21 Şubat Dünya Anadili Günü’ne kaynaklık eden Bengal halkının mücadelesi, dilbilimci C. Ouchinski’nin "Halkın dili kaybolunca, halkın kendisi de artık yoktur. Bu nedenle, örneğin, yabancı işgalcilerin bütün şiddet ve zulümlerine maruz kalan Batı Slavlar ancak, dillerine saldırı yapıldığını anlayınca, halklarının hayatının tehlikede olduğunu anladılar” sözleriyle anlatılabilir mi?
Çünkü 21 Şubat aynı zamanda Bangladeş’in anadili mücadelesi ile başlayan bir özgürleşme sürecidir. Böylece ülkeleri parçalanan Bengal halkı, Batı Slavlar gibi anadillerine saldırı yapıldığı anda uyanmaya başladılar. Sonuç olarak Bengaliler büyük bedeller ödediler ve bu yüzden 21 Şubat, Bangladeş’te “Dil Şehitleri Günü” olarak adlandırıldı. Dolayısıyla 21 Şubat’ı anlamak, biraz da Bangladeş’in tarihini bilmekle mümkün olacaktır.
Bengaliler 1950 yılına gelince Hindistan ve Pakistan’ın ayrılmasıyla aynı etnik gruptan olmalarına rağmen Hindu ve Müslüman olarak bölündüler. Müslüman Bengaliler, Hindu olan Batı Bengalilerle birleşmek yerine Pakistan’ın kurucu lideri Ali Cinnah’ın İslami çizgisini takip ettiler.
Tabii Cinnah yönetimi kültürel asimilasyona yönelerek Bengal dilini yasaklayıp Urducayı zorunlu dil yaptı. Bunun sonucunda Pakistanlı Bengaliler arasında “Bengali Dil Hareketi” ortaya çıktı. Cinnah yönetimine göre Bengal dili; Pakistan’ı bölmek isteyen düşmanların, komünistlerin ve hainlerin bir oyunuydu. Dolayısıyla Bengal alfabesi de yasaklandı ve Arapça alfabe zorunlu kılındı.
Bunun üzerine 21 Şubat 1952’de Dakka Üniversitesinde Bengali Dil Hareketi üyesi öğrenciler protestolar gerçekleştirdiler. Pakistan yönetimi bu protestolara sert bir şekilde müdahale ederek birçok öğrenciyi katletti. Buna rağmen Dil Hareketi’nin mücadelesiyle 1956’da Bengalce, Pakistan’ın ikinci resmi dili oldu. 26 Mart 1971 yılına gelindiğinde ise Bangladeşliler bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Zazaca tehlike altında
Bengal halkının anadili mücadelesiyle UNESCO’nun aldığı karar üzerine 21 Şubat, Dünya Anadili Günü olarak kabul edildi. Özellikle 2000 yılından bu yana kutlanan 21 Şubat Dünya Anadili Günü hak gaspına uğrayan diller için önemlidir.
Bugün her 21 Şubat’ta uluslararası düzeyde anadilin korunmasına yönelik etkinlikler düzenlenmektedir. Çünkü UNESCO’nun Mart 2013’te yayınladığı Tehlike Altındaki Diller Dünya Atlası’na göre dünyada 2500, Türkiye’de ise Kürtçenin Zazaca lehçesi dahil olmak üzere 18 dilin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtilmektedir.
Türkiye’de bugün Kapadokya Yunancası, Ubıhça ve Mlahso gibi diller yok olup gitti. Siirt’in Pervari ilçesinde sadece bir kişi tarafından konuşulan Hertevince her an ölebilir. Belki Zazaca üzerinde ölüm tehlikesi şimdilik yok; ama Zazacanın standartlaşması, yazınsal üretim ve çocuklara aktarılması gibi birçok sorun bulunuyor.
Kürtler, anadilleri üzerindeki inkarı ve imhayı yok etmek için şüphesiz Bengalilerden daha çok bedel ödediler. Özellikle 2001 – 2002 yıllarında Kürtçenin üniversitelerde ders olarak okutulması için Kürt öğrencilerin verdikleri binlerce dilekçe önemlidir.
