Birsen Kaya, 21 Şubat 1997'de gözaltına alındığında 21 yaşındaydı. Esenler'de bir arkadaşındayken, maskeli polisler uzun namlulu silahlarla evi bastı. Kaya, Vatan Emniyet'e götürüldü ve 15 gün boyunca Bayram Kartal'ın şefi olduğu ekipten işkence gördü.
Şimdi işkencecilerinden Sedat Selim Ay, İstanbul Terörle Mücadeleden Sorumlu Emniyet Müdürü Yardımcılığı'na atandı.
Birsen Kaya ise Ezilenlerin Sosyalist Partisi'nin Sosyalist Kadın Meclisleri'nin sözcülüğünü yapıyor, işkenceye ve erkek şiddetine karşı çalışmalar yürütüyor.
Röportaj için buluştuğumuzda, Birsen'e tekrar o günleri anlattırdığım, hatırlattığım için kendimi kötü hissediyorum. "Sorun değil" diyor, "Ben mücadele eden bir kadınım ve yaşadıklarımın sadece bana yönelik olmadığını da biliyorum. Bunlar toplumsal hareket içinde özneleşen kadının varlığına yönelik bir saldırı. Ben işkencecilerle mücadele etmeye devam ediyorum..."
Birsen, gözaltında işkenceyi, cinsel tacizi anlatırken dimdik duruyor, yaşadıklarını büyük bir soğukkanlılıkla anlatıyor. "Sedat Selim Ay işkencede bir figür değil, bu işin başında olanlardan biri" diyor.
Röportaj boyunca sadece birlikte gözaltına alındığı Süleyman Yeter'den bahsederken gözleri doluyor. Çünkü Yeter, Mart 1999'da gözaltına alındıktan sonra Terörle Mücadele Müdürlüğü'ndeki "sorgusunun" ardından kaldırıldığı hastanede öldü. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye'yi işkence yasağı, yaşam hakkının ihlali ve bu hak ihlal edildiği halde faillerin cezalandırılması için iç hukukta etkili yargılama yapılmadığı için 110 bin Avro tazminata mahkum etti.
Birsen, "İçeri girdiğiniz andan itibaren yaşamanız bir şans" diyor, ev baskını ve polis arabasına bindirilişinden itibaren nasıl bir sürecin başladığını anladığını anlatıyor.
En baştan başlayalım. Ev baskınında gözaltına alındın. Sonra neler oldu?
Kaba şiddet ve tehditlerle polis arabasına bindim. Vatan'ın otoparkına girdiğimizde başım yere eğildi, gözüm bağlandı. Hangi kata çıkarıldığımı bile bilmiyorum.
Hepimizi duvara dizdiler. Gözümüzdeki bant, bekleme ve işkence süresince çıkarılmadı. Önce bir koridorda saatlerce ayakta bekletildik. Bu, işkencenin başlangıcıydı. Polisler sıcak çay kaşıklarıyla, tespihlerinin püskülüyle dudağımıza dokunuyor, bizi taciz ediyordu.
Sonra bizi bir salona götürdüler. Bu, işkenceden önce bir bekleme seansı gibiydi. O sıralar Yılmaz Morgül yeni çıkmıştı. "Sen düldülsün, ben bülbül" diye bir şarkısı vardı. Günlerce bize bunu dinlettiler. Hala Morgül'ün şarkılarını duyunca, işkencecileri görmüş gibi oluyorum.
Geceleri bizim yanımızda kırmızı noktalı filmler izliyorlar, rakı içiyorlardı. Özellikle kadınlara yönelik psikolojik şiddetin her türlü aksesuarını hazırlamışlardı. Türk emniyetinin sicilini bildiğimiz için, tüm bunlar olurken cinsel taciz ve tecavüzle karşılaşabileceğimizi anladık.
Tüm bunlar, bize günlerce işkence yapacakları anlamına geliyordu. Göz bantımın altından Süleyman Yeter'in işkencenin ardından yarı çıplak bir şekilde getirildiğini gördüm. Erkekleri askıya aldıklarını anladım.
Sıra sana geldiğinde ne oldu?
Önce gözümdeki bantla tim şefi Bayram Kartal'ın odasına götürüldüm. "Açın bakalım, kimliğinde gözüktüğü kadar güzel mi" dedi. Sonra açlık grevine devam edeceğimi söyleyince Bayram Kartal tarafından şiddete maruz kaldım. Orada hem kendi üzerine atılan suçu kabul etmeni hem de başka birine yönelik ifade vermeni istiyorlar. Bunu yapmayacağımı anladıklarında ikinci aşamaya geçtik.
Üçüncü gün işkenceye götürüldüm. Oraya götürülürken bile refleks ölçme hareketleri yapıyorlardı.
Nasıl oluyor bu?
