19-22 Aralık 2000 tarihleri arasında aynı anda ülke çapında 20 ayrı hapishanedeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı bloklara operasyon düzenlendi. Operasyon sonucunda 28 tutuklu ve 2 asker olmak üzere toplam 30 kişi hayatını kaybetti. Operasyona “Hayata Dönüş” ismi verildi. Operasyonlar gerçekleştiğinde iktidarda DSP-MHP-ANAP koalisyonu bulunuyordu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit operasyonu, “teröristleri kendi terörlerinden kurtarma” olarak tanımladı. 22 Aralık 2000 günü sonunda “teröristler kendi terörlerinden kurtarıldı” ve F Tipi hapishanelere konuldular.
“Hayata Dönüş” operasyonlarına gelinen süreci tahlil edebilmek için, bugüne kadar yaşanan cezaevleri operasyonlarına bakmak gerekir. Zira bugüne kadar ki operasyonların; zamanı, kendi içindeki spesifik amacı, uygulanış tarzı, şiddeti ve sonuçları “Hayata Dönüş” operasyonlarının arkasındaki gerçeklerin kavranmasına ışık tutuyor. “Hayata Dönüş” operasyonları başından sonuna kadar tek bir merkezden yönetilen operasyonlardı. Kapsamı ve büyüklüğü itibariyle, öncesinde ciddi bir hazırlığa işaret ediyor. Bugüne kadarki mevcut hapishane operasyonlarının göstermelik dahi olsa sahip bulunduğu hukuki alt yapı, “Hayata Dönüş” operasyonlarında oldukça zayıf.
“Hayata Dönüş” operasyonlarında; cezaevi idareleri, mülki amirler, cezaevi savcıları somut ve hukuki hiçbir işleve sahip olmadı. Operasyonlar tamamen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) eliyle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından planlanıp uygulandı. Hapishane operasyonlarındaki temel hukuki tartışma olan idari görev-adli görev sorunsalı, “Hayata Dönüş” operasyonlarında çok anlamlı olmadı. Operasyonlara bu sefer, “askeri görev!” damgasını vurdu. Zira operasyonlar doğrudan Genelkurmaylıktan yönetilip organize edildi.
“Hayata Dönüş” devletin en üst düzeyindeki kurumları arasında tam bir mutabakatla gerçekleştirildi. Operasyonlarda Milli Güvenlik Kurulu, Hükümet ve Meclisteki muhalefet partilerinin kararı, onayı ve oluru bulunuyor. Bu yanıyla operasyon çok net bir şekilde devlet operasyonu. Operasyonlar her ne kadar hapishanelerdeki siyasi tutuklulara yapılmış ise de aslında dışarıya yönelikti. Operasyonlar bir bütün olarak ülkedeki sisteme muhalif olanlara yapıldı. Dışarıya adeta “gözdağı” verildi. Bu gözdağı açıkça şu mesajı içeriyor: “Bana muhalif olanların sonu ‘Hayata Dönüş’ olur.”
“Hayata Dönüş” devletin hapishaneler politikası ve siyasi tutuklular mefhumu ile alakalı olmakla birlikte operasyonların yapılış tarihi de tesadüfü değil. 2000 yılı başında IMF ile yapılan yeni Stand-By anlaşmasının ülkeye getireceği ağır şartlar ve reçetenin uygulanması gereği, buna karşı çıkacak muhalefet odaklarının da ortadan kaldırılmasına bağlandı. Bunun ilk ve en önemli ayağı da hapishanelerdi. Uzun yıllardır siyasi tutukluların “etkisiz hale getirilmesi” amacı, artık devlet açısından mutlaka uygulamaya geçmeliydi. Öte yandan AB ve ABD’nin de bu noktada çok ciddi oluru, yardımı ve desteği gündeme geldi. Böylece devletin her zaman hayata geçirmek istediği izolasyon infaz modeli ete-kemiğe büründü. Bu şekilde ülkemizdeki hapishaneler tarihinin en kapsamlı operasyonunun düğmesine basma günü 1999 yılı sonu 2000 yılı başlarında belli edildi. Yıllardır devlet açısından her zaman düşünülen şey, 2000 yılı itibariyle yapılabilir bir hale geldi.
