Rachid Taha'nın gelişinden çok önce patlak veren bir isim/kimlik meselesi ise Galatasaray Lisesi'nin arkasında vücut buluyor; asırlık Cezayir Sokağı, türlü "kültürel ve ticarî girişim"le Fransızlaştırılıyor, Fransız Sokağı oluyor. Rachid Taha'ya "gidip bir bakalım mı?" dediğimizde, onlarca küfür-kıyametin ardından özetle "yüreğim kaldırmaz" diyor.
İstanbul Life'ın "trend" bölümünde Çukurcuma'ya ilişkin bir yazının başlığı durumu tarif etmeye yetiyor: "Burjuvazinin gözbebeği." Aynı yazıda Fransız Sokağı'ndan da bahsedilmiş. Merak ettik, projenin sahibi Afitaş AŞ'cilerle konuştuk, ama büyük basında çıkanların tekrarını dinledik onlardan da. Maddî bilgiye ek olarak özetle şöyle denmiş basındaki yazılarda:
"Mayısta, İstanbul Beyoğlu'nda Fransız Sokağı açılıyor. (...) Beyoğlu'na ve dolayısıyla Fransız Sokağı'na gönül vermiş kişiler, daha sokak açılmadan basını toplayıp neler olup bitecek bir güzel anlattılar. (...) Saat 10:30 itibarıyla şampanya ve havyarla başlayan toplantıya, 'sabah sabah ne şampanyası?' türünden yorumlar gelse de, Fransız Sokağı'na da herhalde yakışırdı." (Berrin Karakaş, Tempo)
"Fransız Sokağı'nı bitmeden görün. (...) Buradaki evler Afitaş Yapım Şirketi'nin sahibi Mehmet Taşdiken'in girişimiyle elden geçiriliyor, temizleniyor, boyanıyor. Projeye Fransız şirketleri ve Paris Belediyesi de destek vermiş. Haziranın son haftası geldiğinde burada restoran, bistro, sinema, kafe, butik, şarküteri, caz kulübü, sergi ve müzayede salonu, resim atölyesi olacak. Siz cümbüşü asıl o zaman görün. Ama millet meraklı, işler henüz bitmedi ama, cumartesi ve pazar günleri burası dolup taşıyor, iğne atsan yere düşmez hale geliyor. (...) Tamamlanmadan ne durumda olduğuna bakın. Faaliyete geçtiğinde nasıl olsa tekrar gidersiniz." (Emre Aköz, Sabah)
"Çukurcuma son ayların yükselen mahallesi. Antikacılar, eskiciler, tasarım butikleri, galeriler, kafeler... Her yan cümbüşlü: kurcalamakla bitmiyor. Epeyce yol alan Fransız Sokağı (Cezayir Sokağı) projesine de bakılsın gitmişken." (Nur Çintay, Radikal)
Sokağın yaşadığı isim karmaşasından tutun da, resmî açılış tarihinin NATO zirvesinin olacağı haftaya denk getirilmesine kadar her şey çok manidar. Yazarların okurlarını teftişe teşvik ettikleri sokaktaki binaların neredeyse tamamını Afitaş A.Ş. satın almış. "Proje"nin sanat yönetmeni Neva Taşdiken "Binaların bazılarını aldık, bazılarını kiraladık, bazılarını eşe dosta aldırdık. Sokağın büyük çoğunluğu bizim şu anda" diyor. "Şimdi evime girsem bile / Biraz sonra çıkabilirim / Mademki bu esvaplarla ayakkaplar benim / Ve mademki sokaklar kimsenin değil" diyen Orhan Veli'ye nazire yapar gibi...
Herkes gayet iyi bilir ki, sokaklar o mahallenin çocuklarınındır. Oysa Cezayir Sokağı'nda bu durum böyle değil. Sokağın iki ucunda nöbet tutan güvenlik görevlileri, yıllardır o sokaklarda oynayan çocukları türlü mazeretlerle alandan uzak tutmaya çalışıyor.
Benzer bir hikaye 90'ların başında Fatih'te yaşanmış, Vatan Caddesi'nin çevresinde büyümüş çocukların neredeyse tamamının futbol oynamayı öğrendiği arsaya İstanbul Emniyet Müdürlüğü dikilmiş ve arsa yıllarca çocuklara kapanmıştı. Cezayir Sokağı'nın yerlisi Vedat ve Eray "Bazen izin veriyorlar, ama zaten herkes gitti. Top oynayacak kimse kalmadı" diyor.
