Batı demokrasilerinde düşünce ve düşünceyi ifade etme kutsal sayılan bir haktır. Genellikle ifade özgürlüğü olarak adlandırılan bu temel insan hakkı, bilgi edinme hakkını kapsayan geniş bir yargısal ve akademik literatürün parçasıdır. Bu literatürde bilgiden kasıt, kamu idarelerinin kamuyu/kamu çıkarını temsil etmesi beklenen her türlü işlemine ait, çok çeşitli enformasyondur[1].
Vatandaşların bu enformasyona erişim hakları, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 19. Maddesinde tanımlanan ifade özgürlüğü hakkı ile ilişkili. Ancak ilişki dolaysız değildi ve uzun süre yargısal yorumlara açık kaldı[2]. 2000’li yıllardan itibaren ulusal meclisler bu konuyu “bilgi edinme hakkı” adı altında yasalaştırdı, kamu otoritelerinin, halka kendi işlemleri hakkında bilgi sunma (proactive) ve halkın bu konulardaki bilgi talebini karşılama (reactive) ödevlerini tanımladı.[3]
Her hak gibi bilgiye erişim hakkı da sınırsız değil. Bilgiye erişim hakkının istisnaları, ulusal güvenlikten başlayıp özel hayatın gizliliğine kadar uzanan kendi başına anlamlı ve gerekli görülebilecek bir dizi engelden oluşuyor ve pratikte hakkın kullanımına ciddi sınırlamalar getiriyor. Dünyanın pek çok siyasal coğrafyasında olduğu gibi Türkiye’de de bu maddeler hem vatandaşın hem de gazetecinin bilgiye erişiminin önüne katı, zorlayıcı, çoğunlukla da bireysel hürriyetleri kısıtlayıcı, hatta yaşam hakkına yönelen devlet şiddeti olarak çıkıyor[4].
Yakın zamanda, hakikat sonrası/hakikat ötesi (post-truth) olarak popülerleşen olgunun kamunun bilgiye erişim hakkıyla doğrudan ilişkisi var[5]. Sermayenin önündeki engelleri geniş halk kesimleri aleyhine tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen neoliberal politikalar, iktidarların meşruiyetlerine ciddi bir tehdit de oluşturuyor. Belki de bu tür kaygıları “gidermenin” bir yolu olarak halktan gizlenenlerin çoğaldığı bir dönemdeyiz. Hem siyasal hem de ekonomik iktidarlar[6], meşruiyet sınırlarını aşmaya başladıkça hakikatin paylaşılmasından da uzaklaşıyor ve bir yandan gizleyip bir yandan çarpıtarak işlerini görüyor.
2003 yılında başlayan Irak müdahalesinden itibaren yaşananların, özellikle Bush ve Blair liderliğindeki küresel iktidarın aktif rıza sağlamak adına ne kadar çok bilgiyi kamudan sakladığını ve bağlantılı olarak çarpıttığını gösteren whistleblower’ları anımsayalım. 2011’de bütün dünyada yankı uyandıran Wikileaks belgeleri, iktidarların gizli işlerinin ne denli kirlenmiş olduğunu kanıtladı ve kamusal enformasyona erişmenin önemini bir kez daha ortaya koydu.[7]
Whistleblower’lara yeni dönemin gazetecileri denilebilir mi bilmiyorum ama kamusal bilgiye erişim hakkının kullanılması bakımından, mesleğin anavatanı sayılan ülkelerde gazetecilik faaliyetlerine her zaman özel önem atfedildi; diğer hak öznelerinden farklı olarak gazeteciler özellikle hükümete dair bilgilere erişimde imtiyazlı bir konuma yerleştirildi (journalist’s privilege)[8]. Ancak ne dün ne de bugün bu imtiyazın köklü demokrasi geleneğine sahip ülkelerde bile sorunsuzca kullanıldığını söyleyemiyoruz. Türkiye gibi ülkelerde ise gazetecilik, imtiyazlı konuma yerleşmek şöyle dursun, iktidarın tam kontrol sağlamayı şiddetle arzuladığı, muhalif habercilerin ise bazen canları pahasına mücadele verdiği bir saha, bugün her zamankinden de çok…
TIKLAYIN - 2016: GAZETECİLİĞİN OHAL KISKACINA ALINDIĞI YIL
Türkiye’de bilgi kapıları ve eşiktekiler
Ortadoğu’da, yüzünü Batıya dönmüş bir “huzursuz demokrasi”[9] olarak Türkiye uzunca bir süredir Avrupa Birliği’ne üye olmak için gerekli hukuki metinleri çıkarıyor. Bu çabanın ifade özgürlüğü ile ilişkili halkalarından biri, 24 Ekim 2003 tarihinde kabul edilip 24 Nisan 2004’te yürürlüğe giren 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu[10]: “amacı; demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek”.
