Mavi önlük giydiren annem beni okula yolladığında benim ve onun bilmediği bir dili öğrenecektim.
İki yaş büyük olan abim, abilik görevlerinden birini çok iyi bir şekilde yerine getirdi. İlk dersimi ayaküstü verdi.
“Mirad! Navê te Murat e (Mirad senin adın Murat)”
Hangi soruya ne cevap vereceğimi öğretti. İki soru vardı ve onların cevapları. “Adın ne?” dendiğinde, Murat! “Soyadın ne?” dendiğinde, Bayram! diyecektim.
Çapraz sorularını oyuna dönüştürdüğünü hatırlıyorum.
Ne zaman Murat diyeceksin?
“Adın ne?”
Ya Bayram.
“Soyadın ne?”
Soru ve cevaplar cepteydi. Zaten iki kartım var hangisini sorsa cepten çıkaracaktım.
Sınıfa ilk girdiğimde mahalleli çocuklarla nereye oturacağımızın tartışmasını yaptık. Öne kızlar oturduğundan ve ziyadesi ile utangaç olduğumdan seçeneklerin bir kısmı daha girişten elenmişti.
Sınıfa giren öğretmen birçok şey anlattı. Büyük bir boşluk ve anlamsızlıkla birbirimize bakıp gülüştük. Öğretmen çok ciddileşti ama bizde hala tık yoktu.
Sonradan farkettim biz köy çocukları, şehir çocuklarından daha utangaç ve usluyduk. Öğretmeni “yüce bir makam sahibi” olarak görürdük.
İlk "aferin"
Galiba ilk defa gerçek bir insanın Türkçe konuştuğuna şahit oldum. O zamana kadar aileden saklanıp komşuların televizyonlarını izlemeye gittiğimizde Bugs Bunny, Temel Reis, Ducky Duck, Şirinler falan Türkçe konuşurdu.
Ailemiz, bizim komşuları çok rahatsız ettiğimizi düşünüyorlardı ki öyle yapıyorduk, o nedenle komşulara televizyon izlemeye gitmemizi yasaklamışlardı.
Cennetten çalınan elma tadındaki o dakikalar Türkçe konuşan karakterler ile geçiyordu. Ha bir de komşuların Brezilya dizileri izleme merakı vardı ya, ona sinir olurduk!
Öğretmen tek tek sıraları gezip o iki soruyu soruyordu…
Adın ne? Soyadın ne?
İlk kızlar cevaplamaya çalıştı. Çoğu arkadaşım cevapları bilmiyorlardı. Benim Kürtçe ve Türkçe adım benzerdi. Çoğu arkadaşımın Kürtçe isimleri “yasak” olduğundan kimlikte nüfus memurlarının uygun gördüğü isme sahipti, tabii evde Kürtçe isimle çağrılıyorlardı.
Sıra bana geldiğinde, çok gergin ve esas duruşa geçercesine, ilk soruya “Murat!” diye cevabı verdim.
Soyadın ne? sorusunu bekledim.
Öğretmen, “soyisim?” deyince donakaldığımı hatırlarım.
Sonra bildiğim her şeyi söyledim…
“Murat Bayram!”
Okuldaki ilk “aferin”imi böyle aldım.
Çocuk daha okula gitmiyordu ama Türkçe biliyordu!
Çocukken en çok annemin anlattığı Keçelok (Keloğlan) hikayesini severdim. Annemin etrafına dizilip aynı öyküleri defalarca sıkılmadan dinlerdik.
Birinci sınıfta dili öğrendik. İkinci sınıfta bize hep öykü anlatan anneme Türkçe okuduğum öykülerden çeviri bile yaptım.
Abim yıllarca ikinci sınıfta anneme yaptığım bir çeviri ile alay edip güldü. Okuduğum hikayenin baş karakteri “Anne” adında İngilizce isimli bir karakterdi. Anneme “Navê vê keçikê hodê (ho dayê) ye /Anne bu kızın adı hey annedir!” dedim. Annem bir kızın adı neden dayê (anne) olurun hayreti içinde iken. Konunun şahidi abim yıllarca kullanacağı bir malzeme edinmişti.
Üçüncü sınıfta şiirler yazıp il birincisi oldum. İl birincilikleri çok tekrarlandı. Sekizinci sınıfta zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den, Çankaya’ya çağrılarak en iyi şiir ödülü aldım.
Ben Kürtçenin zaten bilinen, Türkçenin ise öğrenilen bir dil olduğunu zannederdim. Yani Türkçe bilmek bilgi ve zekanın bir parçası, Kürtçe hayatın akışının bir parçası gibi gelirdi. Kürtçe kitaplar yasaklı iken Türkçe kitaplarımız vardı.
Bir gün sınıf öğretmenimizin oğlu da annesi ile okula gelmişti. Çocuk daha okula gitmiyordu ama Türkçe biliyordu!
Sınıfta olan herkes, hepimiz hayret ettik. Ben üçüncü sınıftayken 5 yaşlarındaki bir çocuğun en az benim kadar Türkçe biliyor olması karşısında kendimi gerizekalı gibi hissettim.
Anadilime çeviriye, anama çeviri yaparak başladım
Galiba birçok arkadaşım gibi ben de anadilime çeviriye, anama çeviri yapmak ile başladım. Haberler başlayınca ya da bir filmin ortasında bazen annemin bir bakış fırlatması, çeviri yapmam gerektiğini hatırlatırdı. Oralı olmadığım zamanlarda “de bêje (hadi söyle)” deyince o zamanın yufka yüreklisi ben, başlardım söylemeye.
İlk karakter analizlerine o zamanlar başladım. Şu sohbet çok tanıdık mesela.
“Bak anne bu kız, o saçını arkaya doğru tarayan adamı seviyor. Bu adam var ya, hani pis pis gülen, o kötü. O sevenlerin kavuşmasını istemiyor…”
**
Gazetecilik yaptığım yedi yılın altısını anneme çeviri yapmakla başladığım anadilimde yaptım.
Şimdi ise Türkiye’de devlet kurumları ve Kürt kuruluşlar dışında, Türkiye merkezli Kürtçe yayın yapan tek kuruluş olan bianet’te Kürtçe editörlüğü yapıyorum. (MB/ÇT)