Gelişmelerle ilgili yoğunlaşacağımız iki olay var: Bunlardan ilki, 9 Nisan'da ABD güçlerinin Bağdat'a girmesini takiben Firdevs Meydanı'ndaki Saddam Heykeli'nin alaşağı edilmesi. Amerika'nın resmi Irak Savaşı anlatısını tamamlayan bir gösteri olarak okuyabileceğimiz bu olayın, dünya kamuoyunda Irak Savaşı'nın uzun vadede nasıl hatırlanacağını etkileyecek bir unsur olduğunu düşünüyoruz.
İkincisi ise, ABD güçlerinin gözleri önünde gerçekleşen Bağdat'taki müze ve arşiv yağmaları. Irak toplumunun geçmişiyle kurguladığı ilişkilerde çözücü bir etki gösterebilecek bu yağmaların, hem yeni bir kimlik oluşumu sürecinin parçaları olarak, hem de yeni bir düzenin kurulmasını kolaylaştıran öğeler olarak yorumlanabileceğine değineceğiz.
Toplumsal hafıza
Öncelikle kavramsal çerçevemizi çizmeye çalışalım. Sosyal Bilimler dahilinde, hafıza çalışmalarının ayrı ve zengin bir kol olarak gelişimi son yirmi yıl içerisinde gerçekleşti.
Hafızanın toplumsal olduğu fikrinden hareket eden bu literatür dahilinde üzerine düşünülen iki ilişkiden yararlanacağız: Hafızanın iktidar ve kimlikle olan, birbirlerinden çok da ayrı düşünemeyeceğimiz ilişkileri bunlar. Şimdi, kısaca toplumsal hafıza kavramı üzerinde duralım ve bu ilişkileri açmaya çalışalım.
Hatırlamanın kendisi, bireysel değil toplumsal bir süreçtir. Her şeyden önce toplumsal bir ürün olan dile dayanır. Birey, toplumsal olarak şekillendirilmiş kavramlar aracılığıyla hatırlar. Dil etkeninin yanında, hatırlama, toplumsal bir çevre ve söylem bağlamında gerçekleşir.
Gerek gündelik karşılıklı fikir alışverişleri, gerekse resmi ya da gayri resmi kaynaklardan beslenen, sürekli yeniden üretilen söylemsel kalıplar, hatırlamanın çerçevesini oluşturur. Bu çerçevede gerçekleşen hatırlama, nelerin nasıl hatırlanıp, nelerin hatırlanmayacağını belirleyen seçici bir sürece dayanır.
Kolektif hafıza şekilleniyor
Bu süreç içerisinde şekillenen kolektif hafıza, hatırlamaya yönelik gerçekleştirilen çeşitli toplumsal ritüeller ve düzenlenen mekanlar aracılığıyla dolaşıma girer ve zaman içerisinde yeniden üretilir.
Amos Funkenstein'ın önerdiği gibi, kolektif hafızanın dile benzer bir şekilde, işaretler, semboller ve pratiklerden oluşan bir sistem olduğunu düşünebiliriz. Bu tanımdan hareketle, sistemin işaret, sembol ve pratiklerinden olan anma günlerini, anıtlar ve müzeleri az önce belirttiğimiz ritüellerin ve düzenlenmiş mekanların örnekleri olarak görebiliriz.
Hafıza ve iktidar
Hafıza ve iktidar ilişkisi üzerine biraz düşünecek olursak, ilk söylememiz gereken, iktidarın varlığını her daim meşru göstermek durumunda olması ve bu amaçla kurguladığı tarihsel anlatının kırılmasından çekinmesi dolayısıyla, belirttiğimiz ritüel ve mekanlardan oluşan alanı sürekli kontrol altında tutmak istemesidir.
Bu nedenle, kolektif hafıza iktidarın üzerinde çokça politika ürettiği bir alan. Hafızanın, toplumsal kimliklerin asli bir unsuru olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, hafıza politikalarının kimlik politikaları kapsamında da düşünülmesi gerektiği ortaya çıkıyor.
İktidar belirli bir anlatıyı çeşitli araçlarla toplumsal alana yerleştirirken aynı zamanda bir kimliğin de tanımını yapmış oluyor. Hakim tarihsel anlatının kolektif hafıza olarak benimsenmesi yönünde çaba gösteren iktidar, anma günleri düzenleyerek, anıt ve müzeler yaparak tek bir anlatıyı, kendi anlatısını meşrulaştırmaya çalışır.