“Hayata Dönüş” operasyonları, medyanın takındığı tavır açısından da ilginç sonuçlar ortaya koydu. Medyanın genel tavrı; açlık grevleri ve ölüm oruçları başladığı süreçte olabildiğince objektif konumdayken, operasyonlardan kısa bir süre önceki süreç ile operasyon anında ve sonrasındaki süreçte ise tamamen tersine döndü.
22 Aralık 2000 günü pek çok açıdan artık yepyeni bir dönemin başlangıcıydı: F Tipi Dönemi. Bu dönem sadece hapishaneleri değil, bir bütün olarak muhalifler açısından tüm bir ülkeyi içine alan döneme işaret ediyor.
“Hayata Dönüş” operasyonlarına bir bütün olarak bakıldığında, doğrudan yok etme saikinin de işin içinde olduğu, kanlı ve katliam boyutunda cereyan etmiş operasyonlar olduğu açıkça görülüyor. Bu durum devletin konuya dair yaklaşımı ve siyasi tutukluların hapishanelerdeki varlığı ile birlikte değerlendirildiğinde aslında şaşırtıcı değil. Zira devlet her zaman hapishanelerdeki her türlü uygulamasını sürekli zor’a dayalı politikalarla yaşama geçirmiş ya da geçirmeye çalışmıştır.
Bu bakımdan devletin siyasi tutuklulara yönelik bakış açısı ve hapishaneler politikası gereği olarak, hapishaneler her zaman zor’un sürekli ve geniş kullanım alanı bulduğu yerler olmuştur.
Rahatlıkla denebilir ki, devletin hapishanelerde hayata geçirmek istediği her türlü uygulamanın temeli en nihayetinde zor’un kullanımına dayanır.
Bu, tarihte de böyleydi. Hapishaneler her daim sisteme muhalefetin en önündeki kişilerin tutuldukları yerlerdir. Örneğin Çarlık Rusyasında Çarlık rejimi karşıtı olanlar, St. Petersburg’daki meşhur Peter Paul Kalesindeki hapishaneye konulmuştu. Benzer bir durum Fransız Devrimi sürecinde Bastil açısından da söz konusu olmuştu. Bilindiği üzere devrimi yapanlar Bastil Zindanını basıp, tüm tutukluları dışarı çıkarmıştı. Böylece tarihte hapishanelerdeki siyasi tutukluların varlığı, sistem açısından sürekli bir tehdit olarak algılandı.
Bugün içinde bulunduğumuz “OHAL” günlerinde en çok konuşulan ve gündeme gelen yerler gene hapishanelerdir. Sürekli bir operasyon haliyle her gün onlarca insan tutuklanıyor. Hapishanelerde 200 bine yakın kişi var. Sürekli işkence ve kötü muamele şikayetleri geliyor, 15 Temmuz’dan önce tutukluların öyle veya böyle elde etmiş oldukları tüm haklar tamamen ellerinden alınıyor, aile görüşleri kısıtlanıyor, mektupları gönderilmiyor, avukatla görüşme hakları neredeyse yok sayılıyor.
“Hayata Dönüş” operasyonlarının 16. yılında ülke çapındaki hapishanelerin durumu ve mevcut kabul edilemez uygulamalar son derece düşündürücü ve ötesinde ürkütücü. Yeni “hayata dönüşlerin” yaşanma ihtimalini düşünmek bir tarafa; devletin hapishanelere bakış açısı kapsamındaki zapturapt altına alma, mevcut hakları ortadan kaldırma, her türlü uygulamayı zor’a başvurarak yapma ve en nihayetinde yok etme politikasının her daim yürürlükte olduğu gerçeği tekrar ve tüm somutluğu ile bir kez daha karşımıza çıktı.
