Domuz gribi salgınıyla ilgili spekülasyonlar bitmiyor. Şimdi de içinde Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) kimi yöneticilerinin de adının geçtiği, ama asıl salgınla ilgili bilimsel anlamda "karar verici" pozisyonunda olan kimi bilim insanlarına atfedilen tartışmalar "Domuz gribinde korkunç skandal" başlığıyla medyada kendisine yer buluyor.
Sağlık bakanlığının ölümlere dair verdiği bilgiler, topluma yönelik yaptığı uyarılar ise salgının boyutunun giderek daha da büyüdüğüne kanıt gösteriliyor.
Bilim her şeyden önce "kuşku"yu temel alır. Bilime göre bilimin dediği ancak yanlışlanana kadar doğrudur. Bilim insanları ise yeni bilgileri üretmek kadar, daha eskilerini doğrulamaya (aslında yanlışlamaya) da çalışırlar. Bilimin döngüsü bunu gerektirir. Bilimin tek belirleyeni vardır: "doğruyu ve gerçeği" bulmak.
Medya ise bu "doğru ve gerçeği" ortaya koymak, onu kamuya, topluma, insanlara onların anlayacağı biçimde sunma göreviyle yükümlüdür. Bir tür "tercüman" ya da "aracı"dır aslında. Bilimin doğru ve gerçeklerinin insanlığa ulaşması bir zorunluluk olduğu için böyledir.
* * *
Medyada kimisi bir "skandal" sözü ile ifade edilen bu "spekülasyon"lar üzerine bir hekim arkadaşım yazdığı bir mesajda şöyle diyor: "Eğer salgın toplumda ciddi hastalık tablosuyla seyretmeye başlamazsa, bu kuşku doğru çıkmış olur. Yok klinik seyir kötüleşmeye başlarsa yanlış çıkmış olur. Kuşku doğru çıkarsa ileriki dönemde benzer toplum sağlığı sorunlarında kamuoyu desteğiyle çalışma yürütmek zorlaşır. Yanlış çıkarsa var olan salgın kontrol çabalarının baltalanmasına gereksiz yere katkı sağlanmış olur." Sonunda da "en iyisi basın hiç yazmasın" sözünü ekliyor.
Gerçek düşüncesinin bu olduğunu düşünmüyorum. Ama bir gerçeğe dikkâtimizi çekmeye çalışıyor: "Bilgi kirliliği, kafa karışıklığı, belirsizlik, dolayısıyla güvensizlik!"
Bunların tümü "kuşku"ya neden olacak durumlar; ama buradaki "kuşkular"ın bilimsel olmadığı açık. Çünkü günümüzde bilim kendi varlık nedeninin dışında başka konularla ilgili, başka amaçlar için yapılır hale geldi. Bilimin bir değer, bu değerin de "parasal" bir karşılığının olması, "zurnanın zırt dediği yer".
Kimse kimseye güvenmiyor. Politikacılardan, medyadan, kamusal kurumlardan başlayan güvensizlik, şimdi bilime kadar ulaşmış durumda. Bilim insanlarının da ne dediğinden daha çok "kim" oldukları önem taşıyor. Çünkü "kim"likleri onların "dedik"lerini belirliyor.
* * *
Bir insanın kendisini "güven" içinde hissetmemesi onun yaşamı açısından çok önemlidir. Ama bir toplumun tanıdığı, kabul ettiği, saygı duyduğu ve doğru bildiği değerlere ve unsurlara "güvensizliği" en başta toplum olma durumunu ve bundan kaynaklanan duygu ve düşünceleri tümden değiştirir.
Buna kimsenin hakkı yoktur ve olmamalıdır. Hiçbir çıkar ya da yarar bir insan grubunu "toplum" yapmaz. Onun için hiçbir çıkar ya da yarar "toplum"un varlığını ve sürekliliğini ortadan kaldırmamalıdır.
Bu amaç için herkesin, her durumda yapacağı bir şeyler vardır. Başta yetkililer ve sorumlular olmak üzere, bilim insanları, kamusal ve özel kurumlar, tek tek bireyler ve bunlarla birlikte medya bu ortak değerleri, kendi kişisel ve özel çıkarlarından daha fazla benimsemeli tutum ve davranışlarını, yaptıkları ve söylediklerini buna göre belirlemeli, gerçekleri ortaya koymalı, açıklığı ve şeffaflığı temel ilke edinmeli, toplumdan ayrı değil, onun içinde olduğunu hissettirmelidir.
Kapalı kapılar ardında, şimdiki ya da gelecekteki çıkarları için hareket edenlerin yaptıkları tarihin trajedilerini oluşturur. Ama o trajedileri yinelemek de "komedi"dir aynı zamanda. Yitirilen insanların bir "toplumu" da ortadan kaldıracağı göz ardı edilmemelidir.(MS/EÜ)