İnsan Hakları Araştırmaları Ağı’nın düzenlediği Türkiye’nin İnsan Hakları Gündemi Konferansı'nın Kurumlar ve İnsan Hakları başlıklı konferansında insan hakları kurumları, Ekogenç davası ve devlet şiddetiyle polis eğitimi bağlantısı konuşuldu.
Türkiye’nin İnsan Hakları Gündemi Konferansı, Raoul Wallenberg Enstitüsü tarafından İnsan Hakları Eğitimi Akademik Kapasite Geliştirme Türkiye Programı kapsamında desteklenen İnsan Hakları Araştırmaları Ağı tarafından düzenlendi.Türk-Alman Üniversitesi’nden ve Konferans Düzenleme Kurulu’ndan Berke Özenç, Raoul Wallenberg Enstitüsü’ne ve konferansın düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkür ederek konferansı açtı. Özenç, konferansın düzenlenmesi öncesi sunumların, akademisyenler, yüksek lisans ve doktora öğrencileri, bağımsız araştırmacılar, insan hakları aktivistleri ve avukatların tebliğ önerileri arasından seçildiğinin altını çizmek istediğini belirtti.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’den Seda Kalem’in moderatörlüğündeki Kurumlar ve İnsan Hakları başlıklı oturumda, Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Çiğdem Sever ve Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’ndan Osman İşçi “İnsan Hakları Kurumu ve Kamu Denetçiliği Kurumu: Devlet Aklı mı, İnsan Hakları mı?”; Avukatlar Aslı Karataş ile Pınar Özütemiz “Bir Davanın Anatomisi ve Örgütlenme Özgürlüğünün Sınırlarına Dair”, Hitit Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden Veysel Dinler “Devlet Şiddetinin Bir Nedeni Olarak Polisin Eğitimi – Eğitimin Polisi” başlıklı sunumları yaptı.
İşçi: Roboskili aileler başvuramaz
Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve Kamu Denetçiliği Kurumu iki yılını doldurdu. Nasıl işlediler? İnsan Hakları Kurumu taslağında emir ve talimat verilemez yazıyor ancak buna dair yaptırım belirlenmemiş. Başbakan müdahale ettiğinde ne olacağına dair bir düzenleme yok.
Üyelerin atanma yöntemlerinde askerlikle ilişiği bulunmama şartı var. Devlet aklının yansıması bu. Yani bir vicdani retçi bu kurumda çalışamaz. Bu madde militarist, erkek egemen devlet zihniyetini yansıtıyor.
Üye sayılarını sorduğumuzda 70 demişlerdi, kanun taslağında da 75 diyor. Türkiye’de hak ihlallerinin yoğun olduğu düşünüldüğünde başvurularla nasıl başa çıkacakları belirsiz.
Kamu Denetçiliği kurumunda da TSK’nın askeri faaliyetleri dışarıda bırakılmış. Yani Roboskili aileler buraya başvuramaz. İki kurumun, 6-7 Ekim olaylarında, Roboski katliamında bir reaksiyon göstermemeleri devlet aklının yansıması mıdır?
Sever: Hesap verilebilirlik önemli
İki kurum da bağlayıcı olmayan kararlar alıyor. Her ikisi de bireysel başvuru alıyor. Her iki kurum da Soma raporu hazırlayacağını açıkladı. Kamu Denetçiliği Kurumu hukuka ve hakkaniyete ilişkin bir denetim yapıyor, kurum ise hak ihlali betimlemesi yapıyor.
Kurumun açıklığı ve hesap verilebilirliği bizim için çok önemli. Kurum iki yıldır, yıllık Meclis’e vermesi gereken faaliyet raporlarını bugüne dek hiç vermemiş. Yıllık faaliyet raporu, kurumların ne yaptığına dair veri sunması açısından önemli.
Kimler hangi iddialarla başvuruyor? Türkiye’nin insan hakları gündemiyle, Kamu Denetçiliğine yapılan başvurular arasında paralellik yok.
Kamu Denetçiliği 2013 faaliyet raporunda, Gezi direnişinin “hükümeti devirmek” amaçlı olduğu yazıyor, bu ifade altı kez tekrarlanmış. Raporda birçok ideolojik atıf bulunuyor. Raporda Gezi ifade özgürlüğü veya yaşam hakkı açısından hiç değerlendirilmiyor.
