Almanya’yı sarsan “NSU Skandalı“nın beşinci yıldönümünü kısa bir süre önce geride bıraktık.
Hatırlanacağı gibi 11 Kasım 2011’de yapılan bir açıklamayla, bundan bir hafta (4 kasım 2011) önce ülkenin doğusundaki Eisenach kentinde polise yakalanmamak için intihar ettikleri ileri sürülen iki banka soyguncusunun, 2000-2006 yılları arasında Almanya’nın dört bir köşesinde sekizi Türkiye, biri Yunanistan kökenli dokuz göçmenle, biri Almanyalı polis memuresi, 10 kişiyi kurşuna dizerek öldüren, “NSU”nun (Nasyonal Sosyalizm-Yeraltı) tetikçisi oldukları açıklanmıştı.
Açıklamalara bakılırsa örgüt, ikisi ölü üç kişiden oluşuyordu. Resmi makamlar, beş yıldır böyle bir şeyin hayatın gerçeklerine aykırı olduğuna, eğer gerçekten böyle bir örgüt varsa, üye ve tetikçi sayısının çok daha fazla olması gerektiği yolundaki uyarılara kulaklarını kapadılar...
Nitekim örgüte ilişkin bu resmi tez, 6 Mayıs 2013'te Münih’te başlayan büyük davanın da temeli oldu. Böylece bu çetenin “hayatta kalan tek üyesi”, banka soyguncusu katillerin ortak sevgilisi Beate Chaepe’yle, örgüte yardım etmekle suçlanan dört kişinin yargılanmasına başlandı.
TIKLAYIN - NSU CİNAYETLERİNİN AYDINLATILACAĞINA İNANÇ ZAYIF
Gerçeklere ulaşma umudu kararıyor
O günden beri kamuoyunun duyarlı kesimleri ve tabii ki ölenlerin aileleri, Neo Naziler ve onlara destek olan suç ortaklarıyla, polis ve istihbarat örgütlerinin, savcılıkların ihmalleri, beceriksizlikleri, delilleri saklama, üstünü örtme çabaları, kamuoyunun bilgilendirilmesi konusundaki isteksizlikleri, acılı kurbanlara yönelik haksız, temelsiz soruşturmalarıyla ilgili bir yığın skandalın sarsıntısını, şaşkınlığını, hayal kırıklığını, travmasını yaşıyor.
Gerek Federal Meclis’in, gerekse de altı eyalet meclisinin (Hessen, Thüringen, Bavyera, Baden Württemberg, Kuzey Ren Vestfalya ve Saksonya) olayları soruşturması için görevlendirdiği soruşturma komisyonları, polis, istihbarat örgütleri, Federal Başsavcılık, bu olayların aydınlatılması açısından ciddi bir gelişme kaydedemediler.
Münih’te üç yılı aşkın süredir devam eden mahkemenin 300’den fazla duruşmasında, olaylarla ilgili 600’e yakın tanığın ifadesi alındı, binlerce sayfalık dosyalar elden geçti, deliller değerlendirdi. Oradaki gelişmeler de bu çeteye atılan suçlarla ilgili gerçeklere ulaşma umudunu karartıyor.
“Konfeti operasyonu”
“Konfeti operasyonu” bu davayla ilgili soru işaretlerinin başında geliyor. Kamuoyuna NSU’yla ilgili iddiaların ilk kez açıklandığı 11 Kasım 2011’den bir gün önce ülkenin iç güvenliğinden sorumlu istihbarat örgütü Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın (BfV) daire müdürlerinden biri, söz konusu örgüt üyeleriyle ilgili dosyaları imha ettirmiş.
Bu tabii çok sonra öğrenildi. O gün bugündür de bu konu bir türlü açıklığa kavuşmadı. Doğrudan kendisiyle ilgili olmayan bu dosyaları “konfeti” haline getirten “Lothar Lingen” kod adlı müdür, bu skandalın ardından da hiçbir şey olmamış gibi uzun süre oradaki görevini sürdürdü. Üstelik bu arada şefi, Federal Almanya’da ülke içi istihbaratın en üst düzey sorumlusu olan kişi, BfV Başkanı Heinz Fromm, istifa etmek zorunda kalmıştı.
