"Neredeyse sürüne sürüne Tünel’e ulaştık. Yurt dışından gelen milletvekillerinin de olduğu grubun kelepçelenerek, etekleri açılmış şekilde yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmasına şahit olduk..." (İlker Çakmak)
Beyoğlu’nda 2 Temmuz 1993’te ‘Cinsel Özgürlük Etkinlikleri’ adı altında yapılması planlanan ilk Onur Yürüyüşü[1] ve üç günlük etkinlik programı, İstanbul Valiliği tarafından ‘‘Örf ve adetlerimize, toplumumuzun değer hükümlerine aykırı’’ olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştı. Yürüyüşten önceki gece polis, aktivistlerin kapılarını kırıp evlerini basmış, yürüyüş günü de İstiklal Caddesi’ni ablukaya almıştı. Caddede eşcinsel olduğundan şüphelenilenler gözaltına alınmış ve yurt dışından gelen katılımcılar sınır dışı edilmişti. İlk Onur Yürüyüşü ancak on sene sonra 2003’te, yaklaşık 40 kişilik bir grup tarafından gerçekleştirilecekti.
İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği gönüllüsü İlker Çakmak, 1993’te yürüyüşün organizasyon komitesindeydi. Çakmak, yürüyüşün öncesini ve sonrasını anlattı.
Yürüyüş fikri nasıl ortaya çıktı?
1991 yılında, 18 yaşına girdiğim gün kuzenim beni Ceylan Çaplı’nın işlettiği Talimhane’deki 14 adlı gey kulübüne götürdü. Bu kulüp Zeki Müren’in parasıyla açılmıştı, ona özel bir koltuk vardı. Bizim için kurtarılmış bölgeydi. Burada kısa sürede bir arkadaş kadrom oluştu, gündüzleri de görüşmeye başladık. Sonra Heribert Mürmann’la tanıştım. Heribert, Almanya’daki gey federasyonlarının Türkiye’ye yolladığı bir temsilciydi. Federasyon, daha önceki deneyimlerinde Onur Yürüyüşü düzenlemenin örgütlenmeyi hızlandırdığını tespit etmiş, bunun için de Heribert’i yollamıştı. O zamanlar tuhaf gelmişti tabii, bizde dernek bile yok orada federasyon var. Başında da bir Türk, Selman Arıkboğa.
Heribert hem insanlarla tanışıyor hem de bakıyordu böyle bir şey mümkün mü diye. Bize sorunca seve seve katılırız dedik ve toplantılara başladık. Yürüyüş tek başına havada kalacağı için panel ve atölyelerin de olduğu bir hafta düzenlemeye karar verdik. Mümkün olduğunca ünlü isim çağıralım dedik. Dernek kurma fikrini tartıştık ama isim ve imza vermekten çekindiğimiz için vazgeçtik. Genellikle öğrenciler, gençler vardı grupta ve o zamanlar herkes ailesinden, işten, okuldan saklıyordu kimliğini. Ben yine de açılışın ve panellerin yapılacağı sinema salonunu kiralamak için ismimi verdim, sonradan biraz pişman olduğumu hatırlıyorum.
Nerelerde yapıyordunuz toplantıları?
Heribert yakın arkadaşım Cem’le Ülker Sokak’ta bir eve yerleşti. Küçücük bir evdi, toplantılar burada başladı. Sonra Arnavutköy’e taşındılar, daha büyük bir evdi, toplantıları da oraya aldık. Her toplantı diğerinden daha kalabalıktı. Bir avukat çağırdık, neler yapılır neler yapılamaz konuşmaya başladık. 15-20 kişilik bir çekirdek kadro oluştu.
Kimler vardı grupta?
İlk toplantılara katılanlar 14’e gidenlerin bir araya getirdiği gruptu, başka yerlerden geyler de vardı ama 14’ten çıkanlar ağırlıktaydı. 14’e sadece İstanbul’dan parası olan geyler giderdi çünkü fiyatlar çok yüksekti, toplantılara katılanlar da bu profildendi.
Geyler çoğunlukta mıydı?
Evet, transların katılımı hakkında günlerce sert tartışmalar yaşandı. Benim de dahil olduğum bir grup için transların varlığı hiç sorun değildi çünkü zaten günlük hayatımızda sosyalleştiğimiz kişilerdi. Diğer grup ise, ‘Eşcinseller hakkında yeterince negatif algı var, biz bunu düzeltmeye çalışalım. Her gün travesti terörü haberleri yapılıyor, seks işçiliği yapan translarla aynı safta görülmek istemiyoruz’ dedi. Sonuçta çoğunluğun dediği oldu ve translar dışlandı.