Tabii bu küçük talep bile devletin şiddetine uğramıştı. Bunun sonucunda 871 öğrenci gözaltına alınmış, 91 kişi tutuklanmış, 1000’i aşkın öğrenci üniversitelerden uzaklaştırılmıştı.
Kürtlerin anadilleri için verdikleri mücadele sonucunda AKP döneminde Kürtçeyle ilgili birtakım adımlar da atıldı. Bu konuda TRT Kurdi, Yaşayan Diller Enstitüleri, okullarda seçmeli Kürtçe dersleri gibi gelişmeler sıralanabilir. Ama belirtmek gerekir ki bugün Anayasa’nın 66. Maddesi Kürtleri hâlâ inkar ederken 42. Madde ise Kürtçe anadilinde eğitimi yasaklamaktadır.
Kürtlerde oto-asimilasyon
Açıkçası AKP’nin Kürtçeye yönelik yaklaşımı, Kürtçeyi mahalli bir düzeyde tutmak istediğini gösteriyor. Bu da beraberinde iki tehlikeyi getiriyor: Bir, sıralanan adımların hukuki güvencesi olmadığı için AKP’nin herhangi bir konjonktürel politika değişikliğiyle hepsi ortadan kalkabilir. İki, kamusal alanda yer edinmeyen Kürtçe bir pazar edinemediği için taliplisi de azalacak ve zamanla değersizleşecektir.
Böyle bir durumda teknoloji, iletişim ve yaşam standartları alanında meydana gelen ilerlemeyle Kürtlerin Türkçeye yönelmek zorunda kalacakları umulmaktadır.
Gerçekten de bugün Kürtçe için en büyük tehlike kapitalist modernitedir. Buna bağlı olarak bugün Kürtler arasında oto-asimilasyon ciddi bir düzeydedir. Kürt illerinde her geçen gün anadilin evde konuşulması azalmaktadır. Aynı şekilde Kürtçenin çocuklara, yeni nesillere aktarılması da zorlaşmaktadır. Oysa bazı dilbilimciler, ölüm döşeğindeki dillerin içinde “Yeni nesle aktarılamayan diller”i sayarlar. Belki Kurmancca için bu tehlike yok. Ama Zazaca için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Dolayısıyla Kürtçe derken özellikle Türkiye’de konuşulan Kurmancca ve Zazaca lehçelerini kastettiğimiz için sinsi bir asimilasyon tehlikesinin varlığından bahsedebiliriz.
Buradan hareketle “Peki Kürtler neden Türkçe konuşuyor?” sorusu sorulabilir. Anadili canlı bir varlık olduğu için bunu, yaşamın kendisiyle değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla Kürtler, artık eski Kürtler değil. Geçmiş yıllarda Kürtler, kendi köylerinde veya mahallelerinde kendilerine yetecek kadar bir kelime haznesine sahiptiler. Ama son on yılda Kürtler arasında sosyo-politik ve sosyo-ekonomik gelişmelerin yaşanması belirleyici olmuştur.
Çünkü artık yeni bir kavram dünyasına ihtiyaç vardır. Yani yeni kelimeler kullanmak gerekiyor. Örneğin, 90’lı yılların “Heval” ifadesi 2000’li yıllarla birlikte “Mamoste” halini almıştır. Tam da bu noktada anadillerinde eğitim alamayan Kürtler, bazen bilimsel veya politika alanında konuşmaya çalıştıklarında kendilerini yetersiz gördükleri her anda Türkçeye yönelmektedirler. Buradan da anlaşıldığı gibi Kürtlerin bir an önce anadilinde eğitime geçmesi gerekiyor. Çünkü anadilde eğitim geciktirildikçe Kürtler de zamanın hızlı değişen ruhuna yenilmektedirler.
Kürtçenin pazarı
Kürtçe üzerindeki bir diğer tehlike de Kürtçenin pazarının yaratılamamasıdır. Hatırlarsanız, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 2011 yılında Diyarbakır’da “Anadilde eğitim almak karnınızı doyuracak mı?” diye sormuştu. Dolayısıyla anadilinde eğitimin aynı zamanda bir istihdam meselesi olduğunu anlıyoruz.
Bu sebeple de Kürtçe yazılan eserlerin bir alıcısı olmalıdır. Kürtçe öğretmenliği okuyanların ataması yapılmalıdır. Bu konuda da yine AKP’nin anadil ile ilgili gelişmeleri zamana yayarak Kürtleri adeta doğal bir asimilasyon sürecinden geçirdiğini söyleyebiliriz. Şüphesiz bu geçmiş deneyimlere göre yeni bir dil politikasıdır.
Oysa Türkiye’de 20 milyon civarında Kürt yaşamaktadır. Böyle bir nüfus yoğunluğunun olduğu yerde toplu taşıma araçları başta olmak üzere hiçbir kamusal alanda Kürtçeye yer verilmediğini görüyoruz. OHAL sürecinde çıkarılan KHK’larla İstanbul Kürt Enstitüsü, Kürdi Der vb. Kürt dili çalışmaları yapan kurum ve derneklerin kapatılmasıyla da adeta Kürt pazarına bir balyoz indirilmiştir.
Tabii anadili ve ekonomi arasındaki ilişkiyi iyi bilen Cumhuriyet’in ilk kadroları da geçmişte ilk iş olarak Kürtleri ekonomik açıdan zayıflatmaya çalıştılar. Çünkü 1924 yılına kadar Diyarbakır ekonomisi, İstanbul ve Bursa’dan sonra üçüncü sırada yer almaktaydı. Bu sebeple Türkçülüğün ilk teorisyenleri, Kürtlerin neden ısrarla Kürtçe konuştukları üzerinde çokça kafa yordular.
Dolayısıyla Kürtler fakirleştirilip Türkçe konuşmaya zorlanmalıydı! Bu sebeple Mardin delegesi Dr. Cevdet Şakir yaşadığı bölgede Türk Lirası’nın orada tedavüle girmekte zorlandığını Ankara’ya rapor ediyordu. Yusuf Akçura ise bunun üzerine esas ideolojiyi "Türkiye'nin doğusundaki dil sorunu doğu bölgelerinin ülkenin geri kalanına ekonomik bakımdan yeterince bağlı olmamasından kaynaklanmaktadır. Ahali alışveriş ilişkilerini daha çok Türkçe konuşmayan komşu ülkelerle yürütmektedir” sözleriyle açıklıyordu.
Asimilasyon devam ediyor mu?
Her ne kadar Kürtlerin temel talebi anadilinde eğitim, Kürtçenin resmi dil olması ve anayasal güvence olsa da Eylül 2012’de müfredata girip okulların 5, 6, 7 ve 8. sınıflarında okutulan seçmeli Kürtçe (Kurmancca, Zazaca) derslerini önemsemek gerekiyor.
Bugün okullarda seçmeli Kürtçe dersleri de okul idarecileri tarafından engellenmektedir. Buna rağmen 2015 – 2016 eğitim ve öğretim döneminde Kurmancca 71.616, Zazaca 6.315 olmak üzere Kürtçeyi toplam 77.931 kişi seçmiştir. Bu sayının yıldan yıla arttığını biliyoruz.
Bu talebe rağmen şu ana kadar 59 Kürtçe öğretmeni atandı. Burada esas mesele şu; okullarda Kürtçenin yüz binlerce öğrenci tarafından seçilmesini sağlayıp sistem kilitlenemez mi? Bu eylem ile okullarda “de facto” bir anadili talebi oluşturulamaz mı?
Sonuç olarak gelinen aşamada Ortadoğu’nun büyük ve köklü dillerinden olan Kürtçenin (Kurmancca, Zazaca, Soranca, Lorca) yaşamın her alanında yer alması gerekiyor. Burada Kürtçe için anadilinde eğitim ve anayasal güvence en temel ve öncelikli taleplerdir. Çünkü bugün Kürtçe konuşmanın önündeki engellerin kaldırılmış olması yetmiyor.
Anadil eğitimi geciktikçe herhangi bir yasak olmasa bile zaman dillerin lehine akar. Dolayısıyla hızlı gelişen bilişim ve teknoloji, egemen dilin ekonomik getiri sağlayan unsur olması ve Hükümet’in kayıtsızlığı gibi nedenlerle Kürtçe üzerinde çok ciddi bir asimilasyon süreci hâlâ devam etmektedir. (İG/EKN)