* 17-31 Mayıs tarihleri 1996’da İstanbul’da gerçekleşen 1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nda alınan kararla Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası olarak kabul edildi.
Hayrettin Eren 20 Kasım 1980’de 24 yaşındayken gözaltında alınıp kaybedildi. Annesi Elmas Eren ve Babası Kemalettin Eren’in çocuklarını bulmak için sürdürdükleri mücadeleye Eren’in kardeşleri de katıldı. Kemalettin Eren oğlunun mezarını bulamadan hayatını yitirse de mücadele şimdi torunlarının da katılımıyla sürüyor.
Cumartesi Meydanı’ndaki 425. buluşma sonrası Hayrettin Eren kaybedildiğinde 21 yaşında olan kardeşi İkbal Eren ve şimdi üniversitede okuyan kızı Setanay Yarıcı ile konuştuk.
Eren, “Kardeşim Faruk’la iğneyle kuyu kazar gibi çalıştık” dediği ilk yıllardan bu döneme varan mücadelelerini, Yarıcı ise “Bir dayım var. O dayım yok” cümlesinden ötesindeki hikayeyi nasıl öğrendiğini, kayıpların yeni kuşaklara nasıl aktarıldığını anlattı.
“Süreç, deliller karartılarak başladı”
Söze İkbal Eren başladı:
“Dört kardeşiz. Ağabeyim Devrimci Sol hareket içinde yer alıyordu, bizimle yaşıyordu. Düzenli olarak eve gidip gelen bir insandı, ailesinden kopuk değildi. Kaybedildiğinde 24 yaşındaydı, ben ise 21…”
20 Kasım 1980’de neler yaşandı?
20 Kasım’da Saraçhane’de daha önce gözaltına alınan arkadaşıyla buluşmaya gittiğinde sivil polislerce alındı. Karagümrük Karakolu’na (Karagümrük) götürüldü. Oradan beş kişiyle birlikte Gayrettepe Emniyet Amirliği’ne (Gayrettepe) götürüldüler.
Siz ne zaman, nasıl haber aldınız?
Ağabeyim eve gelmeyince telaşlandık, arkadaşlarına sorduk. Öğrenmemiz birkaç gün sürdü.
Nerede olduğunu nasıl öğrendiniz?
Çok kötü bir dönemdi, Alınan herkes Gayrettepe Emniyet Amirliği, Selimiye Kışlası gibi yerlere götürülüyordu. Oralara bakarak işe başladık. Annem ve babam Gayrettepe’ye gitti ancak orada olmadığını söylediler. Karagümrük’e gittiklerinde ise kayıtlarda ağabeyimin ismini gördüler. Buradaki görevliler ağabeyimin Gayrettepe’ye götürüldüğünü söylediler.
Annem ve babam tekrar Gayrettepe’ye gidip "Siz yok diyorsunuz ama buraya getirilmiş" dediklerinde bu kez hakaret ederek "Yok burada" denilerek kovuldular.
Bir kez daha Karagümrük’e gittiklerinde ise kayıtlarda ağabeyimin alındığı sayfa yok edilmişti. “Hiç alınmadı” dediler.
Sizin için arama süreci böyle başladı…
Evet deliller karartılarak Hayrettin Eren’in yok edileceği sinyali verildi ama biz o sıralarda onu anlayamadık. Önce sağ aradık, farklı şeylerin olabileceğini aklımıza bile getirmiyorduk.
Ağabeyim arabamızla alınmıştı. Annem ve ben Gayrettepe’nin etrafında dolaşarak arabaya bakıyorduk ve ikimiz de gördük arabayı. Annem “Çocuğum yok diyorsunuz ama arabamız burada, öyleyse çocuğum nerede?” diye sorduğunda tekme tokat uzaklaştırıldı.
Yağmurlu bir havaydı, çamurların içinde sürüdüler.
Olabileceği her yere baktık, İstanbul’daki tüm askeri kışlalara gittik, resmi başvurular yaptık ama her seferinde “Hayrettin Eren aranıyor, yakalanmadı” cevabı geldi.