Kafamıza, kolumuza vuruyorlar, korkuyor muyuz ya da canımız acıyor mu bunu ölçüyorlardı. İşkence konusunda eğitimlilerdi. Suda ne kadar tutacaklarını, boğazınızı ne kadar sıkarlarsa ölmezsiniz biliyorlardı. Zaten bunları bilmiyorlarsa ölürsünüz.
Tıbbi bilgileri de vardı. Doktor lakaplı biri arada omuzuma Lasonil sürüyordu. O ilaç da artık tamamen işkenceyle bağlantılı kafamda.
Peki işkencede neler yaşadın? İşkencecileri görebildin mi?
Gözlerim bağlıydı. Belden yukarı soyup filistin askısına aldılar. Bileklerimi battaniye olduğunu tahmin ettiğim bir kumaşla sardılar. O sırada sözlü taciz devam etti. "Sen çok zayıfsın, gençsin, kadınsın, dayanamazsın..." Sadece askıyla da kalmadı, kafamızı suya batırdılar, torbayla havasız bıraktılar...
Beni çok uzun süre askıda tuttular. Ağzımdan köpükler gelmeye başlayınca paniklediler ama yine de taciz edebiliyorlardı. Acıdan hiçbir şey hissetmesem de, işkencecilerin elleri bedenimdeydi.
Ben kısmi felç geçirince çıkardılar, diğerlerinin yanına yere attılar. Şu anda cezaevinde olan gazeteci arkadaşımız Bayram Namaz, ayağımı sıktı ve "benden güç al" dedi. Uzun süre yerde öylece yattım.
Ne kadar sürdü bu?
Toplam 15 gün orada kaldık. Üçüncü günden sonra bizi hücreye çıkardılar. Beni ilk başta farklı operasyonlardan alınan kadınlarla aynı hücreye koydular. Onlar da çok ağır işkencelerden geçmişti. Timler farklıydı ama yöntemler aynıydı.
Daha sonra Sultan ve Mukaddes Çelik'le beni aynı hücreye aldılar.
Bu sırada Asiye Zeybek Güzel'in başına gelenlerden haberdar mıydınız?
Ondan çok sonra haberdar olduk. Sadece yanyana durduğumuz kişilerin durumunu biliyorduk. Ama başka bir arkadaşımız tamamen soyulmuş ve tecavüze yeltenmişler. Başka birine parmakla tecavüz ettiklerini öğrendik.
Asiye'yi gördüğümüzde halinden yaşadıklarını tahmin ettik çünkü çok derin bir travma yaşamıştı.
Adli Tıp'ta neler oldu?
Hiç kimsenin röntgen için bile kolunu kaldırabilecek gücü yoktu. Ama doktor hiçbir şeye bakmadan, polis ne derse rapora onu yazıyordu.
Sultan ve ben en sona kalmıştık. Doktora tepki gösterdik, onu Tabipler Odasına şikayet edeceğimizi, suç duyurusunda bulunacağımızı söyledik. Böyle olunca doktor bize bakmak istemedi.
Sonra Sedat Selim Ay, asansörde beni boğazımdan sıkarak havaya kaldırdı ve doktorun niye bize bakmak istemediğini sordu, şiddet uyguladı.
Sedat Selim Ay'ı ilk orada mı gördünüz?
Evet. Zaten işkencede gözümüz bağlıydı. Hastane sürecinde onu gördüm. Onun tipini hiç unutmuyorum, kumral ve renkli gözlü bir SS subayı gibiydi. Tim şefi Bayram Kartal'dı ve Sedat Selim Ay onun yardımcısıydı.
Peki Adli Tıp raporu ne oldu?
Doğru düzgün muayene bile edilmeden işkence görmediğimize dair rapor verildi. Vakıf Gureba'nın benim gözümde Vatan'dan hiç farkı yok. İkisi de işkence merkezi gibi çalıştılar.
Sonra mahkemeye mi götürüldünüz?
Evet, Beşiktaş DGM'ye götürüldük. Sultan'la birbirimize kelepçeliydik. Hepimizi DGM'nin alt katında bir hücreye koydular. Bayram Kartal ve Sedat Selim Ay başta olmak üzere tim polisleri bize taciz ve şiddet uygulamaya devam etti.
Sonunda mahkemeye çıktığımızda serbest bırakıldım. Dava sonucunda da beraat ettim.
Asiye Zeybek Güzel'in tecavüze uğradığından burada mı haberdar oldunuz?
Evet. Tüm bunlar varolan ataerkil anlayış ve toplumsal cinsiyet zihniyetiyle alakalı. Toplumsal hassasiyetleri bildikleri için, kadınları taciz ve tecavüzle siyaseten teslim almak istediler.
Asiye'yi itirafçılaştırmaya çalıştılar. O travmayla hiçbir şeyin farkında değilken, itirafçıların olduğu bölüme konuluyor. Daha sonra avukatının da desteğiyle, yaşadıklarının sadece kendi bedenine değil, tüm kadınlara yönelik bir saldırı olduğunun farkına varıyor.
