Tamamen insanlık onurunu zedeleyen, hiçleştiren bir yöntem olduğu için karşı çıkıldı. Uzun yıllar mücadeleler verildi.”
Gazeteci, yazar Ertuğrul Mavioğlu, 12 Eylül darbesinin ardından hapishanelerde uygulanan “tek tip kıyafetle” ilgili düşüncelerini böyle anlattı. Kendisinin de içerisinde olduğu mahpuslar, tek tip kıyafete karşı uzun bir direnişin ardından muvaffak olmuşlardı.
Tek tip kıyafet yine gündemde.
“Hero” tişörtüyle başladı
“Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)” adı verilen davalardan birindeki sanığın, duruşmaya, üzerinde “Hero” (Kahraman) yazılı tişörtle gitmesinin ardından yükselen tepkilere, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 15 Temmuz konuşmasında cevap verdi: “Geçenlerde Sayın Başbakanımızla da konuştum artık bunlar mahkemeye çıkarken Guantanamo'da olduğu gibi bunları da tek tip elbiseyle çıkaralım.”
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş da dünkü açıklamasında, “konuyla ilgili çalışma yapılacağını” ifade etti:
“FETÖ örgütü başta olmak üzere terör örgütü üyelerinin, muhtemelen bu çalışmadan sonra daha teferruatlı olarak sizlerle paylaşacağız, mahkemelere tek tip elbiseyle gelmesi sağlanacak. Henüz çalışma yapılmadığı için detayları paylaşamıyorum ama Adalet Bakanlığımız bu konuyu gündemine alıp çalışmaları çok hızlı bir şekilde sonlandıracak.”
“Bunların [sanıklar] tek tip elbiseyle mahkemelere getirilmesi daha doğru bir yoldur. Bununla ilgili çalışmalar da Adalet Bakanlığımız tarafından yapılacaktır.”
“Bu uygulamalarla insanları dönüştürmeye çalıştılar”
Mavioğlu, 12 Eylül darbesinin ardından “tek tip kıyafetin” ilk olarak Sultanahmet Cezaevi’nde güdenem getirildiğini, sonra yavaş yavaş diğer hapishanelerde de uygulamaya konulduğunu anlattı:
“Buna karşı uzun yıllar ciddi mücadele verildi. Ölüm oruçları, açlık grevleri yapıldı. 1987 yılında, hem direnişler hem de hukuki itirazlarla fiilen kalktı.
“1988 yılında hücredeydik. Rahmetli babam tek tipe karşı dava açmıştı. Bu dava kazanıldı ancak o zaman hücrelerden çıkabildik, ancak o zaman bu uygulamaya karşı mücadelede nihayete ulaşıldı.
“Sonrasında da başka denemeler yaptılar, hücre tipi getirerek, saçları asker gibi keserek, ‘hazırol’da bekletip emir-komutaya tabi kılmaya çalışarak insanları dönüştürmeye çalıştılar. Direnenler de oldu boyun eğenler de oldu. Son derece olumsuz olaylar yaşandı.”
“Asılmayıp Beslenenler”* Gazeteci Deniz Teztel imzalı fotoğraf, duruşma salonuna çevrilmiş spor salonunda, tek tip kıyafete karşı çıktıkları için iç çamaşırlarıyla kalmış mahpusların yargılandığı, THKP-C 3. Yol davasının ilk duruşmasından. Ertuğrul Mavioğlu, 12 Eylül darbesi sonrası Metris Cezaevi’nde yaşadıklarını ve memleketin diğer hapishanelerinde olanları anlattığı “Asılmayıp Beslenenler” serisinin birinci kitabında, tek tip kıyafete karşı verdikleri mücadeleyi de anlatıyor: “O dönem zorla giydirmek istedikleri tek tip elbise, kimliksizleştirme, kişiliksizleştirme aracı olarak, saldırının merkezine oturtulmuştu.” 