Söz konusu dosyaları “zaman aşımı” gerekçesiyle imha ettirdiğini açıklayan Lingen’in bir süre sonra görevinden alındığı, ancak sanki “taltif ettirilerek” Cumhurbaşkanlığı’na bağlı bir kurumda görevlendirildiği öğrenildi.
Bu arada BfV’nin bulunduğu Köln’de Başsavcılık’ın söz konusu yasadışı ve “tuhaf” imha olayının duyulmasının ardından açtığı soruşturma ise Lingers’in “dosyaların zaman aşımına uğradığı” ve “içinde zaten aşırı sağcı örgüt üyeleriyle ilgili bilgi yer almadığı” yolundaki açıklamaları yeterli bulunarak kapatılmıştı.
Amacı “gereksiz işler”den kurtulmakmış
Ancak geçenlerde ortaya çıkan yeni bulgular, kamuoyunun ve mahkemenin bu konuda yanıltıldığını gösteriyordu. Buna göre Lingen 2014 yılında Federal Başsavcılık tarafından yeniden sorgulanmıştı. Ve bu kez öncekinden daha farklı, ilginç bir ifade vermişti.
Ortaya yeni çıkan ifadesi de özetle şöyle:
“Ben 10-11 Kasım 2011’de kamuoyunun BfV’nin Thüringen’deki bilgi kaynaklarının durumuyla ilgileneceğinin farkındaydım. O dönem Thüringen‘de sekiz, dokuz ya da on soruşturma yürütüldüğüne göre, elbette BfV’un neden bu üç terörist hakkında bilgi sahibi olmadığı sorulacaktı. Bu rakamlar, olaylardan haberimiz olması gerektiğini gösteriyordu. Ancak gerçek durum bu değildi. Ben de bunu dikkate alarak, oradaki kaynaklarımızın sayısı bilinmezse, bize bu sorunun hiç yöneltilemeyeceğini düşündüm.”
İstihbarat örgütünün önemli bir yöneticisi, ağır cinayetler işleyenlerle ilgili soruşturmanın daha başında, bunlarla ilgili önemli bilgiler içerebilecek dosyaları, son gelişmelerin ışığında yeniden gözden geçirmeden, “imha edilmiş dosyalar, artık kontrol edilemez” diyerek, imha ettirdiğini açıkça itiraf ediyordu. Amacı güya “gereksiz işten” kurtulmakmış. Skandalın ayrıca, dosyaları “konfeti” haline getirme talimatı alan memurların bunu garipsedikleri, karşı çıktıkları, müdürün ısrarı üzerine, bu konudaki talimatını yazılı olarak vermesi talebinde bulundukları gibi ayrıntıları da var.
Mahkemeden saklanmış
Burada yapılanın en azından “yürüyen bir ceza soruşturmasının engellenmesi” olduğu açıktı.
Üstelik Başsavcılık Münih’te devam eden NSU davasında mahkemeyi bu sorgudan hiç haberdar etmemiş, müdahil avukatların Lothar Lingen‘in mahkeme tarafından sorguya çekilmesi yolunda vermiş oldukları dilekçenin reddedilmesi yolunda mütaala vermişti. Gerekçesi de şöyleydi: “Müdahil davacıların bu konudaki talepleri, gelişigüzel ve o ana kadar edinilen tüm bilgilere aykırı, spekülatif iddialara dayanıyor.”
Söz konusu ifade, Federal Meclis’in olayları soruşturan “Araştırma Komisyonu”nun son oturumlarından birinde ortaya çıkmasaydı, belki de bu durum uzun süre daha gündeme gelmeyecekti.