İktidarın hakim anlatısını kuvvetlendirmek için oluşturduğu bu ritüel ve mekanlar, aynı zamanda toplumun da bunlarla ilişkilenmesi açısından düşünüldüğünde, kolektif hafızanın, iktidarın istediği şekilde olsun olmasın, şekillenmesini sağlar.
Bu ritüel ve mekanların anlamlandırılması toplum içinde çeşitlilik gösterebilmektedir. Biz sunumumuzda, toplumsal anlamlandırma sürecini bir kenarda tutarak, daha çok hafıza alanına müdahalenin ve bu müdahale ile toplumsal kimlikler arasındaki ilişkilerin üzerinde duracağız.
Heykeldeki halat
Dilerseniz, şimdi Bağdat'ta gerçekleşen anıtların yıkılması ve yağma olaylarını kısaca tekrar hatırlayalım: 9 Nisan günü, ABD güçleri fazla bir direnişle karşılaşmadan Bağdat'ın merkezinin kontrolünü ele geçirdiler.
Öğle saatlerinde televizyonları açtığımızda, Firdevs Meydanı'ndaki Saddam heykelinin, boynuna geçirilen çelik bir halat aracılığıyla alaşağı edilmesine canlı yayında tanık olduk.
Heykeli çevrelemiş Iraklılar sevinç gösterileri eşliğinde yıkımı izlemekteydiler. Hızını alamayan bazı izleyicilerin gruptan ayrılıp düşmek üzere olan parçaya yumruklar ve tekmeler savurduklarını gördük.
Bütün kanallarda gösterilen bu görüntüler eşliğinde medya, savaşın bittiğini ve Irak halkının bu sonu sevinç gösterileriyle karşıladıklarını müjdemekteydi. Sokakta özgürlüğü kutlayan Iraklı grupların görüntüleriyle de, aynı mesaj sıkça tekrarlandı. 9 Nisan öğleden sonrasında, Irak'tan başka bir haber almak mümkün değildi.
Heykelin başka resmi
David Edwards'ın 11 Nisan tarihli Vindication - A Statue Falls adlı Media Lens sitesinde yayınlanan yazısına baktığımızda ise heykelin yıkılmasıyla ilgili bambaşka bir resme rastlıyoruz.
BBC'nin Internet sitesinde yazılanlara bakarak, Firdevs meydanının, aslında birkaç düzine Iraklıdan çok, ABD ve İngiltere'den gelen yüzlerce basın mensubuyla dolu olduğunu söyleyen Edwards, daha az yayınlanan bir karede, heykelin etrafında sadece küçük bir grup Iraklının, onların etrafında tanklarla çevrelenmiş bomboş bir alanın ve bu tanklardan sonra da yine büyük bir boşluğun görülebildiğinden bahsediyor.
Yine, BBC'nin 18:00 haberlerinde, basın mensuplarının kaldığı otelin hemen yakınlarında gelişen bu olayı, savaşın bitişini imleyen 'tarihi bir olay', 'medyanın tarihe şahit olduğu bir an' gibi yorumlarla aktarıldığına dikkat çekiyor. Oysa Edwards'ın da belirttiği ve hepimizin bildiği gibi, savaş ve yıkım, medyada 9 Nisan öncesindeki savaş haberleri kadar yer bulamasa da devam etti.
İşgal gücünün sorumlulukları
9 Nisan'ı takip eden süreçte, otorite boşluğundan kaynaklanan bir kaos yaşandı Bağdat'ta. ABD güçleri ve yerel muhalif güçler arasındaki çatışmalar sürerken, ABD güçlerinin gözlerinin önünde yağmalar başladı.
Evlerin, fabrikaların, dükkanların yağmalanmasının yanı sıra hükümet arşivleri ve müzeler de talan olaylarından nasiplerini aldılar.
Sadece ABD için stratejik önem taşıyan içişleri ve petrol bakanlıklarının zarar görmeden kurtulabildikleri bu kaos süreci içerisinde, ABD uluslararası hukuk kuralları ihlalleri destesine iki yenisini ekledi: 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonuyla karara bağlanan, savaş durumunda başka bir ülkenin topraklarını işgal eden gücü, buradaki sivillerin, mülkiyetin ve kurumların korunmasından sorumlu kılan maddenin, ve 1954 tarihli silahlı çatışma durumunda kültürel mirasın korunması amaçlı uluslararası konvansiyonun kabul ettiği Lieber Kanunu'nun çiğnenmesine şahit olduk.
