* 17-31 Mayıs tarihleri 1996’da İstanbul’da gerçekleşen 1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nda alınan kararla Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası olarak kabul edildi.
Ahmet Kaya 12 Ocak 1996’da Şırnak’ta altı kişiyle birlikte gözaltına alındığında 40 yaşındaydı. 15 Ocak’ta bırakılacağı haberi üzerine, dört korucu ve bir şoför bir minibüsle onu ve altı kişiyi almaya gitti. Dönüş yolunda minibüse önce ateş açıldı ardından da yakıldı. Yanmış haldeki cesetler yol kenarına gömüldü, kemikler aileye verilmedi. 96'ı Ocak'ının o günü tarihe "Güçlükonak Katliamı" olarak geçti.
Güçlükonak'ta Ne Olmuştu?* PKK'nin 15 Aralık 1995'te ilan ettiği tek taraflı ateşkesin ardından 12 Ocak 1996'da Şırnak Güçlükonak'a bağlı Çevrimli ve Yatağan köylerine baskın yapan askerler, dağdaki yakınlarına yardım ettikleri iddiasıyla eski köy korucuları Abdullah İlhan, Ahmet Kaya, Ali Nas, Neytullah İlhan, Halit Kaya ve Ramazan Oruç'u gözaltına aldı. * İddiaya göre bu kişilerin Taşkonak Jandarma Taburu'nda işkence ile öldürülmesinin ardından 15 Ocak'ta karakoldan Koçyurdu köyüne telefon eden jandarma gözaltına alınanların serbest bırakılacağını, onları almak için bir minibüs getirilmesini istedi. * Bu durumdan şüphelenen köy korucuları Hamit Yılmaz, Abdülhalim Yılmaz, Mehmet Öner ve Lokman Özdemir, şoför Ramazan Nas'ı yalnız bırakmamak için onunla birlikte karakola gitti. * İddiaya göre, jandarmalar onları da öldürdü ve öldürülen 11 kişinin bedeni koltuklara bağlanıp başlarına çuval geçirilerek jandarma kontrolündeki minibüsle yola çıktı. Askerlerin ve korucuların beklediği noktaya gelince aracın içindeki jandarmalar inerek uzaklaştı. Minibüs önce silahla tarandı; sonra atılan roketler sonucu cesetler kömür haline geldi. * Katliamın ardından 16 Ocak'ta Genelkurmay Başkanlığı askeri helikopterle gazetecileri Güçlükonak'a götürdü ve katliamı PKK'nin yaptığını söyledi. * Yanmış cesetlerin kimlikleri sağlam çıktığı için, kimlikler "teflon kimlikler" olarak anıldı. Öldürülenlerin yakınları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) Temmuz 1996'da başvurdu. AİHM bu davada Türkiye'yi mahkum edip, öldürülenlerin yakınlarına tazminat ödenmesine hükmetti. * Gazeteci Celal Başlangıç, İnsan hakları savunucusu Şanar Yurdatapan, avukat Ercan Kanar, Barış Meclisi'nden Hakan Tahmaz ve sendikacı Münir Ceylan 1996'da yaptıkları suç duyurusu nedeniyle Genelkurmay'ın karşı suç duyurusuyla "orduya hakaret"ten yargılanmış, daha sonra Yargıtay kararıyla beraat etmişti. Grup, 2000, 2002 ve 2009'da üç suç duyurusunda daha bulunmasına rağmen bir sonuç alınmamıştı. |
Ahmet Kaya’nın kızı Emine Erbek şimdi 40 yaşında. Kendisiyle YAKAYDER’de (Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) buluştuk, yanında ilkokula giden oğlu Şahin de vardı.
Erbek, “Gelecekler kahvaltı edeceğiz” diye bekliyorduk diye anlattığı o Ocak gününü; babasının öldürülmesinin ardından evlerinin ateşe verilmesini; Şırnak’tan İstanbul’a uzanan hak arama mücadelesini anlattı.
"Koruculuk istemediğimiz için İstanbul'a geldik"
Siz de Şırnak da mı yaşıyordunuz?