“Ağar, anneme utanmadan ‘Oğlun nerede?’ diye sordu”
Kardeşiniz Faruk da o dönemde gözaltına alınıyor…
Anayasa oylaması öncesi erkek kardeşim Faruk da alındı. Faruk’u almaya eve gelen ekibin içinde Mehmet Ağar da vardı. Anneme utanmadan “Oğlun (Hayrettin) nerede?” diye hesap sordu. Annem “Sen buluyorsan bana söyle, oğlumu aldınız, ben nerede olduğunu bilmiyorum” deyince eliyle bir işaret yapıp “Bilen böyle olsun mu?” dedi.
Ne kadar terbiyesizce bir davranış. Ağar bunların hesabını vermeli.
Sonrasında hem kardeşiniz hem ağabeyiniz için mücadele etmeye başladınız…
Kardeşimin alınmasıyla cezaevi önünde hak arama mücadelesi başladı. O zamanlar annem ve babam bizleri koruma isteğiyle eylemlere götürmüyorlardı ki zaten dönem eylem yapılacak dönem değildi, bulduklarını götürüyorlardı.
Kardeşim de alınınca diğer ailelerle tanıştık. Hem cezaevindeki çocuklar için mücadele başladı hem de ağabeyimi arama mücadelesi daha da güçlendi. Anneler burada örgütlendi. İnsan Hakları Derneği İstanbul şubesini buldular. TAYAD’ın kurulma sürecinde de bulundu annem. Faruk da üç sene sonra çıktı.
Bu dönem de ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Arayanlar annem ve babamdı, bizi çok ön plana koymadılar. Annem gözaltına alındı, tartaklandı.
“Savcı, ‘Size inanıyorum ama davayı açamam’ dedi”
Ağabeyinizi gözaltında görenlere ulaşabildiniz mi?
Alındığı Kasım ayından Ocak ayı ortalarına dek ağabeyimi Gayrettepe’de görenler oldu. Ağabeyimin arkadaşı bulunamadığı için annesi gözaltına alınmıştı. O, ağabeyimi gördüğünü, kendisini tanıttığını, konuştuklarını söylüyor. Fakat teyze, belki korktuğu için hiç tanıklık yapmadı.
Ağabeyimle yakalanan beş kişi her mahkemede ağabeyimi istediler ama Hayrettin Eren yoktu. Oysa Devrimci Sol davasında adı geçen biriydi ağabeyim, beş kişinin davası bu davayla birleştirilmeydi ama sırf ağabeyim için yapmadılar bunu. Beş kişiye dava açtılar, onlar da bir süre sonra tahliye oldu.
Siz kardeşler için nasıl geçti bu süreç?
Dava için gittiğimiz Cumhuriyet Savcısı ağabeyimle alınan beş kişinin tanıklıklarını istedi. Faruk’la ben ajan gibi çalıştık. İğneyle kuyu kazarak ağabeyimle birlikte gözaltına alınan beş kişiye, onu tanıyan insanlara ulaştık. Biri cezaevinden sonra askere gitmişti, onu Erzurum’da, birini Nevşehir’de, diğerlerini İstanbul’da bulduk. Küçücük bir gazete haberinden yola çıkıp koskoca İstanbul’da insan aradık ve bulduk.
Hepsi de tanıklık etti ama İstanbul savcısı Enver Özdemir davayı açmadı. Faruk’la beni odasına çağırıp “Bu davayı açarsam yerimden olurum, size inanıyorum ama bu davayı açamam” dedi.
“Failler yargılanmadıkça toplum için risk oluşturuyorlar”
Yargı süreci nasıl ilerlerdi daha sonra?
Zaman aşımına uğradı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuramadık. Ergenekon davasına müdahillik taleplerimiz ise kabul edilmedi.
Geçen sene babamı kaybettik. Veraset ilamı çıkarmamız gerekiyordu. Ağabeyim sağ görünüyor, imzası gerekiyor, eğer veraset ilamı çıkarmazsak günlük ceza işliyor, onu kaldırabilecek gücümüz zaten yok.
Ağabeyimin imzası veya bizim onun kaybedildiğini kanıtlamamız gerekiyor. Gaiplik davası açmak zorunda kaldık. O beş kişiden ikisi dinlendi tanık olarak. Geçen hafta sonuçlandı dava. Hayrettin Eren’in kayıp olduğu kararı çıktı. Tanıkların ifadesi gözaltında alındı gösteriyor. Şu anda bir yol aldık. Onun üzerinden bir dava daha açmayı düşünüyoruz. Nereye gider bilemem.
Ağabeyimin ne zaman nerede yakalandığı ortada iken faillerin hala ortaya çıkartılmaması, taleplerimizin ciddiye alınmaması bizi rahatsız ediyor. Mehmet Ağar ve o dönemdeki diğer görevliler Hayrettin Eren’in failleridir. Yargılanıp bizimle yüzleşmeleri gerekiyor. Kenan Evren hesabını vermeden mi ölecek? O insanların yakınları o katilleri masum insanlar olarak görüyorlar. Toplum için hala risk oluşturuyorlar. Bizimle yüzleştikleri zaman yakınları da onları tanıyacak.
Arayışlar nasıl sürdü?
Annem ve babam yaşlandı. Babaannem felç geçirdi, annem ona bakmak zorunda kaldı. Arayışlar biraz gevşedi. Bu sırada ben, kardeşlerim evlendik, çocuklarımız oldu. Hasan Ocak’larla başlayan Galatasaray Meydanı’ndaki mücadeleye annem zaman zaman katılıyordu, babaannem nedeniyle sürekli gelemiyordu. Biz kardeşler de çalışmadığımız zamanlar geliyorduk.
“Meydan benim için mezarlık yeri”
Sizin için Galatasaray Meydanı’nın anlamı ne?
Meydan benim için bir mezarlık yeri gibi. Gelmediğim zaman kendimi çok kötü hissediyorum, ağabeyime karşı görevimi yerine getirmediğimi düşünüyorum. Geldiğimde ağabeyimin fotoğrafını öptüğümde biraz rahatlıyorum. Evde yok mu öpülecek fotoğraf? Var ama burası bir başka. Gelmediğim zaman sanki o yalnız kalmış gibi hissediyorum.
Bazen Hasan Ocak’ın Rıdvan Karakoç’un aileleri kardeşlerini kötü şartlarda da olsa bulup mezara sahip olduklarını söylüyorlar, mezarlarını ziyaret ediyoruz.
Bir insan böyle bir şeye özenir mi? Ben özeniyorum. Ağabeyimin de mezarı olsaydı keşke. Zaman zaman dertleşip konuşayım istiyorsunuz. Ölüyse bize ölüsünü verselerdi, biz omuzlarımızda taşısaydık, ona layık tören yapsaydık, istediğimiz yere gömseydik. Bunların hepsi içimizde kalmış.
Artık onu sağ bulamayacağınızı biliyorsunuz. Buna rağmen sokakta ona benzeyen insanların peşine düştüğüm de oldu, hala da oluyor.
Burada her hafta yaşanmış bir gerçekliği dinliyorsunuz. O haftayı o hayalle geçiriyorsunuz. Her hafta bir işkence anlatılıyor burada. Onları dinledikçe o hafta perişan oluyorum. Öyle geçiriyorum haftayı.
Meydan aynı zamanda kayıp yakınlarına bir güç de sağlıyor mu?
Elbette. Dediğim gibi cezaevi önünde anneler bir araya gelerek güçlendi, Kenan Evren nereye gitse onlar da gitti. O günden beri güçlü olunmaya devam ediliyor.
Ancak amacımız kayıpların olmaması, kemiklerine ulaşmak, faillerinin yargılanması. Buraya gelinmesi demek aslında bu taleplerimizin henüz gerçekleşmediği demek.
Meydan hiçbir siyasi düşünceyi yansıtmıyor en azından benim için. Tek amacımız yakınlarımızın akıbetini öğrenmek, faillerinin cezalandırılıp bizimle yüzleşmelerini sağlamak, başka kayıpların olmaması için mücadele etmek.