Kültürel miras neden yağmalanıyor
Robert Fisk 15 Nisan tarihli Independent'ta çıkan makalesinde, içinde yalnızca Osmanlı döneminde tutulan halife arşivleri değil, Irak'ın modern tarihinin karanlık yıllarından kalan, 1980-88 yılları arası süren İran-Irak savaşına dair el yazmalarının, kişisel fotoğraflar ve askeri günlüklerin, Arap gazetelerinin 1900lü yıllara kadar giden mikrofilm kopyalarının bulunduğu Ulusal Arşiv'in ve Kuran Kütüphanesi'nin yakılmasının, Arkeoloji Müzesi'ndeki tarihi eserlerin talanının Irak'ın kültürel kimliğini tamamen sildiğinden söz ediyor.
Ve soruyor: Neden? Ne gibi bir nedenle bu miras yok edildi? Biz bu sorudan hareketle, özellikle Firdevs Meydanı'ndaki Saddam Heykeli'nin yıkılmasının daha genel anlamda müze ve arşiv yağmalarının üstünü örten sembolik bir an olduğu vurgusunu yaparak, tüm bu gelişmelere kolektif hafıza açısından bakmak istiyoruz.
16. Louisnin idamı
Bağdat genelinde Saddam dönemine ait heykellerin yıkılmasını Paul Connerton'ın "How Societies Remember" (Toplumlar nasıl hatırlar?) isimli kitabında toplumsal hafıza ile ilgili çizdiği çerçeve içerisinde okuyabileceğimizi düşünüyoruz.
Connerton Fransız İhtilali sonrasında 16. Louis'nin başının giyotinle vücudundan ayrılmasını, ihtilalin krallık düzeninin yerine yeni bir düzen getireceği fikrinin toplumsal algıya yerleşmesine yardımcı olabilecek bir ritüel olarak yorumluyor.
Connerton, kendinden önceki düzeni hükümsüz göstermeye yönelik bir ritüelin, eski düzenin meşruiyetine işaret eden ritüelleri tersine çevirecek şekilde gerçekleştiğinde amacına ulaşabileceği önermesinden hareketle, taç giyme törenini andıracak şekilde düzenlenen 16. Louis'nin idamını yeni bir düzenin kurulmak üzere olduğunun işareti olarak değerlendiriyor.
Bu ritüelin, aynı zamanda, hanedanlık alanını hesaba katan, onu hatırlatan bir olay olması bağlamında, eski düzenin toplumsal hafızadaki konumunu değiştirmeye yönelik bir adım olarak da okunabileceğini düşünüyor.
Yıkarken kurmak
Saddam rejimi sırasında dikilen heykelleri ve gündelik hayatta onlarla kurulan ilişkileri toplumsal hafızayı şekillendiren ritüeller olarak ele alırsak, anıtsal sembollerin ABD güçleri tarafından yıkılmasını, bu ritüelleri tersine çeviren ritüeller olarak düşünebiliriz.
Bu açıdan baktığımızda,heykellerin yıkılması, bir yandan kurulacak yeni düzenin işaretlerini verirken diğer yandan da Saddam Rejiminin uzun vadede hem Irak halkınca hem de dünya kamuoyunda nasıl hatırlanacağını etkileyecek olaylar olarak gözüküyor.
Kamusal alana bu çeşit bir müdahale, Saddam Rejiminin kurguladığı tarihsel söylemin kırılmasına etkide bulunacak. Aynı zamanda yeni düzenin dayandırılacağı tarihsel kurgunun oluşumunu kolaylaştıracak. Bu nitelikleri dolayısıyla, heykellerin yıkılması toplumsal hafızanın şekillenmesi açısından anlamlı duruyor.
ABD nasıl hatırlansın isterdi?
Firdevs meydanındaki Saddam Heykelinin yıkılmasının diğer anıt yıkımlarının anlamlarına ek bir anlam taşıdığını düşünüyoruz. Bu anlam, ABD, Irak Savaşı'nın nasıl hatırlanmasını isterdi sorusuna verilecek cevapla ilişkili. Bildiğimiz gibi, ABDnin Irak'a müdahaleyi meşru kılacak bir dizi geçersizliği malum söylemsel argümanları vardı.
Irak'ın terörle bağlantılı olduğu ya da kitle imha silahları barındırdığı iddialarının dünya kamuoyunda sorgulanmasını takiben son olarak Irak halkını Saddam rejiminin baskısından kurtarmak savaşın ana hedefi olarak ön plana çıkarıldı.
