Perşembe...
Uyandığında görebileceği yere koyduğu lilyumlara göz kırparak yataktan kalktı Sedef. Elini yüzünü yıkadı. Saçlarının kırıklarını görmezden gelerek düzleştiriciyle birkaç kez üstünden geçti. Makyajdan yıpranan yüzüne, yapıldığı belli olan, ama cildini en az yoracak formülü tutturup makyaj yaptı. Gardırobu açtı. Üniformasını aldı. Ütüleyip giyindi. Yüksek topuklu olmadığı için her gün şükrettiği ayakkabılarını ayağına geçirdi. Dün gece mesaiye kalan annesini uyandırmamaya dikkat ederek kapıyı çekti. Biraz ilerleyince minibüs geldi. Zar zor sığışıp bindi. Elini çantasına attı. Her fermuarını açıp kapattı. Cirit atan 5 ve 10 kuruşları 25’likler takip ettikçe yüzünde güller açtı. Ama uzun ömürlü olmadı. 2 lira 55 kuruşu ancak denkleştirebildi. Şoföre uzatırken “5 kuruşum eksik, borcum olsun” dedi. Şoför eliyle sorun yok işareti yaptı ama sorun vardı. Sedef, dün akşam depoladığı enerjinin bu kadar hızla inişe geçmesini beklemiyordu.
Metrobüs durağına gelince dolmuştan indi. Durağa geldiğinde İstanbul’un yarısıyla 08.30’da buluşma sözünü hatırladı. Akbilini[1] basabilmek için bile uzun bir kuyruk bekledi. Kapının açılacağını öngördüğü noktalarda yığılan insanların arasına karıştı. Her duran metrobüste bir kargaşa oldu. İtildi, dirsek yedi, ayağına basıldı, sırtına çarpıldı, tökezletildi. Önünde kapılarını açan 12’nci metrobüse binebilmeyi başardı. Neredeyse kapının dışında kalan kolu, hemen bir durak sonra olmayan yere binmeyi çok doğal karşılayan alanında uzman bir metrobüs yolcusu tarafından iki omzu arasındaki mesafe daraltılmak suretiyle metrobüse güvenli bir şekilde yerleştirildi. Tüm bunların algısını kapatmasına izin vermemesi, yolcu sirkülasyonunun en yüksek olabileceği kısma doğru ilerlemesi gerekiyordu. Kapı ağzında beklemeye devam ettikçe ineceği durağa dek ayakta kalacak, işe vardığında yarı baygın bir hal alacak demekti. Her durakta birer adım atarak karşılıklı yerleştirilmiş koltuklara doğru ilerlemeyi başardı. Koridorda iyi bir pozisyon almayı da becerirse her iki yanındaki sekiz yolcudan herhangi biri kalktığında oturabilme ihtimali yüksek olurdu. Kesin denemiyor, metrobüste hiçbir şeye garanti verilemiyordu. Uzmanlar, en öngörülemez yolcu tipinin metrobüsçüler olduğunu haykırıp duruyor. Bu türün özelliklerine dair henüz bir mutabakata varamıyorlardı.
Bindikten 25 dakika sonra oturabilmeyi başardı. Bu esnada birini itti, bir başkasına dirsek attı, yerine otururken yanındakinin ayağına bastı. Her şeye rağmen, oturup çantasını kucağına yerleştirince derin bir “Ohh!” çekti. Metrobüs, ayaktayken insanlıktan çıktığınızı, oturur oturmaz unuttuğunuz en güçlü ulaşım aracı; adeta “kitlelerin afyonu”ydu. Yolculuğunun kalan 15 dakikasında oturmak, çalışmaya başlamadan önce biraz toparlanmasını sağlayacaktı.
Çantasını açarak defterini çıkardı. Her ay düzenli olarak tuttuğu bütçelerle çiziktirilen notları geçerek temiz bir sayfa açtı. Çantasının dibinden kalemini çıkardı. Sol yana harcamanın türünü, karşısına da miktarını yazdı. İşe, annesi ve üniversite öğrencisi olduğu halde çalışmak zorunda kalan ve sanki ev arkadaşlarıyla yaşıyormuş gibi neredeyse her şeye eşit oranda katkı sağlaması gereken kardeşiyle bölüştükleri kiranın, kendi payına düşen miktarını yazmakla başladı: 500 TL.
Bu hafta metrobüs için harcayacağı miktarı da dahil ederek yol parasını, cep telefonu faturasını, evdeki diğer faturalardan kendine düşen miktarı, neden yaptıklarını bir türlü bilmediği zorunlu bireysel emeklilik payını, kredi kartının asgari tutarını, evdeki gıda harcamalarını bir bir yazdı.