Bu tabii ki birçoklarınca istihbarat örgütünün ve Federal Savcılığın olayları aydınlatma yönündeki “isteksizliği”nin bir kanıtı olarak görüldü. NSU tarafından öldürülen Mehmet Kubaşık’ın eşi Elif ve kızı Gamze Kubaşık da bu görüşteydi. Hemen avukatları aracılığıyla suç duyurusunda bulundular. Lothar Lingen ve BfV’nin adı bilinmeyen diğer memurlarını, yürütülen soruşturmaya engel olmak, resmi belgeleri imha etmek ve görevi ihmalle suçladılar.
Şansölye Merkel söz vermişti
Kamuoyuna bununla ilgili bir açıklama yapan Elif Kubaşık, “Bize olayların aydınlatılacağı söz verilmişti, ama bunun tam tersi söz konusu. BfV‘nin eline eşimin cinayetine engel olunmasını sağlayabilecek bilgiler geçmiş miydi? Bunu bilmek istiyorum” diyordu.
Hatırlanacağı gibi onlara (ve de tüm dünyaya) “olayların aydınlatılacağı” yolunda söz veren kişi, Federal Almanya’nın Şansölyesi Angela Merkel’di. Kurbanları anmak üzere Berlin’de düzenlenen devlet töreninde aileler ve kamuoyundan özür dileyen Merkel, cinayetlerin tüm ayrıntılarına kadar aydınlatılacağına dair söz vermişti.
Ancak Köln Başsavcılığı, Kubaşık ailesinin suç duyurusunu kabul etmedi, daha önce olduğu gibi bu konuda bir cezai soruşturma açmadı. Onlara göre Linder’in yeni ifadesindeki sözler davanın gidişatını etkileyecek boyutta değildi. Evet, başına yeni iş almamak istediğini açıklıyordu, ama imhanın asıl gerekçesi zaman aşımıydı.
Duyarlı kamuoyu peşini bırakmıyor
Aradan geçen zaman içinde kamuoyunun konuya ilgisinin gerilediği görülüyor. Ancak cinayetler ve bu olayların ardındaki terör örgütüyle ilgili resmi açıklamaları kuşkuyla karşılayan çok sayıda sivil toplum örgütü, irili ufaklı girişimler konuyu yakından takip ediyor. Yaptıkları araştırmaları yayınlayarak, düzenledikleri toplantı ve protesto eylemleriyle konunun kamuoyu gündeminden düşmesine engel oluyorlar. Bu çalışmaların mahkeme heyetinin tavrını bile etkilediği söyleniyor.
Frankfurt yakınlarındaki Offenbach kentinde, bu cinayetlerin duyulmasının ardından kurulan “Kahverengi Değil, Rengarenk – Irkçılığa Karşı İttifak” (BUND statt braun – Bündniss gegen Rassismus) da bunlardan biri... Bu girişim, Kasım 2011’de NSU skandalının ortaya çıkması üzerine, başta “Offenbach ve Çevresi Türkiye Dostluk Derneği” olmak üzere Offenbach ve çevresinde faaliyet gösteren 70’e yakın kurum ve örgütün katılımıyla gerçekleştirdiği protesto yürüyüşünün ardından kurulmuştu. O dönemden beri bölgede ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadelenin önde gelen aktörlerinden...
“Konfeti operasyonu”nun yanı sıra, NSU davasıyla ilgili diğer skandallar ve Münih’teki davanın gidişatı, bu konuda kamuoyunun aydınlanması için çaba gösteren “ittifak”ın gerçekleştirdiği son toplantıda ayrıntılarıyla ele alındı. Toplantıya konuşmacı olarak Kassel kentinde NSU tarafından öldürüldüğü ileri sürülen Halil Yozgat’ın ailesinin, davaya müdahil olarak katılan avukatlarından Alexander Kienzle katıldı. Offenbach Şehir Kütüphanesi’nde gerçekleştirilen toplantıya katılım, öncekilere göre biraz daha azalmıştı. Ancak katılanların ilgisi ve sorularının derinliği, Offenbach’ta bir grup duyarlı insanın sonuna kadar bu skandalın peşini bırakmayacağını gösteriyordu.
