Abdullah Çakıroğlu bayramın birinci günü sabahı nöbetten dönen hemşire Ayşegül Terzi'ye otobüste "şort giydiği" bahanesiyle saldırdı.
Çakıroğlu önce gözaltına alındı, sonra serbest bırakıldı. Tepkiler üzerine yeniden gözaltına alındı. Ancak, Çakıroğlu Tersi'ye saldırdığında otobüste çok sayıda yolcu olmasına rağmen sadece birkaç kişi müdahale etti. Otobüs şoförü olaya herhangi bir şekilde engel olmazken, Terzi’yi bir durak sonra indirdi.
Tüm bu olaylar çerçevesinde eksik kalan soruları, saldırganın failine yönelik sistemin yaklaşımını feminist avukat Meriç Eyüboğlu’na sorduk.
Saldırgan ilk gözaltına alınma gerekçesi “yaralama”ydı. Ve bu şekilde serbest bırakıldı. Bu hukuken doğru bir yaklaşım mıydı?
M. E.: Burada suçun tasnifi yanlıştı. Ortada sadece yaralama yok. Saldırı, aşağılama “Şeytansın” gibi söylemler var.
Ancak biz adamların savcılıkça serbest bırakılmasına aşinayız. Yıllar önce 1 Ocak günü turist kadınlara tacizde bulunan erkekler Kabahat Kanunu’na göre 54 TL para cezası ödeyerek serbest bırakılmıştı.
2014’te kocası tarafından 43 yerinden tornavidayla yaralanan Hasret’in kocası ancak hakkındaki üçüncü gözaltı kararından sonra tutuklanmıştı. Erkek üç defa savcılığa getirilip sorgu hakimliğine sevk edilmişti. Bu neredeyse bir aylık süreçti ve bu süre boyunca serbest bırakılıp yeniden yakalanması zaman aldığı için kadının can güvenliği yoktu.
Dolayısıyla, saldırgan eğer ki Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilseydi, onun da kararı serbest bırakmak olacaktı.
Suçun tasnifi ne olmalıydı?
M. E.: İkinci gözaltı kararındaki gerekçe doğru ancak eksik. Çakıroğlu ikinci defa, Türk Ceza Kanunu’nda olmayan “nefret suçu” diye tartıştığımız TCK 216/1. maddesinde düzenlenen "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" ve TCK 115/3. maddesinde düzenlenen "İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme" suçlarından tutuklanması talebiyle nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği'ne sevk edildi.
Biz bu maddeyi genelde Kürt siyasetçilere ve solculara yöneltilmesinden aşinayız.
M. E.: Doğru. Şebnem Korur Fincancı’ya da bu suçlama yöneltilmişti. Bu durum bize yasanın yeterli olmadığını gösteriyor.
Saldırganın suçlandığı, yasanın ikinci fıkrasında göre “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.
Ancak bu olayda bir cinsiyete yönelik aşağılamanın yanı sıra saldırı, darp ve yaralama var. Bu durum bize yasanın yeterli olmadığını gösteriyor. LGBTİ ve kadınlara yönelik saldırılarda bunu fark ediyoruz. Ancak son tasarıya göre iki yıla kadar hapis istenen suçlarda uzlaşma yolunun açılacağı yönünde bir düzenleme var. Böyle bir durumda, zaten korumada eksik kalan yasa, bizleri hiçbir şekilde koruyamayacak hale gelecek.
Saldırgan ifadesinde psikolojik rahatsızlığı olduğunu, bu nedenle “istem dışı hareketle” saldırdığını ileri sürdü. Bu durumda savcılık ne yapmalıydı?
M. E.: “Akıl sağlığı yerinde değil” argümanı bizim erkek şiddeti davalarında sıkça karşılaştığımız bir argüman. Psikolojik rahatsızlığı olan da olmayan da bu argümana sığınıyor. Burada da erkek şiddetinin muhafazakarlık ve dindarlıkla birleştiğini görüyoruz. Bu kabul edilemez bir şey.
Ancak böyle bir iddia durumunda savcılığın serbest bırakmak yerine akıl sağlığına ilişkin kuşku varsa hastaneye sevk etmesi gerekiyor. Bu bir günde de anlaşılabilecek bir süreç değil. Üç hafta boyunca kişinin gözlemlenmesi, hekimlerce toplum hayatına dahil olup olamayacağına karar verilmesi gerekiyor.
Serbest bırakma kararı veren savcı ile ikinci gözaltı kararı veren savcının aynı kişiler olduğunu bilmiyoruz. Ancak, velev ki aynı kişiler olsa bile, saldırgan serbest bırakıldıktan sonra yeniden gözaltına alınana kadar başka bir “şortlu kadın”a islam hukuku adına saldırabilirdi. Böyle bir durumda serbest bırakılma kararını veren savcının sorumluluğu olmayacak mıydı? Bu savcı ile ilgili işlem yapılmayacak mı?
M. E.: Ne yazık ki öyle bir adalet yok. Bu olay HSYK’nın tanıklığında gerçekleşti. Daha önce de görevini yapmayan savcılarla ilgili suç duyurusunda bulunduk ama HSYK hep kendi savcısını korudu.
Ayşegül Terzi saldırıya uğradığında yalnız değildi. Otobüste çok sayıda insan vardı ve aktardığına göre çok azı kendisine yardımcı oldu. Şoför ise bir şey yapmadı. Otobüsteki kişilerin güvenliğinden şoför sorumlu değil mi?
M. E.: Şoför ile ilgili olarak İETT’nin ve belediyenin kendi sorumluluğu var. Ayrıca hukuki sorumluluk da var. Savcılığın bununla ilgili işlem yapması gerekiyor. Ancak, şoförün ötesinde otobüste genel bir müdahalesizlik hali var. Bu kaygı verici.
Saldırganın güvenlik görevlisi olarak çalıştığı haberlerde yer aldı. Tıbbi durumuna bakıldığında bu işte çalışması mümkün mü?
M. E.: Özel güvenlik konusundaki sorunlar ayyuka çıktı. Her yer üç kuruşa özel güvenlik çalıştırıyor. Bu konuyla ilgili özel bir düzenlemeye ihtiyaç var. (EA)