Ne kadar sürdü hazırlıklar?
Bir yıl kadar bu toplantılar devam etti, yürüyüşe çok kısa süre kalana kadar da her şey yolundaydı. İngiltere’den ve Almanya’dan gelen eşcinsel milletvekilleri ağırlandı. Politik kimliği olmayan birçok turist de geldi yürüyüş İstanbul’da yapılacağı için. Sonra valiliğin yürüyüşü yasakladığını öğrendik televizyondan, sanırım İHD aracılığıyla da karar bize tebliğ edilmişti ayrıca. Tüm yürüyüş ve paneller genel ahlak kurallarına aykırı olduğu için yasaklanmıştır denildi.
Paneller, atölyeler yapılamadı mı?
Hiçbir şey yapılamadı yasaktan dolayı. Ama biz en azından yürüyüşü yapmak istiyorduk Pazar günü. Yürüyüşten önceki akşam, Ceylan Çaplı’nın Maslak Oto Sanayi Sitesi karşısında açtığı 2019 adlı gece kulübündeydik. Etkinlik için yaptırdığımız Christopher Street Day[2] tişörtlerini satıyorduk burada. Cem ve Heribert’i arayıp duruyorduk ama bir türlü ulaşamıyorduk. Zaten polis baskını olacağından da şüpheleniyorduk. Bunun üzerine Arnavutköy’deki evlerine gittik. Evin kapısı balyozla kırılmış, ev birbirine girmişti. Oradan 2019’a geri döndük, hava neredeyse aydınlanmıştı. Kulübün sahibi Ceylan Çaplı enteresan bir adamdı, Hollanda’dan drag queen’ler getirirdi, kick boks şovları yapılırdı, timsah, deve falan da getirdiğini hatırlıyorum.
Kulübe geri döndüğümüze bir anda bir grup askerin ellerinde silahlarla uygun adım yürüyerek içeri girdiklerini gördük. Kostümlü şovlardan biri sandık önce, kimse ciddiye almadı. Askerlerden biri DJ kabinine çıkıp DJ’i tokatladı, sonra da pikaba vurarak müziği durdurdu. O zaman herkes işin ciddiyetini anladı. Askerler caddenin karşısındaki orduevinden gelmişlerdi. Müşterileri yakalarından havaya kaldırıyor, isimlerini soruyor, sonra da fırlatıp yere atıyorlardı. Muhtemelen yabancı konukları arıyorlardı. Gecenin sonunda organizasyonla alakasız birçok kişi gözaltına alındı, ne kadar ilginç kıyafetli insan varsa arabalara doldurdular… Christopher Street Day tişörtlerini de bulup götürdüler. Kulüp boşaltıldı, sonra bir süre mühürlü kaldı.
Ertesi gün yürüyüşü yapmak için bir girişimde bulundunuz mu?
Evet, Taksim’e gitmek istiyorduk ama bir yandan da korkuyorduk. Önceki akşam hatırladığım kadarıyla dört aktivist arkadaşımızın evi basılmıştı. Eve gidemedik, sokaklarda gezdik yürüyüş saatine kadar. Sonunda öğleden sonra saat iki gibi İstiklal Caddesi’ne geldik, polis ara sokaklarda zula yapmıştı. Feminen gözüken dört beş eşcinseli bir arada görünce yakalayıp arabalara götürüyorlardı. Muhtemelen birçoğu yürüyüşle alakasız pazar sakinleriydi. Biz de üç kişiydik, polis yürüyüşe geldiğimizi anlamasın diye sürekli yere oturup, gazete okuyor gibi yapıyorduk. Bu şekilde neredeyse sürüne sürüne Tünel’e ulaştık. Burada da yurt dışından gelen, aralarında milletvekillerinin de olduğu 9-10 kişilik grubun kelepçelenerek, etekleri açılmış şekilde yerlerde sürüklenerek, çığlıklar atarak gözaltına alınmasına şahit olduk. Dehşet içinde basın açıklamasının yapılacağı İHD’ye koştuk. Kapıda korkunç bir polis yığınağı vardı, içeridekilerle haberleşmek mümkün değildi. Yine de Heribert bir şekilde basın açıklaması yapmayı başardı birkaç trans arkadaşla beraber. Sonra o da teslim oldu, sınır dışı edildi.
Yürüyüşten sonra nasıl ilerledi örgütlenme?