NSU Skandalı’nın ortaya çıkmasının beşinci, seri cinayetlerin dokuzuncu kurbanı Halil Yozgat’ın öldürülmesinin onuncu yılında gerçekleştirilen toplantı, girişimin sözcülerinden, Offenbach ve Çevresi Türkiye Dostluk Derneği Başkanı Ayhan Hışhış tarafından açıldı, moderasyonu ise girişimin sözcülerinden Jürgen Blümmel gerçekleştirdi.
Ailelerin inadı ve müdahil avukatların gayretleri
NSU’yla ilgili Münih’teki mahkemede şimdiye kadar 300’den fazla duruşma yapıldığını hatırlatan Blümmel, “Beş yıl geçti ve halen birçok şey karanlıkta. Onca soruşturmaya, komisyon çalışmalarına ve mahkemeye rağmen, zanlılar ve işledikleri suçlar hakkında çok sınırlı bilgi açığa çıkarılabildi. Zanlıların çevresindeki kişiler, istihbarat örgütü ve diğer resmi kurumların bu olaylara dahli, soruşturmalar sırasındaki hata ve ihmaller hakkında bir fikir edinmek halen çok zor” dedi.
Konuyla ilgili yeni bulguların neredeyse tamamının davadaki müdahillerin girişimiyle ortaya çıkarıldığını vurgulayan Blümmel, “Ölenlerin aileleri gerçeğin ortaya çıkarılması yolundaki taleplerinde ısrar etmeseler, müdahil avukatların gayretleri olmasaydı, bu suçlarla ilgili birçok şey hala ortaya çıkmamış olacaktı” diye konuştu.
Önce Blümmel’in, sonra da dinleyicilerin sorularını yanıtlayan Avukat Kienzle ise Münih’teki büyük davada NSU’yla ilgili gerçeklerin tüm boyutlarıyla ortaya çıkarılmasının beklenmediğini söyledi.
“NSU cinayetleri”
|
Oktoberfest saldırısı da aydınlatılmadı
Neo Naziler tarafından yine Münih’te 1980’de gerçekleştirilen ve 13 kişinin yaşamını yitirdiği, 68’i ağır 211 kişinin yaralandığı “Oktober Fest Saldırısı”nın, aradan 30 yıldan fazla zaman geçtiği halde hala açıklığa kavuşturulamadığını hatırlatan Kienzle, “NSU davasında mahkeme bugün kararını verse bile, bu olayın açığa kavuşturulması açısından henüz daha başlangıçtayız” dedi.
Kienzle, Münih’teki davanın “Üç kişilik bir örgüt”e karşı açılmasının siyasi bir karar olduğunu, bu durumdan dolayı olayların aydınlatılabilmesi için gerekli olan soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin birçoğunun, sanıklarla ilgili iddianame kapsamında olmadığı gerekçesiyle sonuçsuz kaldığını, bu gerekçeyle yeni delillerin ele alınmadığını hatırlattı.
Bu davanın sonuçlanmasının ardından, sanıklar ve çevrelerindeki kişilerle, olaylarla ilgili ortaya çıkan yeni bulgular nedeniyle, benzer kapsamda başka davalar açılmasının mümkün olduğunu belirten Kienzle, mahkemenin önümüzdeki şubat ayında delillerin incelenmesi aşamasını sonlandırıp, esas hakkında mütalaa aşamasına ve mayıs ayından itibaren de karar aşamasına geçilmesinin beklendiğini açıkladı. Kienzle, mahkemenin davayı artık sonuçlandırma gayretlerinin aynı zamanda baş sanığın tutukluluk süresinin uzamış olmasının neden olacağı hukuki sorunların bertaraf edilmesi hedefini güttüğüne işaret etti.