Bu kanunun tanıdığı haklardan biri, vatandaşların doğrudan başvuru kanalı olarak kullanabildikleri başbakanlık iletişim merkezi (BİMER) tarafından hayata geçiriliyor. Merkeze yapılan başvuruların sayısı ise gün geçtikçe kabarıyor.[11]
Kaynak: BİMER, https://www.bimer.gov.tr/bimer-sayisal-verileri (1.2.2017) [12]
Kamunun bilgilenmesinin merkezi platformu, kamu politikalarının görüşülüp karara bağlandığı meclis, bakanlar kurulu, cumhurbaşkanlığı ve diğer yargısal denetim organları olsa gerek. Parlamentodaki siyasi partilerin genel görüşme, gensoru, soru önergesi gibi yollarla kamu politikalarına ilişkin gizlilik perdesini kaldırma girişimleri gazeteciler için önemli bir haber kaynağı[13]. Ancak bu tür girişimler, standart biçimde, ilgili kamu kurumu bürokrasisinin hazırladığı, esasen meselenin özünü saklayan birtakım rakamlardan öteye nadiren geçiyor. Öte yandan, siyasi partilerin milletvekilleri tarafından TBMM başkanlığına sunulan yazılı soru önergelerinin süresinde yanıtlanma oranı oldukça düşük seyrediyor[14]. Örneğin, Ana Muhalefet Partisi CHP Balıkesir Milletvekili Ahmet Akın’ın 27.6.2016 tarihli soru önergesine verilen cevaptan öğrendiğimize göre 26. Dönemde verilen 841 yazılı soru önergesinden sadece % 7,82’si süresi içinde cevaplandırılmış, % 53,42’si hiç cevaplanmamış. En fazla yanıtlanmayan önerge, Başbakan (946) ve İçişleri Bakanına (589) yönelik olanlar.
17.11.2015 - 30.9.2016 tarihlerini kapsayan TBMM Faaliyet Raporuna göre ise 8.469 yazılı, 563 sözlü soru önergesi verilmiş; yazılı önergelerin 2.767’si, sözlü önergelerin 51’i hükümet tarafından cevaplandırılmış. TBMM Başkanlığına bu yasama yılında 15 Genel Görüşme Önergesi, 14 Gensoru, 1221 Meclis Araştırması Önergesi, 2 Meclis Soruşturması Önergesi verilmiş ama bunların hiçbiri henüz görüşmeye açılmamış[15].
