim fakültesi mezunlarını yeterli görmediği, hatta "iletişim fakülteleri kapansın" söyleminin oldukça fazla gazeteci tarafından paylaşıldığını görmek de okullu iletişimciler açısından hüzün vericidir.
Sorgulanması gereken en temel problem artan iletişim fakülteleriyle birlikte doğan öğretici ihtiyacının nasıl giderileceğidir. Öte yandan söz konusu sorunun kaynağına ulaşmak için tek bir noktada odaklanmak ve saldırgan bir tavırla suçlu aramak yerine, somut çözümler üretebilmek için özeleştirel bir yaklaşım tercih edilmelidir. Nitekim iletişim fakültelerinin yaşamakta olduğu bu sorun sadece fakültelerde verilen eğitimin niteliğiyle ilgili değildir.
Düşük puanlarla; çoğu zaman tesadüfî olarak bu fakültelere yerleşen öğrencilerin somut faydaya yönelik tutumları, sektörün salt kendi gerçekliği doğrultusunda beklentileri, teoriye yönelik olumsuz yargısı, staj eğitimlerinde bile üzerine düşen eğitici rolü yerine getiremeyen bu kurumların iletişim öğrencilerini dışlayıcı ve iletişim fakültelerini suçlayıcı tavrı çoğu zaman üzüm yemek değil bağcıyı dövmekten öteye gidememektedir. Elbette ki bu çok parçalı yapıda 'sorun'un çözümüne yönelik inisiyatifi eline alması ve kendi sorunlarının tespiti yapması gereken kurum öncelikle iletişim fakülteleridir.
Fakültelerimiz kendisinden kaynaklanmayan problemlere yönelik iyileştirmeler yapamasa da, en azından kendiyle ilgili problemlerin çözümü noktasında daha cesur adımlar atmalıdır. Bu bağlamda, bu çalışmada öncelikle iletişim fakülteleriyle ilgili temel tartışmalar ele alınacak, ardından içerik analizi yöntemiyle iletişim fakültelerinin web sitelerinden toparlanan güncel veriler doğrultusunda iletişim fakültelerinde yer alan akademisyenlere ilişkin ulaşılabilen veriler değerlendirilerek tartışılacaktır.
İletişim fakültelerinin kısa tarihi
İletişim fakültelerinin tarihi gelişimine göz attığımızda Türkiye'de, gazetecilik okulu açılması düşüncesini ilk ortaya atan kişinin Ahmet Rasim olduğu biliniyor.
Ahmet Rasim'in yaşadığı yıllarda gazetecilik okullarının daha yeni yeni açılmaya başlaması ve gazeteciliğin yeni bir bilim ve eğitim konusu olarak ortaya çıkması gazeteci Rasim'in dikkatinden kaçmamış ve gazetecilik okulu açılmasının gereğini şiddetle savunmuştur (Topuz 2003: 93).
1931 yılında çıkarılan basın yasası, gazete sahipleri, başyazarları ve genel yayın yönetmenlerinin lise veya yüksek okul mezunu olma zorunluluğunu getirince, İstanbul merkezli bir Gazetecilik Okulu'nun açılması yeniden gündeme gelmiş, fakat 1933 yılında bu yasanın iptaliyle birlikte bu proje bir süre daha gündem dışına itilmiştir. Ve nihayet 1948 yılında Fehmi Yayla, Türkiye'de ilk gazetecilik okulu olan İstanbul Özel Gazetecilik Okulu'nu açmıştır.
'İstanbul Özel Gazetecilik Okulu' üniversite düzeyinde bir eğitim kurumu olmamakla birlikte, Türkiye'de açılan ilk özel gazetecilik okulu olması bakımından tarihsel bir önem taşımaktadır. Matbuat alemine ve iş hayatına hazırlıklı eleman yetiştiren bir müessese olarak açılan okul, biri ortaokul üzerine 3 yıllık diğeri ise lise üzerine bir yıllık eğitim veren iki devreden oluşmaktadır. Okulun eğitimine 1963 yılında ara verilmiştir (İnuğur, 1988: 155-157).
Yine aynı yıllarda Gazetecilik Okulu'nun bir üniversite bünyesinde açılmasına yönelik faaliyetler de başlamıştır.
İstanbul Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sedat Simavi İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne bir mektup yazarak, bir gazetecilik okulunu açmanın gereğinden bahsetmiş ve "gazeteciliğe merak edecek namzetler için umum, malumatı arttıracak, hak duygusunu telin edecek, ona iktisadi, hukuki ve içtimai malumat verecek müessese ancak bir Gazetecilik Enstitüsü olabilir" demiştir.
