Oy avcılığının söylemi barışın, demokrasinin, insan haklarının değil, milliyetçiliğin, ırkçılığın, ayrımcılığın üzerine daha çok kuruldukça, sıra devlet eliyle insan öldürmenin meşrulaştırılmasına, ölüm cezası propagandasına geldi.
Üstüne bir de medyada "sakin duralım" tonunda köşe yazıları yazıldı. Peki bütün bu tabloda ne eksik? Kimse insan haklarından bahsetmiyor. Bütün bunlar gayet "olağan" karşılanıyor.
Hak edenler
Türkiye'de iki işkence algısı araştırması gerçekleştiren Prof. Dr. Melek Göregenli'nin adalet algısıyla ilgili saptamasını anımsamakta yarar var. Hemen herkesin "hak edenler, hak etmeyenler" algısı olabiliyor ve bu insan haklarıyla ilgili sorunlara yaklaşımı fazlasıyla belirliyor.
Yani hemen herkesin "ölüm cezasını, işkenceyi, kötü muameleyi, tecavüzü, istismarı hak edenler"" diye meşrulaştırabildiği bir liste olabiliyor aklında. Bir tür "insan haklarını hak etmeyenler" algısı.
Ölüm yarıştıranlar
Recep Tayyip Erdoğan'la Devlet Bahçeli'nin itişmesi, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın "asılmamasında kimin kabahatli" olduğu üzerineydi. Önce Erdoğan "Milliyetçiyiz demekle milliyetçi olunmaz. Terör örgütünün başını sana hediye edecekler. Sen hapishaneyi İmralı'da döşeyeceksin, faturayı AKP'ye keseceksin" dedi.
Bahçeli de Erzurum mitinginde ""MHP'yi 'Asmadı' diye itham edeceğine asacak ip mi bulamıyorsun al sana ip bölücü başını asabiliyorsan sen as" dedi. Bu arada arkasında duran görevliye "Ver şunu" diye yüksek sesle bağırıyor, adam -belinden mi ceketinden mi- bir ipi aceleyle çıkarıp Bahçeli'nin eline tutuşturuyor, o da kalabalığa doğru fırlatıyordu. Bütün o hezeyan içindeki ses yükselmesi, ip isteme, ip fırlatma, önceden hazırlıklıydı anlayacağınız. Kötü mizansen, kötü performans, kötü niyet!..
Erdoğan'ın yanıtı "Bu kadar mahirdin de sana teslim ettikleri zaman iktidardaydın ip yoksa millet sana ip gönderirdi, bu işi halletseydin ya" oldu.
Bu arada, Yaşar Nuri Öztürk, "idam cezasını kapsamını genişleterek geri getireceklerini" söylüyordu.
TV8'de Yüksek Siyaset programına katılan Büyük Birlik Partisi'nden (BBP) Kahramanmaraş bağımsız milletvekili adayı Kemal Yavuz, "idam cezasını teröristler ve vatan hainleri için geri getireceklerini" rahat rahat ifade edebiliyordu.
Gazetecilere gelince durum daha da beter. "Siyaseten doğru" yazılar birbirini izledi. Radikal'in yayın yönetmeni İsmet Berkan şunu yazabiliyordu:
"Sorun, Abdullah Öcalan'ın asılmasıyla çözülemez, çözülecek olsa idama karşı olmama rağmen ben bile savunurum asılmasını."
Ölüm cezasını ne savunabilirsiniz, ne de propagandasını yapabilirsiniz
İnsan hakları kavramıyla karşılaşan birinin ilk öğrendiği şey "yaşam hakkı"dır. Hiçbir koşulda ihlal edilemez. Devletlerin bırakın yaşam hakkını ihlal etmeye hakkının olmamasını, yaşam hakkını koruma yükümlülüğü vardır.
Üstelik bu kişiye göre de değişmez. Yani kimsenin yaşam hakkını ihlal edemezsiniz, herkesin yaşam hakkını korumak zorundasınızdır.