Toplamaya hemen başlamadı. Yüzleşmeyi geciktirmek için harcama listesini bir tablo içine aldı. Böylece, harcama adlarını ve tutarlarını tablonun birer hücresine yerleştirdi. Kenarlarına dün Mehmet’in kucağını dolduran lilyumları resmetmeye çalıştı. Fena da değildi hani. Sayfa dolmadan harcamaların altına “toplam” yazıp hesaplamaya koyuldu. Günlük 14 TL olarak belirlenen yemek kartıyla ayın sonunu getirmek söz konusu olmadığı halde, yemek harcamasını dahil etmeden toplamı yazdı: 1.900 TL.
Geçen ay ciroyu tutturamadıkları için bu ay prim de alamayacaktı. Maaşa bir hafta vardı ve eksi bakiyeyi göreli çok olmuştu. Sedef ve arkadaşlarının rutin korkusu, çoğunlukla maaşı değil, eksi bakiyeyi bitirmek oluyordu. Bu da o aylardan biriydi, başkaca bir özelliği yoktu. AVM karşısındaki ATM’den eksi bakiyesini kontrol etti. 100 lirası kalmıştı.
Kontrolü elden bırakmamak için her gün 10 TL çekmenin en uygun yol olduğuna karar verdi. Fakat ATM aynı fikirde değildi. 20 TL ve katlarını çekebileceği uyarısına onay verip 20 TL’yi çekti. Pastaneye gidip önce alışageldiği gibi iki peynirli poğaça istedi, ardından “Bir tane alayım en iyisi. Yiyemiyorum, kalıyor” diyerek birinden vazgeçti. Dolmuş parasını düşünce bugün harcayabileceği 5 lira 90 kuruşu kalmıştı. Akbiline aybaşında yükleme yaptığı için kendini tebrik etti.
Bunları düşüne düşüne AVM’ye girdi. Tavandaki müşteri sayacını hatırlayıp son anda mağazaya yan yan girerken Ayşegül’ün sesini duydu: “Ah be Sedef! Ben ne diyorum, sen ne yapıyorsun? Birkan Bey fena takmış bu sayaca. Yıllık izinleri dondurmuş” dedi; yarı kırgın, azıcık da öfkeli. Sedef açıklama yapmak için ağzını açacakken müdür geldi yanlarına. “Tamam arkadaşlar ben halletmeye çalışacağım o işi. Siz işinizin başına” deyince Ayşegül de daha fazla gitmedi Sedef’in üstüne. Arkasını dönüp reyonuna ilerledi.
Bugün arife olduğu için çok yoğun olacaklardı. Arife, yürüyen merdivene binmek, prova odalarına girebilmek, ödemeyi yapabilmek, beğendiğiniz ürünü yakından inceleyebilmek ve daha birçok şeyi yapabilmek için uzun kuyruklara girmek zorunda olduğunuz bir gündü. Böyle günlerde Sedef’ten ürün satması, müşteriye komplimanlar yapması, kasaya bakması, öğle arasını kısa kesmesi, “yine bekleriz efendim” demesi bekleniyordu. Sedef de ürün satıyor, müşteriye giydiği kıyafeti çok yakıştırıyor, üstüne “Sizi çok zarif gösterdi” diyor, “Nakit mi kredi kartı mı?” derken gülümsüyor, bir tabak çorbayı zar zor içip geliyor ve müşterilerini tekrar tekrar bekliyordu.
Bazı günlerin anlamı çok hızlı değişiyordu. İzmir’de doğup büyüyen Sedef için arife, Kemeraltı’nda bayramlık almaya çıktıkları ve kaybolmamak için babasının elini sımsıkı tuttuğu mutlu günlerdi. Akşamları saçlarını bigudi niyetine gazete kağıtlarıyla sardığı, yeni kıyafetlerini ve ayakkabılarını yatağının baş ucuna koyduğu, bir an evvel bayram olsun diye heyecanla yatağa girip gözlerini sımsıkı yumduğu… Şimdi ne babası vardı ne de çocukluğunun arife günlerinde yapılan alışverişlerin heyecanı. Bugünlerde alışverişe gelenler heyecanları ve mutlulukları dahil insani duygularını X-Ray’in dışında bırakıyor, yanlarına almıyorlardı; bir kredi kartları yetiyordu her şeye.
Sedef bunları düşünürken mağaza kalabalıklaştıkça kalabalıklaştı. Daha önce tecrübe ettiği beş arife gününde ne yaptıysa aynılarını yaptı. Yaratıcılığını geliştiremediği, kendinden bir şeyler koyamadığı, ezberden yediği günlerden birini yaşıyordu. Sattığı ürünlerle, ışığından içerideki havaya dek atılacak her adım için büyük bir enerji gereksinimi duyan devasa bir uzay üssünü besliyormuş gibi hissediyordu. Bu işleyişteki rolü birkaç satırlık program kodundan ibaretti. O olmasa programcılar hızla bir yenisini yazar, yokluğu hissedilmezdi bile.