Üniversite Senatosu Simavi'nin teklifini uygun bulmuş ve 1949 yılında aldığı bir kararla İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü kurulmuştur. Burada önemli olan nokta, Gazeteciler Cemiyeti'nin ülkemizdeki gazetecilik eğitiminin başlamasına öncülük etmesidir. Benzer bir durum Ankara'da da gerçekleşmiş ve Ankara Gazeteciler Cemiyeti üyelerinin çalışmasıyla Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne bağlı Basın Yayın Yüksek Okulu 1965-1966 öğretim yılında eğitime başlamıştır.
Üniversitelere bağlı enstitülerin dışında, 60'lı yılların ikinci yarısında üç özel gazetecilik okulu açılmıştır. Bu okullar, halen bu alanda eğitim veren fakültelerin de temelini oluşturmaktadır. İlk gazetecilik özel yüksek okulu, 1966 yılında kurulan İstanbul Özel Gazetecilik Yüksek Okulu'dur. Okul, 1963 yılında faaliyetlerine son veren İstanbul Özel Gazetecilik Okulu'nun devamı olarak eğitime başlamıştır. Bu okul 1971 yılında devletleştirilerek İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne İstanbul Gazetecilik Yüksekokulu adıyla bağlanmış, 1973 yılında da öğretim süresi dört yıla çıkarılmıştır. İstanbul Özel Gazetecilik Yüksek Okulu'nun adı 20 Temmuz 1982 tarihinde yürürlüğe giren 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Basın-Yayın Yüksekokulu olarak değiştirilmiş ve Marmara Üniversitesi'ne bağlanmıştır.
Gazetecilik alanındaki ikinci özel okul 1967'de Ankara'da açılan, Başkent Özel Gazetecilik Yüksek Okulu'dur. Bu okul da 1981 yılında devletleştirilerek, Basın Yayın Yüksek Okulu adıyla Gazi Üniversitesi bünyesine alınmıştır. 1968'de İzmir'de kurulan İzmir Karataş Özel Gazetecilik Yüksek Okulu da 1971 yılında devletleştirilerek Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu adıyla Ege Üniversitesi Rektörlüğüne bağlanmıştır.
İstanbul, İzmir ve Ankara'nın ardından, 1972 yılında Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi kurulmuştur. 1992 yılında çıkarılan bir yasa ile basın yayın yüksek okulları iletişim fakültelerine dönüştürülmüştür. 1992 yılındaki önemli dönüşümden sonra, devlet üniversiteleri içinde yeni iletişim fakülteleri açılmıştır.
1993 yılında Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi, 1994'de İstanbul'da Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi, 1997'de Erzurum'da Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Elazığ'da Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi, 1998'de Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi, 1999'da Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi kurulmuştur.
Devlet üniversitelerinde iletişim fakültesi sayısı artarken, çeşitli devlet üniversitelerinin güzel sanatlar fakülteleri bünyesinde iletişimle ilgili lisans programları, meslek yüksek okullarında iletişim, halkla ilişkiler, radyo ve televizyon yayıncılığı, fotoğrafçılık bölümleri ve özel iletişim eğitimi veren kuruluşlar açılmıştır.
Devlet üniversiteleri bünyesinde iletişim fakültelerinin sayısı artarken, 1997 yılından itibaren vakıf üniversitelerinin kurulmasının yolu açılınca, vakıf üniversiteleri tarafından da iletişim fakülteleri açılmıştır.
Bunlar arasında İstanbul'da 1997'de Yeditepe, Maltepe, Bilgi, 2000'de Bahçeşehir, 2001'de İstanbul Ticaret, Ankara'da 1997'de Başkent Üniversiteleri sayılabilir. Ayrıca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde Doğu Akdeniz, Uluslararası Kıbrıs, Yakındoğu, Lefke Avrupa Üniversitelerinde iletişim fakülteleri ve bölümleri kurulmuştur (Tokgöz, 2003).
Kuruluş kararı resmi gazetede yayımlanmış ya da üniversitelerin gündemlerinde kurulması için plan yapılan iletişim fakültelerinden de bahsetmek gerekir. Bunlar arasında, Uşak Üniversitesi, Hatay'da Mustafa Kemal Üniversitesi, Bursa Teknik Üniversitesi, Uluslararası Antalya Üniversitesi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve Isparta'da Süleyman Demirel Üniversitesi sayılabilir. ( MBA-FB/HK)
* Bu yazı Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi "Akdeniz İletişim'in İletişim Eğitimi Özel Sayısı'nda (Haz. 2011) Prof. Dr. M.Bilal ARIK ve Yrd. Doç. Dr. Fatih Bayram'ın imzasıyla yayımlanan "İletişim Eğitimi ve İletişim Akademisyenleri: Verilerin Işığında Genel Bir Değerlendirme" adlı makalenin ilk bölümüdür. Bu uzun çalışmayı yedi bölüm halinde yayınlayacağız.