Milletvekilleri tarafından yöneltilen soruların yanında vatandaşlardan da sorular geliyor Meclise. TBMM, 26. Dönem 1. Yasama Yılı Yasama, Denetim ve Yönetim Faaliyet Raporuna göre 26. Dönemde vatandaşlar en çok Dilekçe, İnsan Haklarını İnceleme ve Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonlarına başvurmuş. Bu dönemde Dilekçe Komisyonuna 1.922 şahsi, 1.608 toplu imzalı başvuru yapılmış, toplu imza ile yapılan 1.608 başvuruda imza atarak katılan kişi sayısı 31.163 olmuş (s. 128). İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna ise daha ziyade cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklularla ilgili 1.761 başvuru yapılmış, bunlardan 1.431’i işleme alınmış. (s. 137)
2010 Anayasa değişikliği ile AB’ye üyelik sürecini yönlendiren Türkiye Ulusal Programının bir gereği olarak bilgi edinme alanına yeni bir anayasal kurum eklendi: “29 Haziran 2012 tarihli ve 28338 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu ile idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve önerilerde bulunmak üzere TBMM’ye bağlı kamu tüzel kişiliğini haiz özel bütçeli Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuş” ve kurum, 29 Mart 2013 itibariyle şikayet başvurularını almaya başlamıştır.[16] 2015 yılına ilişkin verilere göre Ombudsmanlık’ın, gelen şikayetlere yanıt üretme kapasitesi görece yüksek seyrediyor: % 86.[17]
2015 Yılı Şikâyet Konularına Göre Dağılım (%)
Vatandaşa merak ettiği idari işlemlerle ilgili bilgilenme hakkı tanıyan bütün bu düzenlemelerin fiiliyatta pek de işe yaramadığının yüzlerce örneği sayılabilir. Bunlardan biri özellikle sol eğilimli, muhalif medyada sıklıkla işlendi. 2011 yılında Türkiye’nin kuzeydoğusundaki küçük bir kentte Başbakanın ziyareti dolayısıyla başlayan protesto eylemleri sırasında halkın üzerine çok yoğun biber gazı sıkılmış, öğretmen Metin Lokumcu hayatını kaybetmişti. Olay sırasında kolluk güçlerinin kullandığı biber gazı miktarını öğrenmek isteyen vatandaş, ilgili birimden net bir yanıt alamayınca konuyu yargıya taşıdı. Yani kamu idaresi, halkın bilgi alma hakkını tanımadı; Mahkemenin bu konudaki bilgi talebini ise “devlet sırrı” diyerek yanıtsız bıraktı. İdare mahkemesi söz konusu bilgilerin devlet sırrı olmadığına hükmetse de ölümle sonuçlanan bir protesto eyleminde kullanılan orantısız şiddetin en önemli bilgileri kamudan gizlenmiş oldu[18].
Bir başka çarpıcı örnek, devletin tepesinde bulunan kişinin, o mevkiye gelebilmesi için gerekli koşulları sağlayıp sağlamadığıyla ilgili bilginin ısrarla kamuya arz edilmemesiyle ilgili olarak verilebilir. Türkiye’de Cumhurbaşkanı seçilebilmenin koşullarından biri, üniversite mezunu olmaktır. Mayıs 2016’dan itibaren muhalif yayın organlarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 4 yıllık bir yüksekokul diplomasına sahip olmadığı iddiaları dolaşmış, muhalefet partileri olayı gündemde tutarak Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını engellemek için önemli bir kamuoyu desteği sağlamış, inandırıcı bir kanıt sunmamasına rağmen beklenen sonuç alınamamıştır[19].
Eşikten kovulup cezaevlerini dolduranlar: Gazeteciler
Bilgi edinme hakkının kullanımında en önemli görülen aktörler kuşkusuz gazeteciler. Ancak Türkiye’de siyasal sistemin gelenekselleşmiş kalıplarına bağlı olarak gazeteciler sıklıkla resmi yollar yerine gayrı resmî yolları kullanmak zorunda kalır ve aradığını bulsa bile Türkiye’de giderek artan gizlilik kararları, bilgiye erişim sorununu katmerlendirir. Gazetecilerin haber yaparken bilgiye erişim sorunlarını birkaç düzeyde ele almak yararlı olacak. Öncelikle, Türkiye’de gazeteciliğin tarihi, siyasal, sosyal, ekonomik tarihle sıkı bir ilişki içindedir. Bu sıkılığın altını çizmemizin bir nedeni, batı tipi demokrasilerin model alındığı bu bağımlı kapitalist ülkede, gazeteciliğin hem iktidar hem gazeteciler, hem de okurlar tarafından göreli bir özerklik alanı olarak tecrübe edilmemesidir. Aktif rızanın sağlanamadığı her dönemde zor aygıtının bir bütün olarak devreye girdiği Türkiye’de devlet iktidarı gazetecileri çeşitli yollarla susturmaya veya onları –özellikle sahip ve yöneticileri elbette- bir biçimde iktidara ortak ederek politik tarafgirliğe zorlamaya her daim hazır olmuştur.
1980’li yıllarda hayata geçirilen neoiberal politikalar, AKP hükümeti döneminde tabiri caizse altın çağını yaşamaya başlamıştır. Bugün Türkiye’de gazetecilerin bilgiye erişiminin önündeki en büyük engel, dolaylı değil doğrudan yasaklardır. Bu yasaklar, cezaevlerine kadar uzanmakta, iktidara yönelik en basit eleştirel gazetecilik pratikleri, insanların işsiz kalmasına, mahkemelerde dava peşinde koşmasına, cezaevinde akıl almaz uygulamalarla boğuşmasına neden olmaktadır. Yasalarımız çok kötü sayılmaz, batı tipi demokrasiye uygun metinlerimiz, onlarla uyumlu kurum ve kuruluşlarımız, denetim mekanizmalarımız var. Ama bazen bunların hiçbirinin işe yaramadığı bir hukuksuzluk garabeti sayesinde habercilerin kamuyu aydınlatma görevini tümden bırakmaya yüz tuttuklarını söylemek mümkün.
Devlet, mevcut internet yasası ve kendi kolluk gücüyle yetinmeyip 6 Şubat 2014 tarihi itibarıyla kurduğu, özel hukuk tüzel kişiliğine sahip Erişim Sağlayıcıları Birliği aracılığıyla, beğenmediği internet adreslerine erişimi daha pratik yollarla engellemeye başladı. Erişim Sağlayıcıları Birliği 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8. Maddesinde yer alan katalog suçlar[20] dışındaki “suçlar” için verilen engelleme kararlarını erişim sağlayıcılara iletiyor. Ve bu birliğin genel sekreteri, “Sosyal medya ticari işletmedir, bu nedenle ifade özgürlüğünün temsilcisi olamaz" şeklinde açıklama yapabiliyor[21], bu açıklama, yarı resmi haber kurumunda yayımlanıyor ve böylesi bir fikri garabeti tartışacak, eleştirecek, kamuoyu nezdinde mahkûm edecek bir mecra, alanında mümeyyiz olmayan bu kişiyi görevden alacak bir merci bulunamıyor…
Türkiye’nin sınır kentlerinde ve metropollerinde yaşanan saldırıların sağlıklı şekilde haberleştirilmesi artık neredeyse imkânsızdır. Olayın sosyal medya üzerinden bir biçimde duyulmasının hemen ardından, olayla ilgili herhangi bir bilginin herhangi bir kamusal mecrada haberleştirilmesi yasaklanmakta, buna rağmen yayın yapan kuruluşlara ceza verilmekte, sosyal medya hesaplarıyla ilgili erişim engeli talep edilmekte, zaman zaman gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları bu yüzden gözaltına alınıp tutuklanmaktadır. 15 Temmuz 2016’da yaşanan başarısız darbe girişimi üzerine ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte yasaklamalar, hak ihlalleri katmerlenerek artmıştır[22].
2013 Gezi protestoları, “17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları”, İŞİD ve PKK tarafından üstlenilen (ya da üstlenilmeyen) toplu katliamlar ve nihayet 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimi, insan haklarının tamamının ve bu arada bilgi hakkının neredeyse askıya alınmasına gerekçe olarak sunuluyor. Her patlamanın ardından saniyeler içinde getirilen “yayın yasağı”, siyasal iktidar dışında kalanların çok önemli olaylarla ilişkili bilgilere erişimini imkânsız hale getiriyor[23].
Bununla da kalmıyor, kimi bilgi kırıntılarını kamuyla paylaşanlar ağır cezai yaptırımlara maruz kalıyor. 1994 yılından bu yana Kürt özgürlük mücadelesinin sesi olan Özgür Gündem Gazetesi, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından basılıp editörler dahil binada bulunanların tamamı darp edilerek gözaltına alınıyor örneğin[24]. Gazetenin Danışma Kurulu üyeleri Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay aylarca tutuklu kalıyor ve böylece Kürt medyasıyla dayanışanlara bir mesaj verilmiş oluyor. Yine gazete ile dayanışmak üzere Özgür Gündem’de birer günlük nöbetçi yayın yönetmenliği üstlenen gazeteciler ve hak savunucularına da “örgüt propagandası” suçlamasıyla mahkeme ya da cezaevi kapıları görünüyor.
2007’den itibaren hız kazanan AKP medyasına alternatif birkaç muhalif sesten biri olan Cumhuriyet gazetesi, hem mali yaptırımlarla yüz yüze bırakılıyor hem de genel yayın yönetmeninden çaycısına kadar çalışanları “terör” başlıklı suçlamalarla cezaevlerine gönderiliyor. Ortada suç olmayan ithamlar, olmayan iddianame ve aylar süren kapatılmalar…
Bir gazetecinin sorusuna sinirlenerek “bunlar ihanet soruları!” diyerek yanıt veren[25]; hakaret suçunu, muhalifleri susturmak için ölçüsüzce kullanan bir cumhurbaşkanının yönetimindeki bir ülkeden söz ediyoruz, dolayısıyla gazetecinin bilgiye erişim hakkından bahsedebilmek için bir hayli iyimser ya da tarafgir olmak gerek.
Bütün bu koşullar, Türkiye’de kamunun bilgilenme, bilgiye erişme, ifade hakkının korunduğu, demokrasi sözcüğünün bolca kullanıldığı hukuk metinlerini çoğunlukla boşa çıkarıyor. Geriye, her şeye rağmen hayatlarını, çocuklarının geleceğini süslü olmayan terimlerle savunan, bilgiye erişmeyi bir yasa buyurdu diye değil, gerçekten ihtiyaç duyduğu için arzulayan çok geniş bir kitlenin, okurun/izleyicinin beklentileri[26] ile bu umudu canlandırmak adına gazetecilik yapmaya çalışan zayıf ama inançlı habercilerin değerli çabaları kalıyor… (GA/EKN)
---------------------------------------------------------------
[1] Kamu çıkarını ilgilendiren bilgi kuşkusuz sadece kamusal otoritelerin yapıp ettikleriyle ilişkili değil; kamusal olarak görülmeyen, örneğin, özel şirketlere dair bilgilerle de ilişkili ama pek çok ülkede yasayla tanımlanan bilgiye erişim, devlet, hükümet gibi kamusal kurumları kapsar. Bkz. Mazhar Siraj, “Exclusion of Private Sector from Freedom of Information Laws: Implications from a Human Rights Perspective”, Journal of Alternative Perspectives in the Social Sciences, 2010: 2/11, s. 211-226.
[2] Bu konuda ör. bkz. Eric Barendt, “Freedom of speech in the media”, Freedom of speech, Oxford University Press, 2. Basım, 417-50.
[3] Toplumdaki çatışan çıkarlar karşısında kamu idaresinin, hazırlık işlemlerinde objektiflik ilkesi gereği kamuya kapalı olarak çalışması gerekebilir, yani kamu idaresinin proaktif ya da reaktif düzeyde bilgi vermemesi her zaman kirli işleri örtpas etme anlamına gelmeyebilir elbette. Bkz. C. Soykan, 2006, Bir insan hakkı olarak bilgi edinme hakkı, Y Tezi, Ankara Ü.
[4] ABD’de Seattle protestolarından başlayarak, 2011’de ortaya çıkan İspanya’daki öfkeliler hareketi ve art arda yaşanan Arap Ayaklanmaları, Gezi protestoları, vb gibi halk isyanları, iktidarın meşruiyet kaybının sıradan vatandaş cephesindeki görkemli karşılıkları olarak da görülebilir.
[5] Oxford Sözlük’ün 2016’da kapsamına aldığı post-truth için önerdiği tanım şöyledir: “Kamuoyunu biçimlendirmede nesnel durumların, his ve kişisel inançlara hitap etmekten daha az etkili olduğu durumları ifade eden veya bu durumlarla ilgili olan (relating to or denoting circumstances in which objective facts are less influential in shaping public opinion than appeals to emotion and personal belief.” Alison Flood, “'Post-truth' “post-truth” Oxford Dictionaries tarafından yılın kelimesi olarak gösterildi, The Guardian, https://www.theguardian.com/books/2016/nov/15/post-truth-named-word-of-the-year-by-oxford-dictionaries, 15.11.2016.
[6] Bu ikisini ancak analitik olarak ayırmak mümkün, gerçek hayatın somut pratiklerinde kapitalist devlet, kapitalistlerle anlaşmaksızın iktidar olamaz, vice versa. Elbette iktidarın dışında kalan geniş toplum kesimleriyle de anlaşmak zorundalar ama işte bu anlaşmada o kesimler “bilgi”den son sürat uzaklaştırılıyor kanımca…
[7] G. Adaklı, 2011, “Wikileaks versus Kapitalizm”, Bianet, http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/127079-wikileaks-versus-kapitalizm
[8] Ör.bkz. Kenneth C. Creech, “Issues in information gathering”, Electronic media law and regulation, Routledge, s. 327-338.
[9] Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, çev. Y. S. Gönen, İstanbul: İletişim, 7. Baskı, 2000, s. 321.
[10] Daha önce bilgi edinme hakları, 1982 Anayasasının 74. maddesinde “dilekçe hakkı” olarak yer alıyor ve bu maddeye dayalı olarak çıkarılan 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun’la temellendiriliyordu.
[11] TRT Haber, “BİMER'e 2016'da yapılan başvurular 2015'e göre yüzde 62 artarak 1 milyon 729 bin 952'ye yükseldi”, http://www.trthaber.com/haber/gundem/2016-yilinda-bimere-basvuru-yagdi-294692.html (19.1.2017)
[12] Bu noktada, resmi rakamların, kamu politikalarının ve uygulamaların şeffaf biçimde halkla paylaşılması ve halkın bilgi taleplerine yanıt verilmesi bakımından yanıltıcı olabileceğini not düşmek gerek. Bu tablo da bilgi edinme konusunda bir bilgi sunmakla birlikte, bilginin içeriğini örtbas eden bir teknisizmi barındırıyor.
[13] Tanıdığım birkaç gazeteciden öğrendiğim kadarıyla Türkiye’de gazeteciler bilgi edinme başvurusunu nadiren kullanıyor. Batılı demokrasilerle Türkiye arasındaki farklardan biri bu olguda gözlenebilir. Batıda, kamu idaresinin bilgi sunmak konusundaki isteksizliğini aşmak için kimi “hileler” öneren kapsamlı gazetecilik elkitapları mevcut. Ör. Bkz. Access Info & n-ost, A guide for on how to Access government information http://www.legalleaks.info/wp-content/uploads/2016/04/Legal_Leaks_English_International_Version.pdf, 2014.
[14] Geçtiğimiz ay CHP İstanbul Milletvekili Didem Engin, İŞİD tarafından kaçırılan askerlere ilişkin verdiği soru önergesi işleme alınmayınca bilgi edinme başvurusu yaptı ama yine yanıt alamadı. Birgün, “Hükümet 'El Bab'ta neler oluyor' sorusundan rahatsız”, http://www.birgun.net/haber-detay/hukumet-el-bab-ta-neler-oluyor-sorusundan-rahatsiz-143010.html (13.1.2017)
[15] TBMM, 26. Dönem 1. Yasama Yılı Yasama, Denetim ve Yönetim Faaliyet Raporu, 2017
[16] https://www.ombudsman.gov.tr/hakkimizda/ (erişim: 6.2.2017)
[17] https://www.ombudsman.gov.tr/contents/files/kdk-2015-yillik-rapor.pdf (erişim: 7.2.2017)
[18] Mesut Hasan Benli, “Danıştay, Bilgi Edinme Yasası kapsamında devletin elindeki biber gazı miktarını öğrenmek isteyen vatandaşa verdiği 'devlet sırrı' yanıtını kabul etmedi”, Radikal, http://www.radikal.com.tr/turkiye/danistay-biber-gazi-devlet-sirri-degildir-1144648/, 2 Ağustos 2013.