İşte tam da bu bakımdan “Hayata Dönüş” operasyonları belli açılardan bir son ve aynı zamanda bir başlangıç iken, bir yandan da aslında hiç değişmeyen bir sürecin farklı şekil alarak devamından ibarettir. Belki de “Hayata Dönüş”, ülkemizde devletin siyasi tutuklulara bakış açısı kapsamında hapishaneler tarihi sayfasına eklenmiş bir nottan ibaret. Bugün F Tipi hapishanelerde siyasi tutukluların operasyondan önce olduğu gibi düşünceleri ile var olmaya devam etmeleri adeta bunun kanıtı. Başka bir ifade ile siyasi tutuklular açısından hapishanelerdeki süregelen süreç bugün de aynen devam ediyor.
Operasyonlar sürerken dönemin Adalet Bakanı H. Sami TÜRK şöyle diyordu; “yarından sonra artık her şey farklı olacak.” Bugün artık her şey farklı mı? Bu soruya bir çırpıda evet demek pek mümkün değil. F tipi hapishaneler somut bir gerçek olarak karşımızda. Ama bu somut gerçeğe rağmen F Tiplerine karşı mücadelenin de içeride ve dışarıda devam ettiği görülüyor. Belki de yarından sonra her şey çok da farklı olmamıştır.
Tüm bunların ötesinde artık bugün olması/yapılması gerekli en önemli husus operasyonlarda yaşanılanların aydınlatılması ve hukuki sorumluluğu olan tüm yetkililerin yargı önüne çıkarılmasıdır. “Hayata Dönüş” operasyonu faili meçhul veya gizli bir operasyon değildir. Kararı alanlar, uygulayanlar, bir fiil icra edenler ve arkasında duranlar bellidir.
Bu anlamıyla “Hayata Dönüş” operasyonları aydınlatılmayı bekleyen yakın tarihteki bir vakıadır. 19-22 Aralık 2000 tarihleri özellikle hapishanelerde bugün yaşanan hak ihlalleri ve hukuksuzluklar da dikkate alındığında sadece belli duyarlılıkları olanlarca değil herkes tarafından hatırlanmalı. “Hayata Dönüş” operasyonlarının unutulmaması ve unutturulmaması adına aşağıda sürecin önemli köşe taşlarını sıraladım:
22 Nisan 1999; Ankara Sincan, Bolu, İzmit Kandıra, Edirne, Tekirdağ ve İzmir Kırıklar F Tipi hapishanelerinin inşası için ihale tamamlandı ve bu cezaevlerinin yapımı başladı.
Ocak 2000; IMF ile 17. Stand-by anlaşması imzalandı. Birkaç hafta sonra Başbakan Bülent Ecevit, “Hapishaneler sorununu çözmeden geleceğe güvenle bakamayız” dedi.
18 Ocak 2000; 6 adet F Tipi hapishanenin yapımının bitmek üzere olduğu ve mayıs ayında teslim edileceği açıklandı.
8 Mayıs 2000; Yapımı biten 6 F Tipi hapishaneyi basına tanıtan Adalet Bakanı H. Sami Türk, Kocaeli F Tipi Cezaevini basına gezdirdi.
10 Haziran 2000; Yeni Şafak gazetesine açıklama yapan Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun, “Her türlü protestoyu göze aldık. F Tipine mutlaka geçilecek ve bu sorun bitecek” dedi.
22 Temmuz 2000; Tutuklu yakınları ve aileler Beyoğlu Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi başlattılar. Polis ailelere müdahale etti. 20 kişi gözaltına alındı. Bu eylem 19 Aralık 2000 gününe kadar her hafta Cumartesi günü yapılmaya devam etti. Eyleme hemen her hafta polis tarafından müdahale edildi. 16 Eylül tarihindeki eyleme Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi üyesi avukatlar da katıldı. Polis bu eyleme de müdahale etti. Aralarında 25 avukatın da bulunduğu toplam 50 kişi dövülerek emniyete götürüldü.
