Bir şeyleri gizleyen bakışlarıyla resimdeki o kadın Orta Doğu'nun bilinmezliklerle dolu gerçeğini bilir gibi bakıyor, ona bakanlara sanki "sen bunları hiçbir zaman bilemezsin" diyordu. Doğrusu meraktı bana o kitabı aldırtan.
Ama ilk sayfalarını açtığımda keyfim daha çok yerine geldi. Kitabın özgün adı "Bir kadın doktorun anıları"ydı ve Nawal El Saadawi bir hekimdi.
50 yıl önce Mısır'da
Eskiden beri hekimlerin mesleki ve bilimsel konular dışında yazdığı kitaplar hep ilgimi çeker. Alır okurum. Özenirim. Bulduğumda hemen okurum. Bunu da okudum.
Kitabın yazılması ve bir gazetede ilk yayınlanışı benim yaşımla denkti. Neredeyse 50 yıl öncenin Mısır'ına götürecekti kitap beni. Daha kitabın önsözünde daha önce tanımadığım bu yazarın vurguları bana seçimim için "tam isabet" dedirtti. O bakışlarda gerçekten bilmediğim bir şeyler varmış. Onları keşfettim.
Kitapta ele alınan konunun evrensel bir sorun olduğunu fark edince daha bir hızla okudum. O günlerde neler yaşanmış, El Saadawi neler düşünmüş anlamaya çalıştım.
Kendi cinsine bakış
Bu bir tanıtım yazısı değil aslında. Kitabı da anlatmayacağım. Asıl kitabın ele aldığı konu ve o romandaki aynı zamanda bir hekim olan kadın kahramanın kendi cinsine bakışı ve kadın erkek sorununa yaklaşımı beni yazmaya iten. Kim bilir belki de şimdilerde de birçok insanın açmazı bu noktada oluştuğu için bana önemli geldi. Kim bilir!..
Şimdi kitaba dönelim. Orada bir kız çocuğunun çocukluktan çıkıp kadın olması, durumuna ve toplumda mevcut değer yargılarına karşı çıkışı, farklılığı algılaması, eşitliği talebi sonrasında ise doğanın sunduğunu anlamasına kadar geçen bir süreç anlatılıyor.
O sürecin kimi satır başlarını El Saadawi'nin kaleminden okuyalım ilkin. Sonra da tartışalım. Hayır burada değil. Kendimizle, çevremizle, bu sorunu yaşayan en azından kenarından değen kişilerle. Kim bilir belki o resimdeki kadının bakışlarında belki de bilmediğimiz başka şeyler gizlidir.
Tanrıça ve emrine amade erkekler
"Kadın olmaktan nefret ediyordum. Kendimi zincirlerle bağlanmış gibi hissediyordum; koşup oynamama izin vermeyen, beni yatağa bağlayan, kendi kanımdan yapılmış zincirlerdi bunlar, kendi bedenimin hücrelerinin yarattığı, utanç verici ve aşağılayıcı zincirler..."(S:4)
"Kendime, kendimi bir tanrıça, erkekleriyse her an emrime amade, aptal ve çaresiz yaratıklar rolünü uygun gördüğüm, özel bir hayal dünyası yaratmıştım. Sadece bana ait olan bu dünyada, meleklerimi sandalyelerin üstüne yerleştirip, oğlanları ise yerlere oturtup, kendi kendime durmadan hikayeler anlattığım yüksek bir tahtın üstünde oturuyordum."(S:6)
"Yüzlerine bakıp bir çığlık attım ve odama koştum, içeri girer girmez de arkamdan kapıyı çarparak kapattım. Sonra aynanın karşısına geçip göğüslerime baktım. Onlardan, o iki çıkıntıdan, geleceğimin nasıl olacağını belirlemekte olan iki et parçasından nefret ediyordum! Onları keskin bir bıçakla diplerinden kesmeyi nasıl da isterdim! Ama yapamazdım. Bütün yapabileceğim, sadece sıkı bir korseyle sarıp düzleştirerek saklamaktı onları." (S:8)
Keskin makaslar ve uzun saçlar
"Uzun saçlarımın keskin makasların ağızlarında kıvrım kıvrım oluşunu ve sonra yere düşüşünü seyrettim. Annemin bir kadını taçlandıran gurur kaynağı dediği şeyler bunlar mıydı? Bir kadının tacı sırf böyle bir kararlılık ânından dolayı yere düşü paramparça olabilir miydi? İçim, kadınlığa karşı büyük bir horgörüyle dolmuştu: Kadınların değersiz ıvır zıvır şeylere inandıklarını o anda kendi gözlerimle görmüştüm. Ve bu hor görü bana yeni bir güç kazandırdı. Emin adımlarla tekrar eve doğru yürüdüm ve yeni, kısacık kesilmiş saçlarımla annemin önünde dimdik durdum. Annem beni görünce acı bir çığlık kopardı ve yüzüme okkalı bir tokat yapıştırdı." (S:9-10)