Eraylar biz konuştuğumuz sırada bir kamyonete eşyalarını doldurup Şişhane'deki yeni adreslerine doğru yol almaya hazırlanıyordu. Vedatların durumu henüz belirsiz.
"Burada bir sürü aile var. Sonuçta onların yaşamını doğrudan etkileyen bir hamle söz konusu. Ortalıkta oynayan çoluk çocuk nasıl etkileyecek sizin kültürel ortamınızı?" diye sorduğumuzda, Neva Taşdiken'in cevabı şöyle oluyor: "Orada kafeler, masalar, sandalyeler olunca, zaten çocukların futbol oynayabileceği bir alan olmaktan çıkacak sokak..." Duruş gayet net!
Proje öncesinde sokak neredeyse tamamen meskûn durumdaydı. Afitaş peyderpey binaları satın almaya başlayınca, daha önce burada oturanlar da yavaş yavaş terk-i diyar etmek durumunda kaldı. Hâlâ Cezayir Sokağı'nda oturduğu ve proje sahipleriyle bir komşuluk durumu olacağından ismini vermekten kaçınarak konuşan bir daire sahibi şöyle yorumluyor olan biteni: "Buralar hep konuttu. Şimdi hep kafe, taverna... Aile ortamını bozacak, huzurumuzu kaçıracak bir durum olacaksa, biz de durmayız herhalde. Sonuçta gidenlere de hak vermek lazım. Bir ticarettir. Eskiden 100-200 milyon olan kiralar milyarlara fırladı. Ama mahalle olayı bitti tabii, o ayrı..."
Afitaş'çılara göre bu gönüllü bir taşınma olayı: "Ev sahibi kiracısını çıkarırken bile sorun yaşar. Biz bütün sokağı boşalttık, büyük bir özveri ve saygı çerçevesi içinde." Sokakta, proje icabı bazı altyapı düzenlemeleri yapmak gerekmiş. Mesela sokaktaki hiçbir binada kalorifer veya doğalgaz sistemi yokmuş, ancak bu yokluk, binaları oturanlardan almak için bir gerekçe olabilmiş:
"Burada kalorifer, doğal gaz yoktu. Biz adım adım, kiracıları kaloriferli evlere aldırarak onlara buradakinden daha iyi koşullarda evler bularak, onlarla karşılıklı anlaşarak çıkardık. Kimseyi zorla çıkarmadık. 75 metrekarelik bir evden 28 kişi çıkardığımız oldu. Muhtarlıktaki kayıtları da burada görünüyor. Bu insanlara daha iyi evler bulup maddî destek sağlayınca, çok iyi şekilde ayrıldılar."
Göçmen aileler Beyoğlu'nun pek çok yerinde benzer hayatlar yaşıyor. Ama "aynı hayat elli metre aşağıda devam ediyor" dediğimizde, şu cevabı alıyoruz: "Bu bir değişim projesi olduğu için öbür sokaklara da adım adım yansıyacak. Mesela bu projeden sonra Fransız Sokağı'nın hemen aşağısında bir de İtalyan Sokağı yapmayı planlıyoruz..."
Cezayir Sokağı sakinlerinin sosyal yapısı malûm. Onlar bu kültürel dönüşümden ancak kaloriferli evlere geçerek istifade edebiliyorlar, o kültürel değişimden doğrudan yararlanmıyorlar.
"Zaten 6-7 Eylül olaylarından sonra burada oturanlar can korkusuyla evlerini terk ettikleri için onların yerine gelenler bu binaları bir nevi istila etmişler... O kadar büyük bir korku ve aceleyle kaçmış ki insanlar, evlerinden değerli eşyalarını bile alamamışlar. Onlardan sonra ilk gelenlerden bayağı zengin olanlar olmuş" diyor Neva Taşdiken... Belki de "buraların gerçek sahibi kim?" gibi saçma bir soruyu bir kenara bırakmak ve sokağın yeni "sahiplerinin" ufkuna bakmakta yarar var.
Neva Taşdiken'e göre, Fransız Sokağı idarî açıdan bir site gibi yönetilecek. Afitaş A.Ş. de çeşitli ortaklarıyla birlikte yönetimin başında olacak.
