Sağlık Bakanlığı "Üremeye Yardımcı Tedavi (ÜYTE) Uygulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri"ni düzenlemeye yönelik bir yönetmelik yayınladı. Basında çıkan haberlerde de yer aldığı gibi bu yönetmelikte "soyu koruma" amacıyla bir de "tuhaf ve yanlış" düzenleme de yer alıyor.
Yönetmeliğin dayanağı olarak gösterilen iki yasada da "soyun korunması" diye bir konu ve buna dair bakanlığa ya da onun organlarına verilmiş bir görev ya da yetki yok. Bu konuda başka bir ulusal mevzuat da söz konusu değil. Bunun kabulü, her zaman savunulanın tersine Türkiye Cumhuriyeti'nin "ırk" temelinde bir "devlet" olduğunu kabul edilmesi anlamına gelecektir.
Söz konusu yönetmeliğin yasaklamayı getiren altıncı bölümünde yer alan 18. maddedeki yasaklara dair fıkralar ve içeriklerine baktığımızda şunları görüyoruz:
4. fıkra eşlerden alınan yumurta ve spermler ile bunlardan elde edilen embriyoların yönetmelikle belirlenen esaslar dışında her ne maksatla olursa olsun bulundurulması, kullanılması, nakledilmesi ve satılmasını "yasak"lıyor.
5. fıkrada ise ÜYTE uygulanacak eşlerin sadece kendilerine ait üreme hücrelerini kullanabileceklerini, "donör"lüğün mümkün olmadığını, alınan yumurta ve spermler ile elde edilen embriyoların başka kişilerde kullanılamayacağını ortaya koyuyor.
6. fıkrada da başkasından sperm ya da yumurta almak üzere yurt dışındaki ÜYTE merkezlerine hasta sevki, yönlendirmesi, teşviki ve aracılık edilmesi yasaklanıyor. Bunlara aykırı davranan merkezlerin de kapatılacağını belirtiliyor. Hepsi de amacı ve kastı aşan düzenlemeler.
7. fıkra ise daha vahim; çünkü bu fıkraya göre söz konusu üç fıkradaki düzenlemelere aykırı uygulama yapıldığının herhangi bir aşamada tespit edilmesi halinde, bu uygulamayı yapan, hasta sevk eden veya aracılık eden kişiler ile gebe kalan kişi ve donörlerin "suç isnadıyla" cumhuriyet savcılığına bildirilmesini zorunlu kılınıyor.
* * *
Konunun uygulanıp uygulanamamasına ilişkin sorunlar, zorluklar bir yana asıl önemli olan nokta idarenin kendisine verilmemiş bir görev ve yetkiyi kullanmaya yeltenmesi, bu hakkı kendisinde görmesidir. Günümüzde geçerli olan "hak temelli yaklaşım" sağlıklılığı hedefler. Burada yönetmelikte öncelendiği gibi "soyun" değil "üremenin sağlıklılığı" hedeflenmelidir. "İnsan hakları"nın gerekleri ve "ayrımcılığa" karşı düzenlemeler, herhangi bir kimsenin bedeniyle, soyuyla, kiminle nasıl bir ilişki kuracağıyla, nasıl bir cinsellik yaşayacağıyla ilgili tasarruflarına müdahalede bulunulmayacağını garanti altına alır.
Başka örnekleri de olan böylesi "yasal" düzenlemeler idare tarafından sıklıkla yapılıyor. Bir yönetmeliğin, kişilerin gündelik yaşamlarına yasal dayanağı olmayan müdahalelerde bulunması kabul edilemez. Bu düzenleme aslında, idare erkini kullananların, toplumsal ve sosyal yaşama bakışıyla ilgilidir. Dahası belirli bir "dünya görüşü ve ideoloji"nin insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı bir şekilde gerçekleştirmek istediği "dayatma"dan başka bir şey değildir.
Konuyu hukuk açısından ele alan uzmanın söylediği gibi, yargı bu tür bir dava önüne geldiğinde başka türlü ve kendi kuralları çerçevesinde davranması yeterli değildir. Nikah dışı birliktelikler ve bu birlikteliklerden çocuk sahibi olunması, tıbbın da idarenin de yetki ve görev alanı dışındadır. Bu sınırlama ve engellemeler, kadına yönelik bir ayrımcılığı ve sosyal yaşamın bir dinin, hatta mezhebin kuralları çerçevesinde belirlenmesi demektir. Dolayısıyla itirazların da yalnızca "sağlık ve sağlık hizmetleri" bağlamında değil, insan hakları, temel haklar ve toplumsal sözleşme çerçevesinde yapılması gerekir.
Söz konusu yönetmeliği düzenleyen bakanlık, tıpkı eşcinselliği hastalık olarak değerlendiren devlet bakanının yatığı gibi yalnız "ideolojik" değil aynı zamanda "laiklik" ilkesine de aykırı davranarak, toplumsal ve sosyal alanı dinsel kurallar çerçevesinde düzenleme isteğinde olduğunu göstermiştir.
Bu yönetmeliğin hemen iptali gerekir. Dahası, yönetmeliği hazırlayan ve onaylayıp yürürlüğe koyanlarında da sorumlulukları sorgulanmalı ve hukukun gerektirdiği yaptırımlar uygulanmalıdır.
Bunları görünür hale getirecek olan ise hem konunun tarafları, bu konudaki uygulamalara gereksinimi olan insanlar hem de medyadır. Demokratik ve hukukun üstünlüğünü kabul etmiş ve bunu temel alarak yaşayan bir toplumda bu tür düzenlemelerin yapılamayacağı konusunda herkes emin olmalı ve kaygılanmamalıdır.(MS/EÜ)