Ne hikmetse satışlar fena gitmiyordu. Akşama kalmadan ciro tutturulacak gibiydi. Öğle aralarını teker teker kullanmalarının daha uygun olacağı söylendi. Birkan Bey mağazayı boş bırakmamak gerektiğini tembihlemişti. Ayşegül döndükten sonra Sedef çıktı yemeğe. Yemek kartının bakiyesi biteli çok oluyordu. Mönüye göz attı. Ortalama bir yemek yiyebilmek için personel indirimiyle aşağı yukarı 20 lira ödemesi gerekiyordu. Böylesine prestijli bir AVM’de(!) daha aşağısı kurtarmazdı. Esnaf lokantası mıydı burası! Bugünkü limitini hatırladı. Hoş, unuttuğu da yoktu ya! En ucuz ve doyurucu seçeneğin mercimek çorbası olduğuna karar verdi. Çorba 5 TL’ydi. Biraz ekmekle çorbasını içti. Karnı doymadı ama açlığını bastırdı. Yarım porsiyon da patlıcan yemeğinden mi yesem, diye düşündü. Yarımı, 5 TL’ydi. Vazgeçti. Çalışmaya başladığımda unuturum, diye düşündü.
Mağazaya inerken yaptığı iş başvurularını telefonundan kontrol etti. Geçen hafta görüştüğü şirketten haber bekliyordu. “Şirketimize göstermiş olduğunuz ilgi ve güvene teşekkür ederiz” minvalinde otomatik mesajlar gelmişti. Alışıktı bunlara. İlk cümleden tanır, silerdi. Okunmamış e-posta görmeye tahammülü yoktu. Bu esnada bir SMS geldi. Kullandığı kredi kartının aylardır yalnızca asgari tutarını yatırdığı için kullanıma kapandığı yazıyordu. Sedef’in yüzü iyice düştü.
Girmesi gerektiği gibi girdi mağazaya. Müdüre geldiğinin bilgisini verip diğer arkadaşını yemeğe yönlendirdi. Mağaza kalabalıktı. Ayşegül’e baktı. Bir müşteriyle ilgileniyordu. Göz göze geldiklerinde gülümsemeye çalıştı. Ayşegül de gülümsedi hafiften, sanki dudaklarıyla değil de gözleriyle gülmeyi denedi. Ayşegül’ün kızgınlığının biraz olsun geçmesi, içini ezen yüklerden birini kaldırdı. Birkaç saat sonra müdür yanlarına gelerek yıllık izin sorunun çözüldüğünü müjdeledi. Böyleydi müjdeleri. Hakkın olanlara önce set çekilir, sonra bin nazla serbest bırakılır ve bunun adına da müjde denirdi. Ne o, sevinmediniz mi? Bir kısmı sevindi. Ayşegül o grubun içinde en çok sevineni oldu. Neredeyse bir yıl önce eşiyle uygun bir otele önümüzdeki hafta için yer ayırtmışlar ve bir yıldır bu tatili ödemiş, ödedikçe daha çok bekler ve ister olmuşlardı. Oraya gidebilmek, geçirecekleri zaman ve dinlencenin önüne geçmişti. Bu yüzdendi Ayşegül’ün her talimatı uygulayabilmek için gösterdiği aşırı hassasiyet ve mağazada yarattığı gerginlik.
Alpay pek oralı olmadı. “Ben zaten evdeyim, ayın sonu gelmediğinden…” dedi. Ve arkasını dönüp müşterilerle ilgilenmeye başladı. Sedef’in izni de onaylanmıştı. Ancak durumu Alpay’ınkinden farklı değildi. Buruk bir sevinç belirdi yalnızca yüzünde. Tatile, gelecek ayki maaşı ve kredi kartıyla gitmeyi planlıyordu. Maaşı, kira ve eksi bakiyeye gidecek, kredi kartı iş görmeyecekti önümüzdeki ay. Ne yapacağını bilemedi. Bu esnada Ayşegül geldi yanına. “Haydi bakalım Sedef Hanım, bir çay ısmarla da izinleri kutlayalım” dedi. Sedef’in eli istemsizce cebine, aklı sabah mahallenin duvarında gördüğü yazılamaya gitti. Duvarda, “Kahvede çaylar 50 Kuruş olsun” yazıyordu. Zihninde çayın personel için ederini hesaplamaya çalıştı: “Hadi 50 Kuruş olmasın, ama en azından ...”
[1] İstanbul’da toplu ulaşımda kullanılan dijital kart.
AVM Çalışanının Bir Haftası Yazı dizisi
Sunuş: AVM Çalışanının Bir Haftası
1- "Ciro Kötü Toparlayalım Lütfen!"
2- Bayrama Özel Ekstra Yüzde 10 İndirim