Halen yargılandığım üç davadan çok, Türkiye'de düşünce ve ifade özgürlüğünün genişlemesine, kendi çalışma alanı olan yayıncılık aracılığıyla bilinçli müdahalede bulunan Ayşe Nur Zarakolu'nun (ANZ) katkısından bahsedeceğim.
Bir sosyolog ve insan hakları aktivisti olan ANZ, yayıncılık meselesini sürdürürken, bunu aynı zamanda, düşünce ve ifade özgürlüğünü hayata geçirme aracı olarak kullandı.
1972 yılında, 12 Mart rejimi döneminde, işkence Türkiye gündemine oturduğunda, Albaylar Cuntası'nın komşu Yunanistan'daki işkence uygulamaları üzerinden konuyu tartışmaya açmaya karar verdik.
Ben, tiyatrocu Korevessis'in The Method adlı kitabını, daha sonra, Af Örgütü'nün Yunanistan Raporu'nu çevirdim, ama bir süre sonra Ho Chi Minh ve Vietnam Savaşı hakkındaki bir yazımdan dolayı ünlü TCK 142. maddesinden dolayı hapis cezası aldım, hapse girdim, koca koca ceza hukuku profesörleri yazımda suç bulmuşlardı.
Bugünkü mahkememe sunulan raporda olduğu gibi. Ayşe, kitabın yayınlanmasını sağladı tek başına, ben 1974 affıyla özgür kaldıktan sonra kitap halinde görebildim çevirimi.
ANZ, Özellikle tabu olan konu ve alanlarda, bir çeşit sivil itaatsizlik eylemi yaparak, bu tabuların açılmasına ve tartışma alanlarının genişlemesine katkıda bulundu.
1982'de ANZ, askeri cunta hükümeti döneminde, Türkiye solu şiddet kullanılarak toplumun yaşamından silinirken, Mete Tunçay'ın Eski Sol Üstüne Yeni Bilgiler adlı kitabını editörü olduğu Belge Yayınları çatısı altında yayınlayarak, bir yok etme süreci daha sürerken, bilinçli bir müdahalede bulundu. Tutuklandı, cezaevine konuldu.
Yaptığı güçlü savunmalar ile, TCK'nın o dönemlerde en popüler maddesi olan 142 madde çerçevesinde, hem de Sıkıyönetim Mahkemesinde beraat etti. Kitaplarını geri aldı. İstanbul Sıkıyönetim Komutanının özel emri ile bu kitaplar yeniden toplatılarak, mahkeme kararı ile değil, komutanın olağanüstü yetkisi ile imha edildi.
Onu tutuklayan komiser, "biz bir nesli yok ettik, siz neyi hortlatmak istiyorsunuz?" diye bağırıyordu. Aslında buradaki "yoketme" ve "hortlatma" kavramları, sistemin hangi paranoik duygularla ifade özgürlüğünü kısıtladığını açıklayan şifrelerdi.
1982 yılında ben de Alan Yayınları editörü olarak Yunanlı yazar Dido Sotiriyu'nun Benden Selam Söyle Anadolu'ya adlı kitabından dolayı usta çevirmen Attila Tokatlı ile birlikte Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılandım.
Bu kez suçlama Türklüğe ve Türk ordusuna hakaret idi. Yani TCK'nın ünlü bir diğer maddesi 159. Bu dava da beraatla sonuçlandı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı, ordu kütüphaneleri için 169 adet satın aldı bu kez.
Şimdi ilginçtir ki, Sıkıyönetim Mahkemesinde beraat ettiğim TCK'nın ünlü 159. maddesinden dolayı, tam 23 yıl sonra yeniden yargılanıyorum, George Jerjian'ın Gerçek Bizi Özgür Kılacak / Ermeni-Türk Barışması ve Dora Sakayan'ın Bir Ermeni Doktor'un Yaşadıkları adlı kitaplarını yayınladığım için. Ve askeri hakimler arasından çıktığı kadar, sivil hakimler arasından da, cesur hakimlerin çıkacağını umut etmek istiyorum.
