Elimde iki çalışma var, sayfalarını karıştırdıkça Türkiye’nin ve dünyanın batasıca sistemi ile ilgili derin düşüncelere dalıyorum.
Ne gibi ağır düşünceler ve sorularla boğuştuğumu baştan söyleyeyim.
- Neden bu dünya düzeninde devlet aygıtı, katilleri, işkencecileri, insanlığa ve halka karşı suç işleyenleri içinde barındırıyor? Katiller, yasa dışı örgütler neden hep devletlerin içinde yuvalanıyor.
- Neden devleti yönetenler, bürokratlar ve politikacılar bu suçluların sırtını sıvazlıyor, onları saklıyor. İşbirliği yapıyor ya da yönetiyor, yönlendiriyorlar?
- Neden bu pis işler ve suçlar ortaya çıkarılmıyor ya da aşikar suçlar hasır altı ediliyor? Neden bürokratı, savcısı, polisi, askeri, hakimi, kaymakamı, valisi, bakanı, başbakanı , devlet başkanı, istihbarat örgütleri, sıradan memurundan çaycısına kadar devlet ç arkının dişlileri bu suç örgütlerini bildikleri ya da suça tanıklık ettikleri zaman, kedi pisliği gibi üstünü örtmede işbirliği içinde?
- Suç nedir? Kime aittir? Sokaktaki vatandaş işlediği zaman hapse konulurken, cezalandırılırken neden sırtını devlete, güçlü örgütlere ve güçlü kuruluşlara, gruplara dayayanlar cezasız kalıyor? Suç sadece sıradan insanlar için mi suç? Devlet mekanizmaları suç işlediği zaman devlet kendi koyduğu kuralları neden uygulamıyor? Kurallar ve yasalar sadece güçsüzler için mi?
Hafıza Merkezi’nin çalışmaları
Bu soruların ve yanıtsızlıkların, sadece bizim ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde böyle biliyoruz ama ben yine geleceğim bizim ülkemize ve elimdeki araştırmalara.
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nce hazırlanan çalışmalar iki tane kitap olarak bastırmış. Hafıza Merkezinde çalışan gazeteci arkadaşım Murat Çelikkan, bana bu kitapları Okuldan Haber Odası'na (OHO) toplantısında verdi. Ben de bugünlerde bu iki kitabı okuyup böyle derin düşüncelere dalıyorum.
Kitaplardan birinin adı: “Konuşulmayan Gerçek: Zorla Kaybetmeler”
İkinci kitap da birincinin akla getirdiği “Neden bir şey yapılamıyor?” sorusunun yanıtı: “Zorla Kaybetmeler ve Yargının Tutumu”
Birinci kitabı Özgür Sevgi Göral, Ayhan Işık ve Özlem Kaya yazmışlar. Yargıya ilişkin kitabın yazarları ise Prof. Gökçen Alpkaya, Av. İlkem Altıntaş, Yard. Doç. Öznur Sevdiren ve Av. Emel Ataktürk Sevimli.
Her iki kitabın konusu da özellikle 90’lı yıllarda sokakta koluna girilip ya da evinden alınıp götürülen ve sonra kendisinden haber alınamayan insanlar... Bu insanların nasıl zorla kaybettirildikleri... Sonra yaşanan arama ve bulamama olayları ve daha sonra yaşanan adli ve hukuki süreçler. Her iki kitabın da arkasında 262 kişinin adları, hangi tarihte hangi mekanda alınıp götürüldükleri, haklarındaki hukuki belgeler veya elde edilen hukuki kaynakların yer aldığı bir liste bulunuyor.
Sokakta koluna girilip bir arabaya sokulan ve yok edilenlerin listesi uzayıp gidiyor. Bazılarının cesedi bulunmuş, kiminin hiç izine rastlanmamış. Aradan yıllar geçmiş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gidilmiş... TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu raporları esas alınmış. Kağıtlar yazışmalar tanıklıklar var da, insanlar yok...
Peki, ne olmuş bu insanlara?
Sokaktan toplanıp yok edilmişler.
Kim etmiş? Ehhh siz onu anladınız…
İşte bu yüzden de zaten yıllardır ne izleri bulunuyor ne de ilgili devlet kurumları, emniyet, adliye, polis, mahkeme filan ciddi olarak peşlerine düşüyor. Dipsiz kuyularda anafora kapılıyor dosyalar belgeler kağıtlar. İnsanlar yok olmuş, yakınları halen beklemede, hiç değilse mezar yerini öğrenmeye çalışıyorlar...
