Fotoğraflar: Murat Bayram/bianet
Konvoy halinde sıralanan araçlar “Cizre 30 Kilometre” tabelasını çoktan geçmişlerdi. Cizre’deki sokağa çıkma yasağı ikinci haftasındaydaydı.
Tahir Elçi ile konvoyun başına doğru ilerliyorduk.
Bir düğün alayı da konvoya eklenmişti. Geçişlerine izin verilmeyince gelin, komşu köylerin birinde gelinliğini çıkarıp, günlük kıyafetlerini giyip dönmüştü. Kocasına kaçamak bakışlarını kameraman arkadaşımın fark etmiş olmasını umuyordum.
Üç gün önce Diyarbakır’da doğan küçük Zeynep annesinin kucağındaydı. Anne üzerine eğilerek gölgesi ile küçük kızın yüzünü güneşten koruyordu.
İki tır dolusu inek getiren tüccar, iki ineğini konvoyda kaybetmişti. Sekiz ineğini yakın köylerde kestirip, pişirip konvoydakilere dağıtmış…
“Yavrum”
Binleri bulan araç konvoyunda binlerce insan hikayesi kare kare geçiyordu gözümün önünden.
Tahir Elçi ile konvoyun başına vardığımızda gergin ortamı hissetmemiz namümkündü. Uzun namlulu silahını etraftakilere doğrultan bir asker “geri gidin” ile başlayan tüm cümlelerini çok ağır Türkçe küfürlerle tamamlıyordu. Asker avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Etrafta onlarca kişi aynı ağırlıkta ama fısıltı ile askere Kürtçe küfrediyorlardı.
Komutan Elçi'ye açıklama yaparken (Fotoğraf: Murat Bayram, 15 Ekim 2015, Cizre)
Tahir Elçi, Türkan Elçi’nin çok yakıştırdığı ceketini çıkardı. Askere yaklaşıp “yavrum” dedi. Bir nefes alıp duraksadı. Sonra gülümseyerek komutan ile görüşmek istediğini resmi bir heyet olduğunu dile getirdi.
Ama ben “yavrum” hitabına takıldım.
Tek kelime, Türkçe bağırışma ve Kürtçe fısıltıyı susturmuştu. Kaymakam ile konuşuldu. Cizre çevre yolu açıldı. Silopi, Irak ve komşu köylere gidenler Cizre’nin etrafından dolanıp gittiler.
İlk olarak baro heyeti ve biz gazetecileri geçirdiler. Döndüğümüzde Zeynep, gelin ve tüccar yoktular.
"Rahat bırakın"
(Fotoğraf: Murat Bayram/bianet, Silvan, 2015)
15 Kasım 2015. Tahir Elçi’nin öldürülüşünden 13 gün önce. Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde çatışmalarda Yakup Sinba adlı bir genç öldürülmüştü.
Elçi taziye evine gitti. Kapıdakilere ölen gencin babasını sordu. Yanına gidip “başın sağolsun” dedi. Her zamanki sakinliği ile oturdu. Ellerini sağ bacağının üzerinde birleştirdi, babayı bütün bedeni ile dinledi.
(Video: Murat Bayram/ Middle East Eye )
Kameramı açtım. Baba Elçi’ye oğlunu anlatmaya çalışırken ağlıyordu. Etraftakiler babaya “kendine gel, biraz ciddi ol” deyince. Tekrar tüm ikna ediciliği ile “lütfen rahat bırakın” dedi. Sustu. Hiç konuşmadı. Baba bitirince ona sarılıp vedalaştı. Taziye evinin çıkışında biz gazetecilere cümlelerini seçerek konuştu. İnsan hakları örgütlerine not bırakırcasına…
"İngilizce anlatırım"
(Fotoğraf: Murat Bayram/bianet, Diyarbakır, 2015)
20 Kasım, 2015. Tahir Elçi Diyarbakır Barosu'ndaki odasında gözaltına alacak polislerin gelmesini bekliyordu. Gelen milletvekillerini karşılamak için koridora çıktı. Kendisini teselliye gelen vekilleri, o teselli edercesine gülümsüyordu. “Çok zahmet etmişsiniz. Hayır korkulacak bir şey yok” diyordu.
Koridorda bekleyen beni ve gazeteci arkadaşım Ömer Faruk Baranı gördü. Ömer’e sağ elini uzatırken sol kolunu omzuma doladı. Arkadaşımın geçmiş olsun dileklerini gülümseyerek kabul etti.
Daha sonra, Fuat Yıldız ve diğer genç avukatların geçmiş olsun dileklerini kabul ederken kolu hala omuzumdaydı.
Kolu ile beni silkeleyip yüzüme döndü. Sıra nihayet bana gelmişti. “Mirad tu çi dikî? (Murat nasılsın?)” derken gülümsemesini sürdürdü.
(Video: Murat Bayram/ Middle East Eye)
Vekiller çoktan içeri geçmişlerdi. O da içeri geçecekken beni de hafif ileri iterek “were (gel)” dedi. Middle East Eye adına soru sorabilir miyim dedim. İstersen İngilizce cevaplarım deyince. Tanıştığımız yıllar boyunca sadece Kürtçe konuştuğum, söyleşiler yaptığım Elçi’ye İngilizce soru sormanın tuhaflığını, tekrar omuzuma dokunarak atlatmamı sağladı.
"Aferin!"
(Fotoğraf: Murat Bayram/bianet, 2015)
Hızlıca Baro binasına doğru ilerlerken telefonuma bir mesaj geldi. Gazeteci arkadaşım, Ömer’di.
“Tahir Elçi yolda olduğunu duyunca, gazetecilerden senin için izin istedi. Açıklama 5 dakika ertelendi. Çabuk ol!”
Açıklamanın yapılacağı oda onlarca gazeteci tarafından doldurulmuştu. Yer yoktu. Elçi ile göz teması kurup geldiğimi göstermeliydim.
Göz göze geldiğimizde “hah Mirad* geldi” deyip konuşmasına başladı. Çok mahçup olmuştum. Herkesin gitmesini bekleyip teşekkür edecektim.
Teşekkür ettirmedi. Önce sarıldı. Sonra bir anda patlayan kahkahası ile “senin haberlerini takip ediyorum. Aferin! Uluslararası medyada da geçlerimizin olması önemli” dedi.
Elçi'nin tabutu avukatların omuzunda (Fotoğraf: Murat Bayram/bianet, 2015)
Elçi herkesin aklına farklı geliyor olmalı. Benim aklıma her şeyden önce nezaketi geliyor. Evet Türkan Elçi haklı, ona ceket çok yakışıyordu ama üzerine en çok oturan onun nezaketiydi. Bana bıraktığı en büyük miras o nezaketiydi. Hala hatırladıkça ruhumda bir şeylerin arındığını hissediyorum.
(MB/DB)