Sokaktaki yapıların tamamı proje öncesinde ikinci dereceden tarihî eser olarak koruma altındayken, Neva Taşdiken'in ifadesiyle "ticarî ve kültürel bir proje olduğundan ayrıca koruma altına alınmış". Ayrıca Büyükşehir Belediyesi ve Valilik'in koruması var. Afitaş açısından bunun anlamı şu: "Fransız Sokağı bünyesinde bir işletme, bizim iznimiz olmadan açılamıyor."
Sokaktaki 25 binayı alan Afitaş AŞ burada 43 işletme kurmuş, kurdurmuş. Gazete ve dergilere de yansıyan "parizyen" dükkanlar arasında kafeler, restoranlar, şarap evleri, krepçi, çikolatacı, çiçekçi, resim galerisi, müzayede salonu vesaire var. Ama özellikle üzerinde durulan, bir gastronomi (bir nevi aşçılık) okulu. Fransız Sokağı projesinin bir önemli ayağını da İstanbul Kültür Üniversitesi'nin içeriğini belirleyeceği sanat atölyeleri oluşturuyor. Şehir merkezinde kurs açmayan üniversiteye üniversite denmeyen bugünlerde, Kültür Üniversitesi yumuşak bir bilek hareketiyle gayet işlek bir adrese konuşlanmış gibi gözüküyor.
Detaylar için tekrar Neva Taşdiken'e bağlanıyoruz:
"Gastronomi ve Kültür Enstitüsü adı altında yapılacak faaliyetlerin yönetimi Afitaş AŞ'ye, içeriği Kültür Üniversitesi'ne bağlı olacak. Bu aslında, üniversitenin Sanat ve Tasarım Fakültesi dekanı Prof. Nükhet Güz ve Hukuk Fakültesi Dekanı Tayfun Akgüner'in başkanlığında açılacak bir okul. Kendi alanında usta sanatçıların atölyeleri olacak. Atıf Yılmaz ve Yavuz Özkan'ın sinema atölyeleri, Cemil İpekçi'nin moda tasarım atölyesi, Mehmet Güleryüz ve Günseli Kato'nun resim atölyesi olacak. Cadde üzerinde 16 numarada bulunan ve birinci derecede koruma altında olan eski İtalyan okulunu da bir kültür merkezine dönüştüreceğiz, içinde ödüllü filmlerin ve Fransız klasiklerinin gösterileceği bir cep sineması ve yedi salonu olan bir sanat galerisi olacak."
Sokağın ismiyle ilgili bir sorun olmadığını söylüyor Taşdiken: "Sokağın adını değiştirmeyi düşünmüyoruz, burası Cezayir Sokağı ve Cezayir Çıkmazı olarak kalacak." Ama... Projenin adı Fransız Sokağı. Daha proje faaliyete geçmeden, orada öyle bir sokak olduğunun daha önce farkına varmamış, meseleyi gazete ve dergilerden izleyen herkesin zihninde bir Fransız Sokağı imgesi oluştu bile...
Zaten Cezayir Çıkmazı'nın sonundaki binanın cephesini tamamen kaplayan Toulouse-Lautrec resmi ve üzerindeki "La Rue Française" (Fransız Sokağı) ibaresi konuyu çoktan kapatmış; Cezayir Sokağı nostaljik bir motif olarak sokağın girişinde 35'e 25 santimlik mavi bir belediye tabelası olarak kalmış.
"Tarihte buraya hiç Fransız Sokağı denmemiş. Albert Mile burada yaşamış, atölyesi buradaymış. Burada zaten bir Fransız atmosferi varmış. Zaten Kanuni'den itibaren Pera bölgesi Fransızlara verilmiş. Buradaki bütün kültürel hayata Fransızlar yön vermişler: ilk pastane, ilk otel... Pera'ya her şeyi Fransızlar getirmiş. Biz de bu tarihten esinlenerek yaşadığımız kente böyle bir katkı yaptık" diyor Taşdiken.
Rachid Taha'dan atasözüyle başladık, LesTêtes Raides ve Noir Désir düetinden bir şarkı sözüyle ("L'ldentite" / Kimlik) bitirelim: "Paris ne kadar güzel kuşlar ötünce / Paris ne kadar çirkin kendini Fransız sanınca..." (RÖ/YS)