"Kadınlığımdan nefret ediyor, kadın doğama diş biliyor ve vücudum hakkında hiç bir şey bilmiyordum. Bana kalan tek seçenek reddetmek, meydan okumak ve karşı koymaktı! Anneme ve büyükanneme onlar gibi bir kadın olmadığımı, hayatımı mutfakta soğan sarımsak soyarak harcamayacağımı, bütün günlerimi kocam olacak adam durmadan yemek yesin diye heba etmeyeceğimi kanıtlamak için kadınlığımı reddedecek, kadın doğama kafa tutacak ve vücudumdaki bütün arzulara karşı koyacaktım." (S:14-15)
"Bir erkek vücudu muydu; dış tarafı kıllarla kaplı, içi çürüyen ve kokan organlarla dolu, beyni yapışkan bir beyaz sıvının içinde yüzen ve kalbi kıpkırmızı kanlar içinde olan? İçiyle dışıyla ne kadar da çirkindi... akla gelebilecek en çirkin şeydi!" (S:20)
Kadında erkek, erkekte kadın
"Göğüsleri sarkık ve zayıftı; çocukluğumda bana o kadar işkence etmiş olan bu iki et parçası, genç kızların geleceğini belirleyen, erkeklerin gözlerini ve akıllarını tutuşturan bu sarkık etler, orada, büzülmüş ve eski bir ayakkabı derisi gibi kurumuş olarak duruyordu. Kızların geleceğinin içi ne kadar boştu, erkeklerin kalpleri ve gözlerini dolduran bu şeyler ne kadar önemsiz görünüyordu!" (S:21)
"Bilim bana, kadınların erkeklere, erkeklerin de insanlara benzediklerini kanıtlamıştı. Kadınların da erkeklerinki gibi bir kalbi, bir sinir sistemi ve bir beyni; hayvanların da insanların ki gibi bir kalpleri, bir sinir sistemleri ve bir beyinleri vardı. Aralarında temel bir farklılık yoktu! Bir kadın kendi içinde bir erkek barındırırken, bir erkek de kendi derinliklerinde kesinlikle bir kadını gizliyordu." (S:26)
"Benim içimdeki bu mücadelenin kapsamı birden genişledi ve erkeklikle kadınlıktan çıkıp, bir bütün olarak insanlığa yöneldi. İnsanlar, kaslarına, beyin hücrelerine, damar ve sinir sistemlerinin karmaşıklığına rağmen ne kadar da önemsiz yaratıklar olarak görünüyorlardı." (S:32)
Kadınlığın şafağı
"İnsanların kalabalıkta kaybettiği, bilimin kendi dev aygıtının şaşaası arasında gözünden kaçırdığı ve aklın açıklayamadığı bir anlam... Bu anlam, sevgiydi; yaşama sevgisi, hastalıkta ve sağlıkta, bilinen ve bilinmeyen yanlarıyla, başlangıçları ve sonlarıyla yaşamanın hazzı ve acısı. Sevgi. Kalbim bu yeni sözcüğe vuruldu, içimden bir hasret çığı devrildi ve ruhumda bir ateş parladı." (S:41)
"Yirmi beş yıllık hayatım, kadınlığımı hissetmeden geçmişti. Kalbim bir erkek yüzünden bir kere bile daha hızlı çarpmamış, dudaklarım öpücük diye bilinen o harikûlade şeyi bir kere bile tatmamıştı. Ergenliğin hararetli ateşinden geçmemiştim hiç. Çocukluğumu annemle, ağabeyimler ve kendimle mücadele ederek harcamıştım. Ders kitapları bütün ergenliğimi ve kadınlığımın şafağını tüketmişti." (S.42)
"İşte karşımda, bütün bunları kabul eden, kadınların da erkekler gibi hem bedenleri, hem de akılları olduğunun farkına varmış bir adam vardı. Karşımda, tam da benim etrafımda olup bitenleri ilk fark etmeye başladığım günden beri kendime söyleyip durduğum sözleri tekrarlayan bir adam vardı."(S:51)
Mükemmel erkek, mükemmel aşk