“Küçük Adolf”un Offenbach macerası
Sözlerinin başında Halil Yozgat’ın öldürülmesi sırasında olay yerinde bulunan Hessen Anayasayı Koruma Örgütü elemanı Andreas Temme’nin istihbaratçılık kariyerine Offenbach’ta başladığını hatırlatan Kienzle, Hessen eyaletinin o dönemki İçişleri Bakanı, şimdiki Başbakanı Volker Bouffier’in bu kişiyle ilgili soruşturmayı “Hessen eyaletinin ve Federal Almanya’nın güvenliğini tehlikeye atmamak gerekçesiyle” engellediğini kaydetti.
NSU’nun en çok cinayet işlediği eyalet olan Bavyera’nın o dönemki İçişleri Bakanı Günter Beckstein’ın Hessen’deki meslekdaşı Bouffier’in bu kararına karşı çıktığının hatırlatan Avukat Kienzle, kendilerinin de günlerce inceledikleri, bir bölümü mahkemede de gündeme gelen polis dinleme kayıtlarındaki ipuçlarına rağmen, bu kişiyle ilgili soruşturmanın derinleştirilmemesinin adalete güveni sarstığını vurguladı.
Polis dinlemesine yakalanan konuşmalardan birinde şefinin, aşırı sağcı eğilimleri nedeniyle meslektaşları arasında “Küçük Adolf” olarak isimlendirilen istihbarat ajanı Temme’ye “mümkün olduğunca gerçeğe yakın ifade vermesi” talimatı verdiğini, bir başka yerde “her zaman söylerim, eğer böyle bir şey olacağını biliyorsan, mümkün olduğunca o bölgeden geçmemeye çalışmalısın” dediğini hatırlatarak, bunların üzerine gidilmemesi nedeniyle olayın halen karanlıkta olduğunu belirtti.
Yeşiller’e ve “Vezir”e eleştiri
Hessen Eyalet Meclisi’ndeki soruşturma komisyonunun çalışmalarla ilgili olumsuz değerlendirmede bulunan Kienzle’nin, bunun iktidardaki CDU-Yeşiller partilerinin komisyondaki ağırlığından kaynaklandığına işaret etti.
Offenbach, Hessen Eyalet Hükümeti’nde Başbakan Yardımcısı (aynı zamanda Ekonomi, Ulaştırma, Enerji ve Kalkınma Bakanı) olan, partinin Hessen ve federal örgütlenmesinin önde gelen isimlerinden Tarık El-Wezir’in seçim bölgesi olduğu için dinleyiciler arasında partinin çok sayıda üyesi ve taraftarının yer aldığı, Kienzle’nin partilerine yönelik eleştirisine gösterdikleri tepkiden anlaşılıyordu.
Aralarında çıkan “vezir”i yakından tanıdıkları belliydi ve Kienzle’nin Yeşil politikacının, soruşturma komisyonun kurulmasına itiraz ederken iktidarını koruma güdüsüyle davrandığı eleştirisine de itiraz eden olmadı.
Muhbirlerin yarardan çok zararı oluyor
Uzun süre suskun kaldıktan sonra mahkemeye bizzat ifade vermeye başlayan Beate Zschaepe’nin açıklamalarının gerçeğe uygun olmadığını belirten Kienzle, ona Yozgat ailesi adına soru yöneltmeyerek, mahkemeyi platform olarak kullanmasına fırsat vermemeyi tercih ettiklerini belirtti.
Kienzle, aslında terör örgütlerine yönelik istihbarat çalışmalarında, bu örgütlerin içindeki muhbirlerin yararlı olabileceğine işaret etti. Ancak NSU soruşturmasında karşılarına çıkan tüm muhbirlerin verdiği istihbaratın hiç de önemli olmadığını hatırlatarak, bu arada devletten bol miktarda para alan bu kişilerin önlenmesi hedeflenen suçlara bizzat katılmalarına rağmen, cezai soruşturmadan da muaf kaldıklarını vurguladı. Bunların üstelik istihbarat tarafından uyarıldıkları için polise suçüstü yakalanmadıklarına da işaret ederek, “sonuç itibarıyla muhbirlerin yararından çok zararı olduğu görülüyor” dedi.