[19] Sözcü, “Erdoğan’ın diploması ile ilgili şüphelerin kaynakları!” www.sozcu.com.tr/2016/gundem/erdoganin-diplomasi-ile-ilgili-suphelerin-kaynaklari-1260477/, 3.6.2016. “ÜNİVDER’den Erdoğan’ın Diploma Meselesine İlişkin Açıklama”, Bianet, http://bianet.org/bianet/siyaset/175616-univder-den-erdogan-in-diploma-meselesine-iliskin-aciklama, 8.6.2016.
[20] İntihara Yönlendirme, Çocukların Cinsel İstismarı, Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Kullanılmasını Kolaylaştırma, Sağlık için Tehlikeli Madde Temini, Müstehcenlik, Fuhuş, Kumar Oynanması için Yer ve İmkân Sağlama, Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar. https://www.ihbarweb.org.tr/
[21] Arife Yıldız Ünal ve Ayşenur Sağlam, “Sosyal medyada "sahte hesap" uyarısı”, http://aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/sosyal-medyada-sahte-hesap-uyarisi/495972, 24.12.2015.
[22] OHAL’e birlikte kapatılan basın, yayın, radyo, televizyon ve haber ajanslarına ilişkin detaylı bilgi için bkz. Feray Salman ve Aysel Ergün, “Kapatılan basın, yayın, radyo, televizyon ve haber ajansları”, Bianet, http://bianet.org/bianet/medya/182458-kapatilan-basin-yayin-radyo-televizyon-ve-haber-ajanslari, 9.1.2017.
[23] Yayın yasakları konusunda güncel verileri şu adreslerde bulabilirsiniz: https://www.rtuk.gov.tr/mahkeme-yayin-yasaklari/5320/3929/2016-yili-mahkemelerin-yayin-yasagi-kararlari.html; http://www.hurriyet.com.tr/index/yayin-yasagi
[24] Aylin Kaya, “Özgür Gündem Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya: Tarih gösterdi, gerçekleri halka ulaştırmanın yolu tükenmez”, https://www.politikyol.com/ozgur-gundem-genel-yayin-yonetmeni-zana-kaya-tarih-gosterdi-gercekleri-halka-ulastirmanin-yolu-tukenmez/
[25] Hürriyet, “Erdoğan: Biz güdülen bir hükümet değiliz”, http://www.hurriyet.com.tr/erdogan-biz-gudulen-bir-hukumet-degiliz-4858127, 2.8.2006.
[26] CNN’den Brian Stelter gazetecilik sorunlarının tartışıldığı bir oturumda benzer bir iyimserliği savunuyor. Trump seçildiğinden beri okur ve izleyicilerden e-mail yağdığını belirten Stelter, insanların “basını gayrı-meşrulaştırma girişimine prim vermiyoruz, size ihtiyacımız var” mesajı verdiğini söylüyor ve ekliyor: “Post-fact, post-truth tartışmalarını reddediyorum. Halk takip ediyor… Bu ülke bilgiye aç durumda.” Shan Wang, “The boundaries of journalism — and who gets to make it, consume it, and criticize it — are expanding”, http://www.niemanlab.org/2017/02/the-boundaries-of-journalism-and-who-gets-to-make-it-consume-it-and-criticize-it-are-expanding/, 1.2.2017.
Bu yayın IPS İletişim Vakfı ile Osservatorio Balcani e Caucaso tarafından Avrupa Komisyonu ortak fonuyla yürütülen European Centre for Press and Media Freedom (ECPMF) Projesi kapsamında üretilmiştir. Burada dile getirilen görüşler IPS İletişim Vakfı’na ait olup hiç bir biçimde Avrupa Birliği'nin resmi görüşleri olarak değerlendirilemez.