"Özel dünyam, yatak odam artık sadece bana ait değildi. Daha önce hiç kimseyle paylaşmadığım yatağım da onun olmuştu. Uyurken ne zaman sağa sola dönsem elim onun terden yapış yapış olan pürüzlü yuvarlak başına, koluna ya da bacağına çarpıyordu. Yanımda soluk alıp verirken çıkardığı ses, odayı hazin bir yas havasıyla dolduruyordu. Gözleri kapalı olduğunda beni bu adama bağlayan hiçbir şey kalmıyordu. Onu disseksiyon odasındakiler gibi cansız bir vücut olarak görüyordum. Ama gözlerini açtığı ve annelik içgüdülerimi uyandıran, ama hâlâ ben de cinsel bir arzu yaratmayan, aciz, yalvaran bakışlarından biriyle karşılaştığımda, onu, hiç hatırlamadığım bir yerde ve zamanda bacaklarımın arasından kayıp çıkıveren çocuğum gibi görüyordum." (S:56)
"Bir adamın derinliklerine bakmadan, karanlıkta söylediği sözlere inanmıştım. Zayıflığı bana ihtiyaç duyması kandırmıştı beni. Bu zayıf insanın, daha güçlü bir insan olsa tenezzül etmeyeceği ve üstesinden geleceği komplekslerini, sıradan, aşağılık özelliklerini gizlediğini anlamamıştım. Evet, yanılmıştım." (S:59)
"Hayal gücümde yarattığım gibi mükemmel bir erkek ve mükemmel bir aşk istiyordum; onun bedeli olarak çok uzun bir süre yalnız kalmam gerekse de, bu amaçlarımın ikisinden de vazgeçmeyecektim. 'Ya hep, ya hiç!' Değişmez ilkem buydu ve yarım yamalak çarelere asla boyun eğmeyecektim. O adamı her yerde (saraylarda ve mağaralarda, gece kulüplerinde ve manastırlarda, bilim laboratuarlarında ve sanat tapınaklarında, parlak ışıklarda ve zifiri karanlıkta, yüksek tepelerde ve dibi görünmez uçurumlarda, telaşla koşuşturulan şehirlerde ve balta girmemiş vahşi ormanlarda) aramaya karar verdim." (S:63)
Memelerime kaçamak bakışlar
"Ne istiyorsun sen? Her şeye isyan ettin ve bir kadın hayatı sürmeyi reddettin. Gerçeğin peşinden koştun ve gerçek seni kendinden kopardı. Ya erkekler? Onlara baktın, araştırdın ve umutsuzluğa sürüklendin, sonra da dudaklarını her şeyi hor görerek mühürledin." (S:76)
"Benimle konuşurken hep bana bakıyordu. Bacaklarıma baktığını ya da memelerime kaçamak bakışlar attığını bir kere bile yakalamamıştım. Yalnızdık. Çevremiz dört duvarla kapalıydı. Ama onun bu duvarları gördüğünü ya da hissettiğini sanmıyordum. Başka bir düzlemdeydi ve ben etten kandan yapılmış biri olarak onun yanındaydım. Yine de hedefinin vücudum olduğu duygusuna hiç kapılmadım. Doğrudan kalbime ve aklıma sesleniyordu."(S:87)
"Yüzümü göğsüne saklayıp ona sarılarak beni korumasını istedim. Sanki geçmiş hayatım silinip gitmiş, ben tekrar yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğa dönmüştüm. Beni tutacak bir ele ihtiyaç duymaya başlamıştım. Hayatımda ilk defa başka birine ihtiyacım olduğunu hissediyor, annemin karşısında bile hissetmediğim bir duyguyu yaşıyordum. Başımı göğsüne gömdüm ve orasını sakin, ferah göz yaşlarımla ıslattım." (S:92)
Nawal ve Sherif
Bunlar El Saadawi'nin romanının kadın kahramanına söylettiği sözler. Kitabın başında yazarın tanıtıldığı bölümde tabu sayılan konularda kavgalar verdiği, siyasi yazıları nedeniyle işinden uzaklaştırıldığı, ayrımcılığa maruz kaldığı, yıllarca hapis yattığı ve ölüm cezasına karşı mücadele ettiği yazıyor.
Bir doktor olan eşi Sherif Hetata ile birlikte kendi adlarını taşıyan sitede bu yaptıklarını anlatıyor. İçinde yer aldıkları örgütleri ve çalışmalarını anlatıyorlar.
Sitesinde yer alan son yazılarından birisi de geçen yıl Porto Alegre'deki dünya forumunda yaptığı "Another World is Possible" (Başka bir dünya mümkün) başlıklı konuşma. Onları tanımak gerektiğini düşünüyorum.
Bu romanı okumanın da... Dahası bir yolunu bulup onları buraya getirmeyi onları kendi ağızlarından dinlemeyi de çok istiyorum. Öğreneceğimiz çok ama çok şey var çünkü.
* Kaynaklar: