“Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalayan tarih ve din bilimleri uzmanı Prof. Dr. Gazi Çağlar ile aynı bildiriyi imzalayan Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Doç. Dr. Kıvanç Ersoy ve Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya’nın tutuklanmasını konuştuk.
Bilimin toplumsal-hümanist boyutunun şiddetle susturulması halinde geriye sadece iktidar teknolojisinin kalacağını ifade eden Prof. Dr. Çağlar, AKP'nin üniversiteleri özgür düşünsel gelişimin ve tartışmanın kurumları olmaktan çıkarıp fiilen oluşturduğu diktatörlüğe biat eden iktidar teknolojisi kurumları haline getirmeyi istediğini belirtiyor.
TIKLAYIN - ÜÇ AKADEMİSYEN TUTUKLANDI
TUTUKLANAN 3 AKADEMİSYEN KİMDİR?
“Üniversiteleri teslim almayı amaçlıyorlar”
"Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza atan 3 akademisyenin tutuklanarak cezaevine gönderilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sopalı seçimlerde iktidarını pekiştiren AKP rejimi, bu kararla bir kez daha savaş politikalarından başka içte ve dışta herhangi bir çözümü olmadığını, savaşın tarafları dışında bir üçüncü pozisyonu kabul etmeyeceğini, barış, siyasi çözüm, demokratikleşme talebini terörize edeceğini ilan etmiş bulunuyor.
Bilime, akademiye hukuksuz bir gözdağı saldırısı olan tutuklama kararı, Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisinden sonra sürmekte olan kapsamlı cadı avının son zirvesi.
Sultanahmet katliamının hemen ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu katliama karşı toplumu birleştirici konuşmalar yapmak yerine Barış İçin Akademisyenlere saldırmış, akademinin itibarını törpüleyen, akademisyenleri hedef haline getiren açıklamalar yapmıştı.
Devletin zirvesinden gelen bu sembolik şiddet çağrısı üzerine hükümet, YÖK, üniversite rektörleri, savcılıklar kendilerine görev çıkardılar ve üniversite tarihi ve fikri açısından utanç belgesi olan bir cadı avına soyundular.
Komisyonlar, ifade süreçleri, akademisyenlere yönelik ağır tehdit ve küfür kampanyaları, soruşturmalar bilim ve akademiye karşı adeta Hitler Almanya'sının üniversitelere yönelik "temizlik" operasyonlarını hatırlatıyor.
Ankara katliamından sonra gündeme gelen son tutuklamalar da bu sürecin bir aşaması. Toplumun ve devletin demokratikleştirilmesi ve barışa yönelmesine katkıda bulunabilecek tüm eleştirel sesler kısılmak isteniyor.
Bilimin, toplumsal hafızayı ve gelişmeyi bilimsel açıdan temellendirmenin yanı sıra halklar arasında barışa hizmet etmek gibi bir görevi de vardır. Her zaman bilim, iktidarlar ve egemenlerin savaş ve talan çıkarları karşısında barışa da hizmet etmiştir. Bilimin bu toplumsal-hümanist boyutunu şiddetle susturursanız, kesip atarsanız, geriye iktidar teknolojisi kalır. AKP'nin istediği budur: Üniversiteleri özgür düşünsel gelişimin ve tartışmanın kurumlarından çıkarıp fiilen oluşturduğu diktatörlüğe biat eden iktidar teknolojisi kurumları haline getirmek.
Tutuklanan sadece Barış İçin Akademisyenler değil, akademik özgürlüktür. Bu nedenle saldırı tüm akademiyedir. Bu saldırıyı göğüslemek de tüm bilim insanları ve muhalefetin görevidir.
Bildiriye katılırsınız katılmazsınız, bu tartışılabilir. Ancak o bildiri akademik özgürlüklerin yanı sıra fikir özgürlüğünün de bir belgesidir. Bilimi ve akademisyenleri fikir ve düşünce açıklama özgürlüğüne sahip olmayan ülkelerde istibdat rejimi hakimdir.
Bu saldırıyla istenen bir başka gelişme ise, üniversitelerin başkanlık dayatması süreci karşısında da susturulup teslim alınmasıdır.
Özetle kaleminden ve düşüncesinden başka bir aracı olmayan Barış İçin Akademisyenleri tutuklamak, bilime karşı bir engizisyon kılıcıdır ve hukukun ülkede çöktüğünün de açık göstergesidir. "Oluk oluk kan akıtacağız" diyenlerin dışarda, barış isteyen akademisyenlerin içerde olduğu bir ülke tepeden tırnağa hukuksuzluk bataklığına gömülmüştür.
“Lastik terörizm”
Cumhurbaşkanı Erdoğan "terör" ve "terörist" tanımlarının değişmesi gerektiğini söyledi. Ayrıca "Elinde silahı olan teröristle, unvanını ve kalemini teröre destek olma noktasında kullananların arasında fark yoktur. Unvanının milletvekili olması, gazeteci olması STK yöneticisi olması, o kişinin aslında bir terörist olduğu gerçeğini değiştirmez. Tetiği çeken terörist olabilir ama teröristin amacına ulaşmasını sağlayan bunlardır" dedi. Tutuklama kararı da bu açıklamalardan bir gün sonra geldi. Bu çerçevede önümüzdeki günlerde ne gibi gelişmeler öngörüyorsunuz? Bildiriyi imzalayan diğer akademisyenleri de aynı akıbet mi bekler?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hiç bir ülkede bir cumhurbaşkanına yakışmayan toplumu bölücü, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı tutumunu sistematik olarak sürdürmeye devam ediyor. Tarihten bildiğimiz tüm diktatörlük heveslileri gibi lastik bir terörizm kavramı geliştiriyor.
Bu terörizm kavramı ile silahsız terör suçları uydurulmaya, bu şekilde tüm muhalefet ve eleştirel düşünceler terörize edilmeye çalışılıyor. Lastik terörizm tanımlamaları, her tarafa ve çevreye yönelebilecek kılıçlardır.
Ülkeye dayattığı "Türk tipi başkanlık sisteminin" kılıçlara ihtiyacı var. Erdoğan fiili başkanlığı koşullarında bu kılıcı akademiye vurarak kullanmaya başladı. Kullandığı terörizm tanımının uluslararası hukukta da siyaset biliminde de her hangi bir temeli yoktur. Erdoğan'ın tanımını kesinkes reddediyorum. Milletvekili, gazeteci, bilim insanı, STK yöneticisi terörist olamaz.
Böyle bir zorlama devlet terörizmini temel yönetim biçimi haline getiren diktatörlerin işidir. Yine milletvekili, gazeteci, akademisyen, STK yöneticisi terörist ilan edilerek, meclis şahsında temsili demokrasiye, basın özgürlüğüne, akademik özgürlüklere saldırılmaktadır. Bilinçli ve sistematik bir şekilde çağdaş kurumların ve alanların itibarsızlaştırılması, yerine hilafetten medreseye biat kurumlarının onure edilmesi süreciyle karşı karşıyayız. Artık önüne gelenin gazeteciye, bilim insanına, aydına saldırdığı, aşağıladığı, hedef gösterdiği koşullarda yaşıyoruz. Liyakatin önemsizleştirildiği yandaş sürü refleksinin ödüllendirildiği koşullar, toplumun şiddet sarmallarında boğulmasına hizmet eder. Gerici bir iç savaş ve cihat edasıyla "ya bizim yanımızdasınız..." dayatmasıyla karşı karşıyayız.
Önümüzdeki dönemde barış ve demokratikleşmenin mümkün olduğunu söyleyen üçüncü pozisyonlara karşı bu saldırıların katlanarak devam edeceğini öngörebiliriz. Hem AKP iktidarının açıklamaları, hem Türkiye Kürdistan'ında yaşanan gelişmeler ve insanlık suçu yöntemler, hem PKK'nin "savaş her yerde olacak" tarzı açıklamaları ve Ankara'da hiç bir şekilde mazereti olmayan sivillere yönelik katliamlar savaşın derinleşeceğini ve AKP rejiminin gerici bir iç savaşı göze aldığını gösteriyor.
Bildiriyi imzalayan diğer akademisyenleri de aynı akıbet mi bekliyor? Bu sorunun da cevabı, bu savaşı dayatan AKP rejiminin savaş politikalarındaki kararlılığına bağlı. Zaten Adalet Bakanlığı İstanbul savcılığına talimat verdi, sırayla bildiriyi imzalayan tüm akademisyenler ifadeye çağrılıyor. Evet, tüm akademisyenlerimiz aktüel ve sürekli tehlike altındadır.
Herhangi bir ülkede bilime saldırı, tüm dünyada bilime saldırıdır. Dünya üniversitelerinin sessiz kalmayacağını düşünüyor ve ümit ediyorum.
“Akıl tutulması tüm hayatımızı etkiliyor”
Bildiriyi imzalayan akademisyenlerden biri olarak hisleriniz nelerdir? "Türkiye'ye gitmeyim" gibi bir düşünceniz var mı?
Türkiye'deki akademisyenler bildiriden sonra sistematikleştirilen cadı avından elbette bizden fazla etkilendiler. Kıyaslama anlamında söylemiyorum. Ancak biz yurtdışındakilere yönelik de sosyal medya üzerinden, yandaş basından, Avrupa'daki rejim taraftarlarından her türlü tehdit, karalama, aşağılama sürmektedir. Tüm akademisyenler gibi ben de tedirginim.
Ülkedeki travmatize süreçleri özgürlük, eşitlik, barış ve demokratikleşme isteyen biz yurtdışındakileri de travmatize ediyor. Ancak bu akıl tutulmasına karşı barış sesini ve talebini yükseltmekten geri duramayız. Bu ne insani-vicdani sorumluluğumuza ne de bir bilim insanı olarak etik-politik sorumluluğumuza uyar. Hislerimiz Türkiye'nin trajik halleriyle paralel seyir içinde. Tam da bundan dolayı artık iyi ve barışçıl bir yaşamı Kürt halkı dahil tüm Türkiye'nin ve bizim de hak ettiğimizi sürekli öne çıkarmalıyız.
Ümitsiz değilim. Bu vahşi şiddet üreten sıkışmışlığı reddetmeliyiz. Yok sayılanların omuz omuza sesi, özgür, eşit, demokratik bir yaşamı inşa edebilir. Yeter ki çeşitliliğimiz içinde sesimizi ortaklaştırarak gürleştirmeyi öğrenelim. Omuz omuza durmamanın önünde gerekçeler üretip, bir gün omuz omuza duracakların kalmadığı koşullara katkı sağlamayalım. Muhalefet arasındaki meşru farklılıklar, AKP faşizmiyle yaşamsal farklılığımızdan daha önemli olmasın. Savaşa, insanlık suçlarına susmayacağız. Ortak olmayacağız.
"Türkiye'ye gitmeyim" gibi bir düşüncem var mı? 12 Eylül darbesinden bu yana Türkiye'de insan hakları, demokrasi, eşit ve özgür bir toplum, Kürt halkına karşı savaşın durdurulması mücadelelerine Avrupa'dan elimizden geldiğince katkı vermeye çalışıyoruz.
İktidarın sürekli istismar ettiği mağdurlukları asıl yaşayanlar biraz da biziz. Türkiye egemenleri korku ve dehşet imparatorluklarını sever, besler, yayar. Biz de hep özgür ve demokratik bir ortamda Türkiye'ye gelme özlemi çekeriz. Bu özlem, şimdilik özlem olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Demokratik bir Türkiye'nin yurtdışında da önemli bilimsel potansiyelleri mevcut. Türkiye'deki üniversitelerle birlikte bilimsel projelere tam başlayacaktık ki, ülke gericilik, iç savaş, ağır insan hakkı ihlalleri, kadın düşmanlığı, Kürt halkına karşı savaş, akademisyenlere saldırı içine gömüldü. Hükümet saldırılarını durdurmazsa yakında Avrupa üniversitelerine Türkiye'deki tüm üniversitelerle ilişkileri dondurma çağrısı da gündeme gelecektir. Akıl tutulması, özlemlerimizi, huzurumuzu, bilimsel faaliyetlerimizi, özetle tüm hayatlarımızı etkiliyor.
“AKP rejiminden beklentim yok”
Sizce bundan sonra Kürt sorunu, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi konularda nasıl düze çıkılabilir?
Açıkça söylemeliyim. AKP rejiminin hiç bir dönemde hiç bir alanda demokratik bir "açılım", demokratik bir "çözüm süreci" olmadı.
Kürt sorunuyla ilgili gündeme getirdikleri "çözüm süreci" de AKP'nin Türkiye toplumuna dayattığı İslamcı-Osmanlıcı şemsiye altında Kürtleri toplama ve PKK'yi yavaş yavaş tasfiye etme süreciydi.
Dünya çapındaki ulusal-etnik çatışmaların çözüm süreçlerinden biliyoruz. Siyasal çözüm ancak savaşan tarafların mümkün olduğunca denetlenebilir, yani şeffaf, halkın katılımına açık, aracıların rol oynadığı demokratik süreçlerde sağlanabilir.
AKP ise gerçekte her alanda olduğu gibi çözüm sürecini de Erdoğan'ın iki dudağına sıkıştırdı. Sonuç ortada. AKP rejimiyle ilgili ne dün ne de bugün ve gelecekte Kürt sorunu, ifade özgürlüğü, insan hakları vb. konularda en ufak bir beklentim yok.
İslamcı faşist bir rejim oluşturma peşinde koşanların, bu tür dertleri dün de yoktu, gelecekte de olamaz.
Örneğin AKP demokratik bir anayasa da yapamaz. Faşizmlerden demokratik anayasa çıktığı tarihte görülmedi, Türkiye'de de görmeyeceğiz.
Dolayısıyla Kürt sorunu dahil, emeğin sefalete gömülmesinden kadın haklarına kadar, doğa talanından eğitim-öğretimde yaşanan bunalıma kadar tüm sorunların çözümü AKP rejiminin aşılmasında düğümlenmektedir.
Bunu ise bu alanlarda yok sayılanların omuz omuza ortak bir mücadelesi gerçekleştirebilir ve buradan Türkiye'nin 21. yüzyılda hak ettiği ciddi bir değişim doğabilir. Bu ise yok sayılanların aralarındaki farkları yok saymayarak, ama hepimiz için yaşam alanlarını genişletebilecek asgari bir antifaşist demokrasi programı etrafında kenetlenmeleri ve toplumsal ümidi tetiklemeleriyle mümkün olabilir. Yol ve yöntemleri üzerine konuşmam doğru olmaz. Yurtdışından hariçten gazel okumak gibi olur. (EKN)
Prof. Dr. Gazi Çağlar hakkındaProf. Dr. Gazi Çağlar tarih ve din bilimleri uzmanı. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Almanya’ya yerleşti. Hannover Yüksek Okulu’nda sosyal hizmetler bölümünü bitirdikten sonra Hannover Üniversitesi’nde siyasal bilgiler, tarih ve din bilimleri okudu. 2005'te Hildesheim Yüksek Okulu’nda profesör oldu. Siyasal İslamcı hareketi "kapitalist modernizmin bir ürünü" olarak değerlendiren Çağlar, Prof. Dr. Aziz Sancar tıp alanında Nobel ödülünü aldıktan sonra TSK, Ülkü Ocakları ve Cumhurbaşkanlığı sarayını ziyaret etmesini eleştirerek "Aziz Sancar'ın Ülkü Ocakları'ndan TSK'ya ve saraya uzanan gezisi, bilim tarihinde kara bir leke olarak kalacaktır" demişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunun üstüne "Güya bir profesör, Nobel ödülü alan Aziz Sancar hocamızı sırf kendi gibi düşünmüyor diye aşağılamaya çalışabiliyor" ifadelerini kullanmıştı. |