Kayıp yakınlarının çözüm sürecinden beklentisi neler?
Kayıp yakınların bu süreçten hiçbir beklentisi yok çünkü bana göre bu süreç toplumun oyalanmasından başka bir şey değil. Bir taraftan barış süreci başlıyor öbür taraftan ülkeyi Suriye ile savaşa itiliyor.
Barışı taraflar belirler, taleplerini koyar. Burada “Ben ne kadar istersem sana o kadar özgürlük vereceğim” mantığı var. “Defolup gitsinler” sözü ile barıştan ne anladıklarını açıkladılar.
“Bir çocuğun kaybetmeyi kaldırması kolay değil ”
İkbal Eren’in ardından Hayrettin Eren’in yeğeni Setenay Yarıcı dayısının hikayesini nasıl öğrendiğini anlatarak başlıyor sözlerine:
“Böyle bir durumu çocuğunuza anlatmanız hiç kolay bir şey değil, o nedenler ilkokulun ortasına dek bildiğim tek şey ‘Bir dayım var, o dayım yok’ oldu. Nasıl yok, neden yok soruları hep muallaktı.
Ancak bu çok da saklayabileceğiniz bir şey değil. Anneannemlerde büyüdüm, ona gelip giden gazeteciler oluyordu. Bir süre sonra biraz da ben ‘Ne oluyor?’ diye sorunca hikaye bana da anlatıldı.”
İlkokulda bir çocuk kaybedilmeyi nasıl karşılar?
“Kaybetmek” bir çocuğun kaldırması kolay bir şey değil. Her gün gittiğiniz okulda “Türkiye Cumhuriyeti laik, sosyal, demokratik bir hukuk devletidir” diye öğretiliyor.
Bunun böyle olmadığını siz çok küçük yaşta öğreniyorsunuz. O yüzden yaşıtlarınızdan biraz farklı oluyorsunuz. Küçük yaşta politika olmak zorunda kalıyorsunuz. Kayıp yakını olmak biraz da bu demek
Galatasaray Meydanı’ndaki oturmalara gelmeye ne zaman başladınız?
Lise zamanlarında. Cumartesi Anneleri bu mücadele içinde hiç de kolay şeyler yaşamadılar.. Bugün Tayyip Erdoğan her ne kadar anneleri dinledi ve bir şey yapmadıysa da bundan birkaç sene öncesi anneler coplandılar, gazlandılar. Emine Ocak’ın polis tarafından saçlarından sürüklenerek götürüldüğü fotoğraf hep gözümün önündedir.
Hem bu nedenlerle hem de bu koşullarda küçük bir çocukla uğraşılamayacağı için öncesinde annem beni uzak tuttu.
“Hiç görmediğiniz bir insanı özlemek…”
Meydanın sizin için anlamı ne?
Annemin dediği gibi burası bizim için bir mezarlık. Her hafta gelmek istiyorum. Hiç görmediğiniz bir insanı özlemek, herkese anlatabileceğim bir şey değil.
Devlet kaybederken yeni kahramanlar yaratıyor. Dayım benim için bir kahraman. Bunu Cemil Kırbayır, Nurettin Yedigöl için de diyebilirim. Devlet kendi eliyle kahramanlar yaratıyor, bu nedenle bu kadar korkuyorlar.
Sizin kuşağınızın burada olması ne ifade ediyor?
Biz kayıplarımız bulununcaya dek burada oturmaya devam edeceğiz. Eğer devlet elini taşın altına koymamaya devam edecekse ileride benim çocuklarım da gelir.
Ancak burada uzun süre kalıyor olmamız demek, devletin elini taşın altına koyma süresinin uzaması gerek.
Biz kayıplarımızın bir an önce bulunmasını istiyoruz. Her şey ortada. Biz burada mücadeleye devam ederiz ama kemikler de yok olmadan kayıplarımıza ulaşmak istiyoruz. (BK/HK)
* Kayıplar Haftası 2013 Söyleşileri