Güzel'in yaşadıklarını önce mahkemede, sonra kitabıyla anlatması kadın mücadelesini etkiledi mi?
Bu tüm mücadele eden kadınlar için bir milattı. Bu süreç devletin ve faşizmin erkek yüzünün teşhir edilmesiydi. Devlet kaynaklı şiddetin günyüzüne çıkması bir bilinç sıçraması yarattı ve devletin bu konudaki uygulamalarına da geri adım attırdığını söyleyebiliriz.
O zamana kadar, sol harekette ne kadınların ne erkeklerin yaşadığı cinsel şiddet ifadelendirilemiyordu. Devlet bizim bu yanımızı bildiği için de hep bir tehdit unsuru olarak kullandı. Erkeklere de tecavüz ediyorlar, onları da "kadınlaştırarak" aşağılamaya çalışıyorlardı.
Asiye'nin olayından sonra 2000 yılında bir çalıştay düzenledik ve kadınlar ve erkekler gözaltında yaşadıkları cinsel şiddet deneyimlerini birbiriyle paylaştı.
Tüm bunlardan sonra Sedat Selim Ay'ın terfisini öğrendiniz...
Sedat Selim Ay hem Türkiye mahkemelerinde hem AİHM'de ceza alan tescilli bir işkenceci. Tabi bunların hiçbirinin Türk devleti nezdinde bir hükmü yoktu. Çünkü devlet toplumsal hareketlere karşı şiddeti bir yöntem olarak kullanmaya devam ediyor. Bugün Sedat Selim Ay'ın terfisi de aynı zihniyetin tezahürüdür.
12 Eylül döneminde emekli orgeneral Turgut Sunalp, gözaltında tecavüzlerle ilgili, "Elimizde taş gibi delikanlılarımız varken copla tecavüze ne gerek var" demişti. Sistemin referansları bunlar maalesef.
Bir taraftan işkenceye sıfır tolerans diyen bir başbakan var ancak katiller aklanıyor, tecavüzcüler ödüllendiriliyor. Hükümetin bugün "hesaplaşmak istediği" askeri vesayet döneminden bir farkı yok.
Şu anda yüzlerce muhalif, aydın içeride. Yani baskının kaba şiddet yoluyla yapılması veya adliyeler, yargı aracılığıyla yapılması arasında bir fark yok. Terörle mücadele yasası varolduğu sürece bu zihniyetin değişmeyeceği ortada.
Deneyimli işkenceciler kadrolu memur yapılıyor. Sedat Selim Ay gidip yerine bir başkası geldiğinde bu uygulamaların değişmeyeci de açık. Ama tabiki onun gibi tescilli işkencecilerin, tecavüzcülerin toplumda teşhir edilmesi ve AKP'nin sahte demokrasicilik perdesinin yırtılması gerekiyor.
Bunları yaşadığında 21 yaşındaydın. Şimdi üzerinden seneler geçti ve kadına yönelik şiddet konusunda mücadele veriyorsun. Bunlar birbiriyle bağlantılı mı?
Tabi ki. Benim devletle, sistemle ilk çatışmam orada başladı. Orada sadece sizin bedeninizi değil, ideallerinizi ve ruhunuzu da teslim almaya çalışıyorlar.
Benim bilinç dönüşümüm de orada başladı, kendi içimde bir devrim yaşadım. Belki geçmişte kendimi tanımlamak için "ben sosyalistim" ifadesi yeterliydi. Ama artık değil. Artık ben "sosyalist bir kadın"ım.
Asiye, bizim hareket olarak da devletin cinsel şiddeti neden bir yöntem olarak kullandığını sorgulamamızı sağladı ve bizde bu anlamda kolektif bir kararlılık yarattı.
Erkeğin kadına dönük şiddetinin kaynağı tamamen devlet. Devlet kendi kurumlarında işkenceye, tecavüze ve bunu ödüllendirmeye devam ettikçe toplumun şiddetten çekinmesini beklemek gerçek dışı bir beklenti olur. Erkek devletin niteliği değişmediği sürece, kadına yönelik şiddet geri adım atmayacak.
Ailen nasıl karşıladı yaşadıklarını?
Ben Karadenizli, Türk ve sunni yani egemen bir ulusal ve mezhepsel kimliğe sahip bir aileden geliyorum. Ama onlar da benimle birlikte siyasallaştı.
O zamanlar gözaltında kayıplar çok yaygındı. Hasan Ocak'ı yeni kaybetmişlerdi. İlk gözaltına alındığımızda ailemize haber verilmedi. Ailem Bursa'dan geldi ve 15 gün boyunca dışarıda açlık grevi ve aylemler gerçekleştirdiler. Bu eylemlere de polis müdahale etti ve annem de devletin şiddetiyle burada tanıştı. (ÇT)