Türkiye ülkelerin ölüm cezasının kaldırılmasına çekince getirememesini garanti altına alan Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'ne ek ikinci seçmeli protokolü Ekim 2005'te onayladı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) "ölüm cezasının savaş veya savaş tehlikesi durumunda da kaldırılmasını" öngören 13. protokolü de aynı dönemde onaylanmıştı.
Ölüm cezasının suçu azalttığına dair hiçbir kanıt yok
Ölüm cezasını hararetle savunanların en büyük savı, "caydırıcı olacağı için suç oranını azaltacağı". Bu savın nasıl bir balon olduğunu anımsayalım:
ABD'deki İdam Bilgi Merkezi'nin araştırmalarına göre, idam ölüm suçu azalttığına dair hiçbir kanıt yok:
* ABD'de ölüm cezasının uygulandığı eyaletlerdeki cinayet oranı, diğer eyaletlerdekine göre yüzde 44 daha fazla.
* ABD'deki cinayet oranı, suçu ne olursa olsun mahkumlarını idam etmeyen Avrupa'dakinden dört kat fazla.
Bunun yanı sıra, güçsüz gruplar ölüm cezasına çok daha fazla çarptırılıyor; coğrafya ve ırk ölüm kararlarında rol oynuyor.
Ölüm geri alınamayan, tazmin edilemeyen ceza türlerinden biri. Uluslararası Af Örgütü'nün (UAÖ) rakamlarına göre, ABD'de idam cezasına çarptırıldıktan sonra, yeni kanıtların ortaya çıkmasıyla suçsuz olduğu anlaşılan kişilerin sayısı, 1973'ten bu yana, 122.
Roger Hood'un "Ölüm Cezası" kitabına göreyse, ölüm cezasını kaldıran ülkelerde suç oranı düşüyor:
Örneğin, Kanada'da cinayet oranı ölüm cezasının kaldırılmasından önce yüz binde 3,09'ken, bu oran 1980'de 2,41'e, 2003'te 1,73'e düşmüş durumda.
Milliyetçilik yarıştırmanın ucu ölüm savunuculuğuna varıyor
Siyasi partilerin Kürt sorunu, insan hakları, demokrasi, emek hakları, yoksulluk, sosyal haklar ve sosyal politika konularında doğru dürüst bir siyaseti yokken, Genelkurmay yaklaşık iki yıl önceden seçim sonuçlarını "güvenlik partisi"nin kazanmasına doğru hamlelerini yapmışken, ellerinde milliyetçilik yarıştırmaktan başka bir koz kalmıyor.
Bu da eninde sonunda "ölüm politikası" yapmak demek. "Siyaseten doğru gazeteciliğin" de "insan hakları" yerine "insan haklarını şimdilik ihlal etmeye gerek yok" demekten başka yolu yok.
Siyasetçilere ve gazetecilere öneriler
"Ölüm cezası isteriz" diye tutturanlarla, onlara ses çıkarmayan gazetecilere, belki yaşam üzerine bir şeyler düşünebilirler diye birkaç öneri:
* Vakit kaybetmeden temel insan hakları eğitimi alın. Hatta bunu partinizde, medya kuruluşunuzda zorunluluk haline getirin. Nasıl yapacağınızı bilemezseniz, Türkiye'deki insan hakları örgütleri yanı başınızda; eminim seve seve yardımcı olacaklardır.
* Gazeteci Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni bir daha okuyun. (Yoksa şimdiye kadar okumadınız mı?) İnsan haklarını savunmanın "göreviniz" olduğunu anımsayın.
* Kültürel faaliyet niyetine Krzysztof Kieslowski'nin "Öldürme Üzerine Kısa Bir Film"ini izleyin. Merak etmeyin, hemen her DVD'cide var. Arkadaşlarınızla buluşup "devlet eliyle cinayet" kavramı üzerine tartışın. (TK)