14 Ağustos 1983'de hapishane yönetimleri 13-1 genelgesi uyarınca koğuşlardaki mahpusların özel eşyalarına ve kıyafetlerine el konulmasına başlandı. Mavioğlu’nun da kitabında yazdığı gibi, Metris Cezaevi’nde 14 Ocak 1984’te başlayan ve iki gün süren operasyon sonucu mahpusların kıyafetlerine el konuldu. Asılmayıp Beslenenler’den: “…Üç yıl boyunca çarşaf ve nevresimlerden diktiğimiz pijamaları giymek zorunda kaldık. Operasyonla aldıkları eşyalarımızın bir kısmı depoda çürüdü, bir kısmı da çalındı. “…Tek tip elbise sadece bir kumaş parçasını giymeme olayından ibaret değildi. Veya giyildiğinde baskı ve yasakları hafifletmeyecekti. Tersine arkasından gelecek çok daha boyutlu saldırı ve dayatmaların önünü açan, teslim almaya hizmet eden bir role sahipti. “…Saldırının boyutunun artması, direnişin de boyutunu yükseltmeyi gerekli kılıyordu. Ölüm orucu bu koşullarda, Devrimci Sol ve TİKB tutsakları tarafından 11 Nisan 1984’te tecrit koğuşunda başlatıldı. Ve sonrasındaki iki gün içinde Metris’in diğer bölümlerinde ve Sağmalcılar Özel Tip’teki tutsaklar da eyleme katıldı. “…Taleplerimiz somut olarak şunlardı: Tek tip elbise uygulamasının kaldırılması, işkencelerin sın bulması, insani ve sosyal yaşam koşullarının düzeltilmesi, siyasi tutukluluk hakkının tanınması.” Açlık grevi sırasında Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş ve Hasan Telci hayatını kaybetti. Şubat 1986'da tek tip kıyafet uygulamasına son verildi ve açlık grevleri bir süre durdu. Temmuz 1987'de Sağmacılar Cezaevinde 50 mahpus açlık grevine başladı ve bu grev Anadolu'daki cezaevlerine yayıldı. 13 Ağustos 1987'deki görüşmeler sonucunda talepler kabul edildi, açlık grevi durduruldu. 1988'de Diyarbakır Cezaevi'nde Mehmet Emin Yavuz açlık grevi yaparken öldü. * Asılmayıp Beslenenler / Bir 12 Eylül Hesaplaşması – 1, Ertuğrul Mavioğlu, Babil Yayınları/2004 ve İthaki Yayınları/2006, 391/350 sayfa. |
“Su-i emsal misal olmaz”
Ertuğrul Mavioğlu, “Tek tip kıyafetin, yıllar sonra kapsamı belirsiz şekilde gündeme gelmesinin insan hakları aykırı olduğunu” ifade etti.
“Guantanamo örnek alınabilecek bir yer değil, aksine dünyanın büyük tepkisini kazanmış, kötü uygulamalarıyla anılan bir yer.”
TIKLAYIN - GUANTANAMO ZEHİRLİ BİR MİRAS
“Su-i emsal misal olmaz, yani kötü örnek, örnek değildir. Bu uygulamanın bugün tekrar konuşuluyor olması, Türkiye’ye ağır totalitarizm geldiğinin işaretidir.
“İnsanların kapatılması başlı başına ceza iken, işkence ve kötü muamele sözkonusuyken bir de fazladan ceza verilmek isteniyor.
“Kime uygulandığına bakılmaksızın tepki gösterilmeli”
Mavioğlu, “Böyle uygulamalar, kime ne uygulama yapılacağından bağımsız olarak, herkese yönelik baskı koşullarının kapısını aralar” dedi.
“Örneğin Silivri 9 Nolu Cezaevi’nde FETÖ sanıklarına yönelik uygulamalar, Cumhuriyet gazetesi tutuklularına da genişledi. Başka ne şekilde ne tarafa genişleyeceğini de bilmiyoruz.”
“Cezaevlerinde insan onurunu çiğneyen, kötü muamele, işkenceyle ilgili her tür gelişmeye hak savunucuları ve kamuoyu, uygulamanın kime yönelik olduğuna bakmaksızın refleks göstermeli.
“Zaten böyle uygulamalar, ‘belli bir kesime’ diye başlar, herkese yayılır. Burada esas konu, mağdurun kimliğine bakmaksızın, yasalara bağlı ve insan onuruna yakışan şekilde muameleyi savunmak. Bu sonuca varmak için uzun tartışmalar gerekmiyor.
“Biz de 12 Eylül sonrası hapishanede tek tipe karşı çıktığımızda, bize de ‘terörist’ deniyordu. Ancak sonra bizim haklılığımız görüldü, direnerek kazandık. İnsanlık onuru her halükarda kazanır.” (AS)