İnsan Hakları Kurumu Gezi raporunda ise AİHM kararlarına daha fazla atıf var. Kurumlar daha fazla hareket ettirilmesi gereken kurumlar olarak görünüyor.
Karataş ve Özütemiz: Hiyerarşi karşıtı dava
Van Gençlik ve Ekoloji Derneği’ne neden kapatılma davası açıldığını anlatacağız. Van Kent Konseyinde faaliyet gösterenlerin kurduğu bir dernek, şu anda dava nedeniyle aktif faaliyet gösteremiyorlar. Dernek ekolojik reflekslerle kurulmuş bir örgüt. Örgütlenme olarak yatay örgütlenmeyi seçerek hiyerarşi karşıtı bir duruş sergiliyorlar.
Kapatılma davası, Dernekler Tüzüğü’nün 6. Maddesinden açıldı: “Kararların kolektif alınması, toplantılara tüm üyelerin katılabilmesiyle yürütme kurulunun dernek organı sayılmaması kanuna aykırıdır.”
Yani sorun, kolektif karar alınması, dernek üyelerinin eşit olması. Bu davayla yatay örgütlenme bir hak talebi öne çıkıyor. Örgütlenmede hiyerarşiden dolayı, karar vericilerin karar mekanizmalarına etkin olduğunu, zincirin alt kesimindekilerin dışlanarak yabancılaşma yaşadığını ve üretim yapamadığını görüyoruz. Yatay örgütlenme modelinde, hiyerarşi ve resmiyet yoktur, karar alma mekanizması kolektiftir, yetki ve sorumluluk açısından insanlar arasında kıymet farkı yoktur, farklı görüşlere açıktır, yöneten-yönetilen pozisyon bulunmaz.
Yatay örgütlenme modelleri mevcut olmasına karşın bugüne dek örgütlenme hakkı çerçevesinde değerlendirilmedi. Dernekler göstermelik bir yönetim kurulu seçip kurallara uyma yoluna gidiyor. Ekogenç tahakkümü reddettiği için direniyor, göstermelik yönetimi reddediyor. Kendi eşitlikçi yönelimleriyle işlemeleri için yatay örgütlenme tek yol olarak görünüyor.
Ekogenç davayı kazanırsa Türkiye’ye ilk kez kağıt üzerinde de yatay örgütlenme tanınmış olacak, buradan mevzuat değişikliğine gidilebilecek.
Dinler: Ezilen polis ezmek istiyor
Üç yıl Polis Koleji’nde, sonra Polis Akademisi’nde okuduktan sonra sekiz yıl polis amirliği yaptım ve akademide ders verdim. Çevik Kuvvet polisleriyle çalışmalar yaptım.
2001’den sonra Akademi üniversiteye dönüştürüldü. Polis meslek yüksekokulları açıldı. Polisin formel eğitiminde derslerin en az üçte biri hukuk dersleri. İnsan Hakları, Anayasa Hukuku, Ceza Muhakemesi Hukuku dersleri alıyorlar. Müfredat mükemmele yakın ancak uygulamada sorunlar var. Örneğin dersin adı var ama fiiliyatta yok.
Polis Akademisi, yüksek puanlı olmasına rağmen, iş garantisi nedeniyle tercih ediliyor. Polis okulları mesleki taassubun kazanıldığı yerdir. Yarı militer bir yapıda yaşıyorlar, eğlenceler bile emirle yapılıyor. Çok keskin bir hiyerarşi kuruluyor. Bu şekilde yetişen polisler, ezilen polisler ezmek istiyor.
Zihniyet kalıbı şöyle oluşuyor: Polis devletin sahibidir, dost-düşman ayrımı, milliyetçi muhafazakar kodlar, polisin ayrıcalığı, tektip düşüncenin iyiliği, insan haklarının kötülüğü.
Schmittçi devlet anlayışı hakim: Devlet kutsaldır; komünistler (solcular ve Aleviler), Kürtler, Rumlar ve Ermeniler olarak keskin kategorileştirme vardır. Vatan hainliği, hırsızlığın ve diğer tüm suçların en üstünde bir suçtur. Okullarda “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” öğretilir. En önemli değer “vatanın bütünlüğü.” Şiddete uğrayanlarla ilgili açıklamaları: “Doğru durana kimse bir şey yapmaz.”
Meslek taassubunun oluşumu, “meslektaşını satmayacaksın” mottosuyla oluşur. Suç işlese bile meslektaşlarını korurlar. (AS)