Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları için tutuklanan dört akademisyen bugün ilk kez duruşmaya çıkarılacak.
Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı, Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya ve Doç. Dr. Kıvanç Ersoy Türkiye devletine şiddete son verme ve müzakere koşullarını hazırlama çağrısı yapan metne imza verdikleri için “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla tutuklu.
Duruşmayı takip için gelenler arasında akademisyenlerin dünya genelinde karşı karşıya olduğu tehlikelerle ilgili farkındalık yaratma amacındaki uluslararası ağ Scholars At Risk'in (Risk Altındaki Akademisyenler) kurucu başkanı Robert Quinn de var.
Quinn ile duruşma başlamadan önce Türkiye ve dünyadaki akademik özgürlük, akademisyenlerin davası üzerine konuştuk.
Türkiye’deki akademik özgürlüğün geçmişini ve şimdiki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de iki farklı trend var ve bunlar ihtilaflı halde.
10 yıl önce Türkiye’ye geldiğimde atölyeler akademik özgürlükler ve yükseköğretimin niteliği ile ilgili atölyeler düzenlemiştik. O zaman Türkiye, insanların böyle konuşmaları yapabileceği bir yerdi.
Beş yıl önce tekrar geldiğimde insanlar üniversitedeki alanın yeterince geniş olmadığına dair endişelerini dile getirmeye başlamıştı. Onlara gerçekten inanmamıştım.
Diğer trend de şuydu; Türkiye yükseköğretim sektörünü inşa ediyordu ve uluslararası yükseköğretimle ortalık kuruyordu. Yükseköğretimde daha önemli ortak haline geliyordu.
Mevcut durumda ise; iki farklı trendin birbiri ile çeliştiğini görüyoruz.
Türkiye, dünya düzeyinde yükseköğretim istiyor ve bunu yapmalı. Ama özellikle akademisyenler, araştırmacılar fiziksel tehdit, yargılama, işten atılmadan olmaksızın görüşlerini açıklamada kendilerini güvende hissetmezken bunu yapamaz.
Dünyada akademik özgürlükler de dahil ihlaller ne durumda?
Haziran 2015’te yayınlanan raporumuzda 65 ülkeden 343 vaka var. Bunlar sadece buzdağının görünen kısmı, sadece bir örnek.
Saldırı çeşitleri; öldürmeden, kaybedilmeye, tutuklamadan, işkenceye, yargılamaya, görevini kaybetmeye, seyahat hakkının engellenmesine dek değişiyor. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Görevinden atılmak, seyahat kısıtlaması da fiziksel şiddetle aynı düzeyde yükseköğretimin kalitesine yıkıcı zararlar verir.
Akademisyenlerin bildiriyi açıklamasının ardından cumhurbaşkanının da aralarında olduğu siyasiler itham edici açıklamalar yaptı. Akademisyenlerin tutuklanmasının “Cumhurbaşkanının talimatı” olduğu düşüncesi de sıkça dile getiriliyor. Siyasi yetkililerin akademisyenlere dair açıklamalarını nasıl görüyorsunuz?
(SAR’ın da aralarında olduğu 20 akademi örgütü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a mektup kaleme alarak barış bildirisine imza veren akademisyenlere yönelik baskının sona ermesini istedi. Mektuba cevap Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’dan geldi. Avcı, Türkiye'de akademik özgürlüğün ve özerkliğin yasalarla güvence altında olduğunu söyledi.)
Mektubumuza verdiği yanıtta Milli Eğitim Bakanı, bize Türkiye’nin demokratik, hukukun üstünlüğüne saygı duyan bir ülke olduğunu hatırlattı. Bu doğruysa, devletin diğer kurumlarının, bakanlıkların, savcıların, hakimlerin ve liderlerin akademik özgürlüğe ilişkin anayasal güvenceye saygı duyması gerekir.
İnsanların kendi fikirlerini açıklama hakkı var ama lider olduklarında, yetkileri ve özel bir sorumlulukları var. Fikirlerini açıklarken hukukun üstünlüğüne riayet etmeliler. Açıkladıkları görüşlerin yanlış anlaşılmaması, bir talimat olarak anlaşılmaması gerekir.
Liderler fikirlerini açıklarken farklı düşünceleri, katılmadıkları görüşleri de koruyabilmek için hukukun üstünlüğünü de pekiştirmeleri iyi olurdu.
Bugünkü duruşmadan beklentiniz nedir? Bu duruşmanın Türkiye ve dünya akademisindeki önemi ve Türkiye’ye yansıması nasıl olur?
Beklentim, umuyorum ki mahkeme, Milli Eğitim Bakanı’nın dediği gibi, akademik özgürlük ve akademik özerkliğin anayasal olarak korunduğunu tanıyacak.
Bunu korumanın bir anlamı varsa akademisyenler kamusal bir olayda fikirlerini açıklarken fikirlerini açıklamaktan tutuklanmamalı.
Bu koruma bir anlamı varsa; akademisyenler serbest bırakılmalı, imzacı diğer akademisyenler hakkında sorgulamalar, yargılamalar, işten atmalar son bulmalı.
Uluslararası anlamda bu dava iki anlama geliyor. Türkiye’nin üniversiteleri, yükseköğretimi uluslararası yükseköğretim içinde iyi partnerler olmaya devam edecek mi? Bu dava dünyadaki akademik özgürlüğü ya pekiştirecek ya da zayıflatacak. (BK)