Evet, bu liste 1990’lı yılların, çoğunlukla Şırnak, Diyarbakır, Hakkari, daha az olarak da İstanbul Ankara Adana Elazığ’da yaşananların listeleri.
Geldik bugüne, ne değişti?
Aradan geçti iktidarlar ve yıllar. Geldik bugüne…
25 yıl geçmiş, çeyrek asır. Peki, bugün ne oluyor? Bu kez sokaklarda yine insanlar ölüyor. Üstelik daha da vahim bir durum var. Gizlice koluna girip bir arabaya tıkıp, bir yerlere götürüp kalleşçe vurup öldürmüyorlar da, sokağın ortasında yüzüne, gözüne, başına kurşun ya da gaz bombası sıkıp ya da sokaklarda döve döve tekme sopa ile girişerek öldürüyorlar insanları. Herkesin gözü önünde. Kamaralar kaydediyor.. Sonra kayıtlar yok ediliyor. Palalı insanlar adam kesiyor sonra mahkeme kaçma tehlikesi yok diye serbest bırakıyor.
Yani aynı öldürme, yok etme yöntemleri büyük kentlerin orta yerinde herkesin gözü önünde yapılıyor sonra da hukuktan kaçırmak için, ya da suçu görmezlikten gelmeye hazır yargıya yardımcı olmak üzere deliller de göz önünde karartılıyor. Başbakan da saldırı emrini kendisinin verdiğini söylüyor. Yani çeyrek asır önce yarı gizli yapılanlar bugün sokak ortasında herkesin gözü önünde yapılıyor. Devlet aygıtının elemanları en tepesinden en aşağısına kadar suçu görüyor, biliyor, emrediyor ve işletiyor ve işliyor.
Geleneksel rakı sofrası muhabbeti sorusu gündemde: “Ne olacak bu memleketin, ya da bu insanlığın hali?”
Hepimiz biliyoruz ki, eğer katiller devletin görevlileri ise bu suçlar cezasız kalıyor. Çok aşikar olarak yakalananlar, yıllarca süründürülen davalarda ya zaman aşımına uğratılıyor, ya da çok az cezalarla kurtarılıyor.
Yani devlet kendi suçlularını koruyor. Adalet mekanizması sadece halktan suçluları (ya da suçlu olmayanları!!) cezalandırıyor. Bu arada en büyük suç adam öldürmek filan değil ‘devlete karşı gelmek’. Yani iktidarı hangi grup, parti, örgüt vs. ele geçirdi ise, kendisine karşı olanlara kan kusturuyor. Halklar isyanda ama silahlar ve güç devlet mekanizmasının elinde.
Bu yüzden insanlar sokaklarda. İnsanlar artık eskisi gibi uyutulamıyor, yeni dijital çağda pek çok şey ortaya döküldü. Eski yalanlar sökmüyor çünkü anında kamera kayıtları çıkıyor ortaya.
Peki ne olacak?
Devletler sürekli suç işleyecek ve insanlar da sokakta sürekli isyanları mı oynayacak? Bu işin sonu nereye varacak?
İşte bu sıcak yaz günlerinde (rakı filan da içmeden) bunları düşünüyorum.
Bu işin sonu, sonu, sonu ?
Aklıma şöyle sonlandırılacak senaryolar geliyor:
- Ya tetikçi olarak kullanılan ve sonra bir yana itilen, devlet aygıtının alt düzeyde suç işletilenleri “ yeter artık” diyecek.. Üstlerinin kanunsuz emirlerini dinlemeyecek. Yani halkın yanında yer alacaklar.
- Ya halkın tümü sokağa dökülüp, tetikçi olarak kullanılan güçleri nefes alamaz, kıpırdayamaz hale getirecek.
- Ya da bu devletleri yönetenler, yaptıkları yanlışı görüp vazgeçecek (diye bir iyi şık yazmak istiyorum ama bunun ütopya olduğunu biliyorum).
Bu göz göre, devlet eliyle, politikacı emriyle, bürokrat oyunuyla, sokak ortasında işlenen cinayetler böyle sürüp gitmeyecek, bu işin bir sonu olacak. Mutlaka olacak. Bunu biliyorum. Senaryo yazma kapasitem şimdilik bununla sınırlı. Şunu da biliyorum ki, sokaktaki insanların fiilen yazacağı ortak senaryo benim ürettiklerimden çok daha renkli ve kapsamlı olacak.
Bu düzen böyle gitmeyecek bu kesin. Bakalım bu işler nasıl çözülecek. Ben de en az sizin kadar merak ediyorum… (FÖ/EKN)