20 Ekim 2000; Siyasi tutuklular süresiz açlık grevine başladılar.
27 Ekim 2000; Adalet Bakanı H. Sami Türk, “boşuna açlık grevi falan yapmasınlar. F Tipleri uygulanacak.” dedi.
19 Kasım 2000; Siyasi tutuklular süresiz açlık grevini ölüm orucuna çevirdiler.
9 Aralık 2000; Adalet Bakanı Türk, F Tiplerine nakillerin süresiz ertelendiğini ve F Tiplerinin ilgili meslek kuruluşlarının katılımıyla mimari, hukuki ve tıbbi açıdan yeniden değerlendirileceğini açıkladı. Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Oral Çalışlar, Can Dündar Bayrampaşa cezaevinde tutuklularla görüştü. Böylece tutuklularla yapılacak görüşmelerin önü açılmış oldu.
11 Aralık 2000; TBMM insan hakları komisyonu üyesi Mehmet Bekaroğlu, Kamer Genç, Tunay Dikmen ve TTB ikinci Başkanı Metin Bakkalcı’dan oluşan heyetin Bayrampaşa Cezaevinde tutuklularla yaptığı görüşmeler Bakanlığın F Tiplerinin açılmayacağı konusunda güvence vermemesi üzerine tıkandı. Aynı gün Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi üyesi 7 avukat ve 5 stajyer avukat dernek binasında süresiz açlık grevine başladı.
14 Aralık 2000; Bakan Türk, kendisi için bağlayıcılığını kabul ettiği Bayrampaşa Cezaevinde tutuklularla görüşme yapan görüşmeci heyetin F Tipleri hakkındaki önerisini kabul etmedi. Tutuklularla yapılan görüşmeler böylece tekrar tıkandı. Akşam saatlerinde İstanbul 4 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) ölüm oruçları ve F Tiplerine ilişkin haberlere ilişkin yayın yasağı kararı verdi.
15 Aralık 2000; Türk, “mutabakat ancak oda sistemi kabul edildiğinde olur. Ölüm orucunu bırakın” şeklinde açıklama yaptı. Aynı gün İstanbul Barosundan bir grup avukat tıkanan görüşmeleri tekrar başlatmak için Bayrampaşa cezaevine girmek istedi. Ancak Bakanlık izin vermeyerek, başvuruyu reddetti. Akşam saatlerinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in TV’lerde açıklaması yayınlanıyordu. Sezer, “Yaşam hakkını sona erdirme tehdidiyle kimi koşulları sağlamaya çalışma kabul edilemez.” demişti.
16 Aralık 2000; Aydın ve sanatçılardan oluşan bir heyet tıkanan görüşmelerin tekrar başlaması için Adalet Bakanlığına başvuru yaptı. Başvuru Bakanlıkça geri çevrildi.
17 Aralık 2000; Görüşmelerin tekrar başlaması için İstanbul Barosu Başkanı Avukat Yücel Sayman arabulucu oldu. Tutuklular Yücel Sayman’la görüşmelere devam etmek ve bir uzlaşmaya varmak istediklerini söylediler.Tüm çaba ve çağrılara Adalet Bakanlığından bir yanıt gelmedi. Akşam saatlerinde Adalet Bakanı H. Sami Türk, “Bundan sonra olacakların sorumlusu ölüm orucunu başlatan, destekleyen ve devam ettirenlerdir.” açıklamasında bulundu.
18 Aralık 2000; Başbakanlık’ta Başbakan Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, Adalet Bakanı H. Sami Türk ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bir araya gelip toplantı yaptılar.
19 Aralık 2000; Saat 04:00 sıralarında ülke çapındaki 20 ayrı cezaevine aynı anda müdahale başladı. Akşam saatlerinde ATV’ye konuşan Adalet Bakanı Türk, “Asıl amaç ölüm oruçlarını bitirmek değil, devletin otoritesini sağlamaktır.” dedi. (GS/AS)