Ben 15 yaşımda evlendim. Eşim, akrabamdı. Babamın tarafından çok akrabamız dağdaydı, bize çok tepki vardı. Eşim, benim için koruculuk istemedi. Bu nedenlerle ‘90’da İstanbul’a geldik. Sonra babam şehit oldu.
Siz ne zaman haberdar oldunuz?
Devlet babamı 12 Ocak 1996’da aldı. Aynı gün haber geldi Şırnak’a gittim. Altı kardeşiz, en büyükleri benim. Bir tek ben biraz Türkçe biliyordum.
Neler yaşandı o gün?
Devlet, asker önce babamın amcası Halit Kaya’yı evden aldı. Babam başka köydeydi. Başkomutan korucuya “Ahmet Kaya’yı da alın. Halit’i tutukladık, Ahmet’i de tutuklarsak burası çok güzel bir yer olacak” diyor.
Amcam kız kardeşime “Ahmet devlete teslim olmasın, daha genç. Beni öldürseler de benim çocuklarım büyüdü” diye söylüyor.
Babam ailesine çok düşkündü, o gelsin diye annem, üvey annem ve kardeşlerimi de gözaltına aldılar. Erkek kardeşlerimden biri üç biri iki buçuk yaşındaydı.
Babam, beş-altı saat sonra teslim olunca annem, üvey annem ve çocukları bıraktılar.
Tutuklanma gerekçeleri neydi?
“Gerillaya yataklık yaptı, yemek verdi” gibi şikayetler üzerine o gün babam ve amcamla birlikte birbirine yakın üç köyden toplam altı kişi aldılar.
"Gelecekler, kahvaltı edeceğiz diye bekliyorduk"
Nereye götürüldüler?
Taşakonak Köyü’ndeki karakola (Taşkonak Jandarma Taburu). Orada tutuklu biri anlattı bize; altı gün orada işkence gördüler. İlk babamı öldürdüler, sonra amcamı, sonra diğerlerini.
15 Ocak günü neler yaşandı?
Devlet, telefon açtı, “Gelin, alın” diye. Bizim gitmemize izin verilmedi, bir şoför ve dört korucuyu minibüsle onları olmaya gönderdik. Biz o zaman ölü olduklarını bilmiyorduk, sağ getirir diyorduk. Gelecekler, kahvaltı edeceğiz diye bekliyorduk.
Devlet korucuların almasına izin vermedi, onları da öldürmüş. Altı kişi ve korucuların başına çuval geçirerek oturur şekilde minibüse bindiriyorlar.
Minibüs nehir kenarına gelince dağdaki korucular ve askerler ateş açıyorlar önce sonra da ateşe veriyorlar. PKK yoktu o zaman, ateşkes ilan etmişti. Etrafta sadece asker ve korucular vardı.
Siz nasıl haber aldınız?
Bize yakın başka köyden Şırnak’a giden bir akrabamız minibüsü görüyor, babamı tanıyor kıyafetlerden. Biraz ilerlediğinde de minibüsün yakıldığını görüyor. Önce bize haber vermedi, biz dumanları gördük. Bir iki saat sonra da o kişi köye telefon açıp “sizin insanlarınızı ateşe verdiler” diye haber verdi.
Oraya gidebildiniz mi?
Kendimi yerden yere vurup koştum, bizi bırakmadılar. Minibüsteki herkesi küçük küçük çuvallara koyup oraya toplu halde gömdüler.
Aynı gün Yatağan’da babamın ve amcamın evini de ateşe verdiler. Annem çocukları dışarı çıkardı, ahırda hayvanlar vardı. Bir ilaç döküp evi ateşe verdiler, hayvanlar az kaldı. Annem o gün kör oldu.
"Beni dövdüler, hiç vazgeçmedim"
Size saldırıyı PKK’nin yaptığı söylendi…
Evet ama PKK ateşkes ilan etmişti. Birkaç gün sonra Taşkonak’taki karakoldan “Ahmet Kaya’nın yakını gelsin” dediler. Ben kendim gittim. “Babama sahip çıkacağım” dedim. “Babanı PKK öldürdü” dedi. Masada babamla amcamın kimliklerini gördüm. “PKK öldürdüyse kimlikleri burada ne arıyor, sen öldürdün babamı” dedim.