Kamuoyunun mahkemeye etkisi
Kienzle, müdahil avukatlar olarak dava kapsamındaki tanıkların kuşkulu ölümleri gibi konulardaki “komplo teorileri”nden çok, istihbarat, polis ve soruşturma makamlarının delillendirilebilecek ihmal ve delil karartma olaylarına yoğunlaştıklarını belirtti.
NSU örgütü, örgüt üyelerine yardım eden çevrelerin soruşturulması, polis, istihbarat ve yargının ihmal ve olayı örtbas etme girişimlerinin ortaya çıkarılması konusunda, sivil toplum örgütlerinin, olayı takip eden gönüllü araştırma girişimlerinin, protestolarının çok önemli olduğunu hatırlatan Kienzle, bu kesimlerin çalışmaları sonucu ortaya çıkan kamuoyu baskısının mahkemenin işleyişini etkilediğini, müdahiller olarak kendilerinin işini kolaylaştırdığını kaydetti.
Kienzle, bu yoldaki çalışmaların hem ülkedeki giderek büyüyen aşırı sağla mücadelenin bir parçası olduğu, hem de ileride bu kapsamda açılabilecek davalar için yeni bulguların ortaya çıkmasına hizmet ettiği için önemli olduğunu vurguladı.
Davanın müdahil avukatlarından bir kısmının, kendi aralarında anlaşarak, Almanya’nın başka yerlerinde devam eden aşırı sağcı şiddetle ilgili davalara müdahil olarak katıldıklarını, soruşturmalardaki hataları, baştan savmacılığı, ihmalleri ve gözyummaları ortaya çıkarmayı hedeflediklerini de açıkladı.
Yozgat ailesinin hedefi
Yozgat ailesinin dava kapsamında yaşanan tüm hayalkırıklıklarına rağmen Almanya’daki hukuk sistemine güvenlerinin devam ettiğini, oğullarının neden ve nasıl öldürüldüğünün tam olarak ortaya çıkarılmasının yanı sıra, bu olayların neden olduğu toplumsal travmanın ele alınmasına katkıda bulunmak istediklerini belirtti.
Yozgat ailesinin, diğer ölenlerin aileleri gibi cinayetin ardından uzun süre kuşkulu görülerek, polis ve istihbarat takibatı altında kaldığını, ailenin Türkiye’deki akrabalarının bile bu soruşturmalardan etkilendiğini hatırlatan Kienzle, bu durumun neden olduğu kırgınlığa rağmen Almanya’yı terketmeyi düşünmediklerini, zaten bunun mümkün olmadığını, çünkü ailenin Almanya’ya köksalmış olduğunu kaydetti.
Kienzler, acılı baba İsmail Yozgat’ın bir yandan 21 yaşında yaşamını yitiren evladının matemini yaşayıp, bir yandan da bu cinayetin zanlısı muamelesi görürken, diğer yandan da polise giderek, bunun Almanya’nın diğer yerlerinde Türklere karşı işlenen seri cinayetlerin bir devamı olduğu ve katillerin aşırı sağcı teröristler olduğu yolunda uyarıda bulunduğunu da hatırlattı.
Polisin bu uyarıları ciddiye bile almadığı biliniyor. Baba Yozgat, bu uyarıları yaptıktan beş yıl sonra yüzde yüz haklı çıktı. Ama hala neden oğlunun kurban olduğunu bilmiyor. Katillerin kendisinin de zaman zaman ona yardım ettiği internet kafeyi neden ve nasıl hedef aldıklarının yanıtını bekliyor...
Tabii sorularına yanıt bekleyen sadece o değil... (GK/EKN)