Yine kritik bir dönemde, 1990'da ANZ, Kürt sorununa ilişkin tabuyu zorlamaya karar verdi. Çünkü, Türkiye Kürt sorununu her boyutu ile tartışmadan, bir yangına dönüşeceği anlaşılan bu sorunu bir çözüme ulaştıramazdı. İfade özgürlüğünün kısıtlanması sorunun hem kavranmasını hem de çözümünü engelliyordu.
Bu engelleme sivil itaatsizlik olmadan aşılamazdı. Ve ANZ bir yıl içinde, kitapları 14 yıldır yayınlanamayan sosyolog Dr. İsmail Beşikçi'nin, Devletlerarası Sömürge Kürdistan başta olmak üzere beş kitabını peşpeşe yayınladı. Suçlama yine ünlü TCK 142. maddesinin ihlali.
1991'de TCK'nın 142. maddesi kaldırılınca hepsinden beraat etti.
Ama 142. maddenin yerine, Terörle Mücadele Yasası'nın (TMY) 8. maddesi ikame edilmişti. Birkaç ay sonra, bu maddeden ilk toplanan kitap İsmail Beşikçi'nin, CHP Programı ve Kürt Sorunu adlı kitabı oldu. Ve 1994'te TMY dan dolayı ilk hapse giren yayıncı da ANZ oldu.
Türkiye PEN'i Cezaevindeki Yazarlar Komitesi başkanı olarak Basın Konseyi'nin TMY ve ifade özgürlüğü ile ilgili ortak çalışmasına katıldım. Ufak tefek değişiklikler sağlanabildi yasada. Ama yine de bu, en azından devam eden davaların askıya alınmasını sağladı.
Daha sonra yürütülen düşünce özgürlüğü kampanyaları da, yapılan kısmi yasa değişikliklerine neden olarak, en azından o dönemdeki davaların askıya alınmasını sağladı.
1993 yılında, ANZ en büyük tabuyu, Ermeni Soykırımını Türkiye gündemine taşımaya karar verdi. Çünkü, Kürt köyleri boşaltılmaya başlanmıştı, faili meçhul cinayetler çığ gibi artmıştı.
İnsanlığa karşı işlenecek suçları önlemenin tek yolu ise kendi tarihimiz ile yüzleşmekten geçiyordu ona göre. Yeni soykırımları engellemenin başka bir yolu yoktu, yüzleşme ve özür dışında. Fransız yazarı Yves Ternon'un Ermeni Tabusu kitabından dolayı ANZ iki yıl ağır hapse mahkum oldu. Ceza TMY'nin 8. maddesinden dolayı verilmişti, tarihi bir konuyu ele aldığı halde, olay aktüel Kürt sorununa bağlanmıştı, anlaşılmaz bir biçimde.
Açılan her davaya ANZ aynı konuda bir başka kitap yayınlayarak yanıt veriyordu. 1994 yılında, Prof. Dr. Vahakn N. Dadrian'ın Uluslararası ve Ulasal Hukuk Açısından Soykırım adlı kitabını da, hem tabuyu daha da zorlamak, hem de bir anlamda kapsamlı bir savunma olarak yayınladı.
Bu kez suçlama TCK 312. maddesinin ihlali idi. Yani Ermenileri Türklere karşı kışkırtmak! Bu davanın beraatla sonuçlanması ise, 1915 olayının Türkiye'de tartışılabilmesinin önünü açtı. Tabu, tamamen olmasa da biraz kırılabildi.
HRW'un savaş suçlarını konu alan Savaş ve İnsan kitabından dolayı 1996 yılında mahkum oldu. Militarizm tabusu bugün de sürüyor. 12 Mart'ı tartışan Emin Karaca'ya verilen mahkumiyet, Doğan ve İnci Özgüden için çıkarılan gıyabi tevkif kararının gösterdiği gibi.