Beni dövdüler, hiç vazgeçmedim, kimlikleri aldım, hala duruyor evde. “Beni de aynı babam gibi yaksanız da babama sahip çıkacağım” dedim.
Siz arama çalışmalarında baskılarla karşılaştınız mı?
Ailem “Devletin çok üstüne gidiyorsun, ya bize bir şeyler yaparlarsa” diyordu. Anneme “Eşi teröristti, öldürdüler” diyorlardı. Evde tutuklayıp, götürüyor, öldürüp yakıyorsun, nasıl terörist olsun? Üstümüzde çok zulüm vardı. Orada çok zulüm vardı.
Ben hiç korkmuyordum. Zaten babam gitmişti. Babanın kokusu çok nettir çocuk için…
Ne kadar daha Siirt’te kaldınız?
15 gün kaldım. Daha sonra da gittim, heyetle de gittik, başvurular yaptık. Sonra annem de yanıma geldi. Elinden tutup her yere götürüyordum onu. Dört sene önce kaybettik annemi.
Babam öldükten sonra üvey annemi korucu olan babası zorla götürdü, çocukları yoktu, evlendi yeniden.
Kardeşlerim hala Siirt’te. Onlar o zaman küçüklerdi. Şimdi bana “Sen babamıza sahip çıktın, yoksa yaşananları bilemeyecektik” diyorlar.
Yargı süreci nasıl ilerledi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi mahkum etti. Ancak kemikleri çıkarmadılar. Nereye gömüldüklerini biliyoruz. Yaklaşık bir sene önce kemiklerin bulunması için başvurdum, henüz sonuçlanmadı.
"Türkçem fazla yoktu, yol bilmiyordum"
İstanbul’a gelince adalet arayışınız nasıl devam etti?
Eşim bana “Ne yaparsan arkandayım” dedi. Kendi gelmiyordu ama beni mahkemelere, karakola götürüyordu. O zaman çok zordu; işkence, tutuklama, kaybetme. ’96 çok zordu. “Ben de gelirsem çocuklar ne olur?” diyordu.
Ben hiç vazgeçmedim. Bir gün evde duramıyordum, sanki sırtımda bir yük vardı. Babama sahip çıktım, sonuna kadar da çıkacağım.
Hem bize vermiyor, hem yakıyor hem gömüyorlar. Ne kadar zor biliyor musun?
Cumartesi Anneleri/insanları’nın yanına Galatasaray Meydanı’nda ne zaman gitmeye başladınız?
İstanbul’a ilk geldiğimizde YAKAYDER bize ulaştı, yardımcı oldu. İnsan Hakları Derneği ile de tanıştık. Babamdan önce bazen gidip yardım ediyordum. Bir yaşında çocuğumu götürüyordum, fotoğraflarla oynuyordu.
O zaman hem biz yaşamamıştık hem gençtim. Yine ciğeriniz yanıyor ama evinize gelmeyince farklı oluyor.
Babamdan sonra da gitmeye devam ettim. Türkçem de fazla yoktu, yolları bilmiyordum, rastgele gidiyordum. “Ne olursa olsun gideceğim” diyordum. Şu anda da gidiyorum.
O meydanın sizin için anlamı ne?
Sanki babam orada gibi. Kendimi ifade ediyorum, gene boş ama inşallah sesimiz duyulur, bir şey olur. Biz gördük, kimse görmesin istiyorum.
Çözüm sürecinden beklentileriniz neler?
Devletten hiç umudum yok, kendi sözünde durmuyor. Biz sonuna dek kaybımızın peşinden koşacağız.
Sayın Abdullah Öcalan kendi sözünü yerine getirdi, gerilla çekildi, ben çok memnun kaldım. Televizyonda açıklamayı izlerken hem ağlıyor hem seviniyorduk.
Başbakana da saygı duyuyorum ama ikiyüzlü davranıyor. Gerilla çekiliyor ama karakol kuruyor. Devlete nasıl inanayım? Hayatta inanmam.(BK/HK)
* Kayıplar Haftası 2013 Söyleşileri