Bir süre herkes dağıldı, travma yaşamıştık. Bu sırada bir ay boyunca Bayrampaşa’da gözaltında tutulan bir arkadaşımızı çıkartmak için korka korka toplantılar yaptık. Polis baskın yaparsa diye birimiz hep pencerede duruyordu. Artık yürüyüşten vazgeçmiştik, buna hazır olmadığımıza karar verdik. Toplantılar çekirdek kadroyla devam etti. Toplu terapi gibiydi, eşcinsel olma hissi nedir gibi konular konuşuyor, ilk deneyimlerimizi, ailelerimizi falan anlatıyorduk birbirimize. Bu sıralarda eşcinselleri esas olarak örgütleyen Lambda’nın partileriydi, eşcinseller birbirini tanısın diye uğraşıyorlardı. Ben birçok insanı ilk kez o partilerde gördüm. 14’te, Prive’de, Stüdyo 54’te oluyordu ve insanlara ulaşmak zor olmasına rağmen birkaç yüz kişi geliyordu bu partilere.
Kaos GL’nin ortaya çıkması, dergiyi yayınlamaya başlamaları nasıl etkiledi örgütlenmeyi? Bir temas olmuş muydu İstanbul’daki örgütlenmeyle?
Evet, 94’te Kaos GL dergiyi yayınlanmaya başladıktan sonra kaçınılmaz olarak iletişim kurduk. Birlikte çalışmaya başladık, zaman içinde işbirliği de gelişti, etkinlikler neredeyse ortak hale geldi. Her şeyi dergide duyuruyorduk.
Sonuçta yürüyüş girişimi bir işe yaramış mıydı?
Ortak bir amaçtı yürüyüş, o olmasaydı bence kimse bir araya gelemezdi. Hazırlık sürecinde politik tavırlar benzeşti, tecrübe arttı ve ortak bir hareket haline geldik. Yürüyüşten sonra diğer sivil toplum girişimleriyle de ilişkiler kuruldu, toplantı sayısı arttıkça ve mücadelenin ortak olduğu fark edildikçe... Kadınlar da daha fazla özgürlük istiyordu, Cumartesi Anneleri çocuklarını istiyordu, herkes daha fazla hak ve özgürlük istiyordu.
Bence LGBTİ hareketi birçok hareketten daha demokratik bir işleyişe sahip, gerçekten tarafsız bir tavrı var. Kendisi gibi hak ihlaline uğramış ve hak arayan tüm kesimlerle bir arada durmak için inatla çalışıyor çoğu zaman reddedilmesine rağmen. Örneğin feministler ve sosyalistler... Kendimizi en çok onlara anlatmamız gerekiyor, konu translar ve seks işçileri olunca iki grup da bunu kadın sömürüsü olarak görüyor, hala tartışmalar yaşanıyor kadın yürüyüşlerinde.
Gezi Parkı’ndaki direniş tüm bunları nasıl etkiledi? LGBTİ’ler parkta, barikatlarda en önlerdeydi...
Gezi Parkı’nın bizim için yeri her zaman ayrıydı, burası LGBTİ’lerin 40-50 senedir sosyalleştiği alandı. Parkın özelliği yüzünden LGBTİ’ler ilk günden beri bayraklarıyla Gezi için direndiler, ilk iki gün saldırıya maruz kalanlar çoğunlukla LGBTİ temsilcileriydi. O vakte kadar belki de polis şiddetiyle yüzleşmemiş insanlar polisin translara, Çingenelere, Kürtlere, Alevilere yaptığı muameleyi kendileri yaşayınca aydınlandılar. Gezi boyunca sokağa çıkan herkesin daha fazla özgürlük istediğini düşünüyorum, 50 senedir trans ve eşcinsellerin istediğini istiyorlar aslında. Son Onur Yürüyüşü de bunu gösterdi, katılımın bu kadar yoğun olmasını heteroseksüellerin kendilerini rahat ifade edecek başka bir oluşum bulamamalarına bağlıyorum. Onlar da en az bizim kadar özgürlük istiyor. (Eİ/HK)
[1] New York’ta bulunan Stonewall Inn adlı gay barında, sistematik polis baskınlarına tepki olarak 1969’da gerçekleşen kitlesel protestoların yıldönümünde (1970) ABD’nin çeşitli kentlerinde ilk kitlesel Onur Yürüyüşleri yapıldı. Birçok ülkede her yıl kitlesel kutlamalara sahne olan yürüyüş, LGBTİ bireyleri ve hak taleplerini görünülür kıldığı için önemli. İstanbul’da Onur Haftası 22 yıldır, Onur Yürüyüşü ise 12 yıldır düzenleniyor.
[2] Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerinde ‘Pride’ (Onur Yürüyüşü) yerine Stonewall Inn’in bulunduğu sokağa ithafen ‘Christopher Street Day’ ismi kullanılıyor.