Firdevs meydanındaki Saddam Heykeli'nin yıkılması, medya tarafından, az önce belirttiğimiz, savaşın Irak halkını özgürlüğe kavuşturma amacına ulaşarak sona erdiği izlenimi yaratacak şekilde sunulması niteliğiyle, 'özgürleştirme anlatısını' tamamlayıcı bir öğe olarak yerini aldı.
Yağmalama özgürlüğü!
İşte, tam da bu anlatının kapandığı noktada, işgali takip eden günlerdeki yağmalamalar bir ölçüde görünmez oldu. ABDli yetkililerce, bu olaylara ilişkin olarak 'Irak halkının yağmalama özgürlüğünü kullandığı' fikri öne sürüldü.
Aynı zamanda, Irak halkının Saddam rejimi altındaki sefaletine dikkat çektiği düşünülen yağmalar savaşın meşruluğunu bir kez daha pekiştiren öğeler olarak değerlendirildi.
Bu bağlamda, Firdevs Meydanı'ndaki yıkımın, yağmalama süreci içerisinde ABDnin sadece petrol ve içişleri bakanlıklarının korunmasından oluşan ve dolayısıyla savaşın daha gerçek nedenleri hakkında ipuçları veren tutumunun dünya kamuoyunda pek de dikkat çekmemesine yol açtığını ileri sürebiliriz.
Yeni düzene hazırlık
Müze ve arşiv yağmalarına gelecek olursak, ABDnin göz yumduğu bu olayların, çıkış noktaları ne olursa olsun, ki gelişme süreçleri önceden kestirilemezdi, yeni bir düzenin kurulması aşamasında etkide bulunacak unsurlar olarak değerlendirilebileceğini düşünüyoruz.
Bağdat'taki müzelerin yağmalanmasının dünya kültürel mirası açısından yeri doldurulamaz birer kayıp olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Yağma sürecinin, dünya mirası olarak kabul edilen tarihi kaynakların yanında Irak'ın yakın geçmişine dair tarihsel materyallerin de kaybolmasına yol açması, bu süreci bizim sunumumuz açısından daha da anlamlı kılıyor.
Bu sürecin, mevcut tarihsel söylemlerin çözülmesinde rol oynayacağını düşündüğümüzde, bu tarihsel söylemlerden beslenen kimlik kurgularında gerçekleşebilecek bir değişimin de zeminini hazırladığını varsayabiliriz.
Yıkımı görünmez kılan özgürlük
Mevcut düzenin gerek siyasi, gerek ekonomik, gerekse hukuksal işleyişinin ve devamlılığının önemli parçalarını oluşturan arşivlerin yağmalanmasından doğacak boşluğun, yeni kurulacak düzenin oluşturulmasında sağlayacağı geniş hareket alanının da ayrıca önemli olduğunu düşünüyoruz.
Bitirirken, Firdevs Meydanı'ndaki Saddam heykelinin yıkılmasının, takip eden süreç içerisindeki müze ve arşiv yağmalarının üzerine büyük bir gölge gibi düştüğünü bir kez daha vurgulamak istiyoruz.
9 Nisan günü, ABDnin 'özgürleştirici savaş' anlatısını büyük bir çoğunluğun gözünde noktalayan, televizyonlardan izlediğimiz gösteri, Irak genelinde devam eden yıkımı önemli bir ölçüde görünmez kıldı. Farklı hatırlanması istenen şey, yalnızca ABDnin haksız müdahalesi ve yerle bir edilen Irak coğrafyası değil, aynı zamanda Iraklı halkların tarihi.
Temiz mekana sızacak artıklar
Michel De Certau'nun dediği gibi, yeni düzen, eski düzene ait unutturulması gereken, ama bir şekilde tekrar ortaya çıkması kaçınılmaz olan bir 'artık'lar toplamının üzerinde yükselir.
ABDnin Irak'ta kuracağı yeni düzenin 'temiz' mekanı, içine farklı biçimlerde sızacak bu 'artık'ların geri dönüşlerini nasıl karşılayacak, onu bilemiyoruz. (BE/EL/NM)
* Bu yazı, Sabancı Üniversitesi Kültürel Etütler Programı ve Siyaset Bilimi Bölümü ile Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nün ortaklaşa düzenlediği Savaş ve Barış Atölyesi için hazırlandı ve 16 Haziran 2003'de Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu'nda sunuldu.
** Berna Ekal ve Evren Luş Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü son sınıf öğrencileri.