ANZ yayınladığı kitaplardan dolayı 40 küsür kez yargılandı. Sadece Ermeni ve Kürt tabusu ile ilgili kitaplardan dolayı değil, işkence, kayıplar, idamlar, lengüistik haklar ve bunların ihlali ile ilgili, savaş suçları ve militarizm ile ilgili kitaplardan dolayı da yargılandı. Burada da devletin kutsallığı tabusu söz konusu idi. Son dönemde yayınladığı bir kitap ise, aile içi şiddet, ensest ve tacizi konu alıyordu, Resmen Irza Geçme başlığı altında. Bu da bir başka güçlü tabu idi toplumumuz da.
ANZ, yaptığı savunmaları da, birer insan hakları dersine çevirdi, uluslar arası insan hakları metinlerine dayandı ve hakimleri de, Askeri rejimlerin iyice çarpıklaştırdığı, ulusal hukukun dar görüşlü ve ideolojik yorumundan kaçarak, önemli bir kısmına Türkiye'nin de taraf olduğu, imza attığı evrensel sözleşmelerin yorumlarından yararlanmaya davet etti.
Yeni bir kavram olan Yayınlama Özgürlüğüne savunmalarında sıkça yer verdi.
ANZ'nin davaları "büyük basın" tarafından izlenmeye değer görülmedi. Oysa manşetten takip edilen Paris'teki Lewis Davası sırasında ANZ de yine aynı nedenle yargılanıyordu. Paris'te Lewis, 1915 Ermeni Tehcirinin soykırım olmadığını söylediği için, ANZ ise bunu soykırım olarak kabul eden bir kitabı yayınladığı için.
ANZ, kendi meslek kuruluşu olan Türkiye Yayıncılar Birliği'nin verdiği ilk ifade Özgürlüğü Ödülünü aldı 1995 yılında. 100 kusur meslektaşı, yasal değişiklik yapılıp serbest bırakılması için imza verdi. Aynı yıl bu isteme Frankfurt Kitap Fuarı'nda dünya yayıncıları da katıldı imzaları ile.
1998 yılında ise İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 50. yıl dönümü nedeni ile Dünya Yayıncılar Birliği ona sıra dışı bir ödül verdi. Frankfurt Kitap Fuarının 50. yıldönümü nedeniyle Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği de onu ayrıca ödüllendirerek, onun onuruna Freedom to Publish (Yayın özgürlüğü) başlıklı bir kitap yayınladı.
Yayınevi 1994 Aralık ayında bombalandı. Cağaloğlu ise onu, sık sık su baskınına uğrayan, duvarları Macdonald tarafından göçertilen, yeraltındaki sağlıksız bir yerde çalışmaya mahkum etti. Ama o ne aldığı ödülleri önemsedi, ne de Cağaloğlu'nu umursadı.
Ölümsüzlüğe intikal ederken, arkasından hala savcılık davetiyeleri gelmeye devam etti. Nüfus dairesinin verdiği ölüm belgesinde ise, polisçe arandığı belirtiliyordu.
Ölümünden bir yıl sonra, Ankara'da bir mahkeme, yine aynı sıralarda yitirdiğimiz, eşi Metin Altıok'u Sivas'ta yitiren ozan Nebahat Altıok ile birlikte, Onu "ağır hapse" mahkum etti. Gerekçe ise yöneticisi oldukları İHD genel merkezinde 'yasak yayın' bulunması idi.
Konuşmam, onun savunmalarından yapacağım kısa bir alıntı ile sonuçlandıracağım:
"Biz, kendimizi Türkiye'nin en özgür insanları olarak hissediyoruz. Bütün bu davalara, hapisliklere karşın Kendi özgürlüğümüzü kendimiz yaratıyoruz. Yayıncı olarak bizler, yazarlarımızın kendilerini ifade etmeleri için mücadelemize devam edeceğiz." (RZ/BA)
* Bu yazı, Türkiye Yayıncılar Birliği Yayınlama Özgürlüğü Komitesi Ragıp Zarakolu'nun Uluslararası P.E.N. Türkiye Merkezi'nin 22 Kasım 2005'te Muammer Karaca Tiyatrosu'nda düzenlediği "Türkiye'de ifade özgürlüğü: Ne kazandık? Ne Kaybettik?" başlıklı toplantıda yaptığı konuşma metnidir.