Mimar Onur Yaser Can'ı "uyuşturucu bulundurmak" suçlamasıyla gözaltına alan ve Can'ın ifadesinde değişiklik yapmakla suçlanarak "evrakta sahtecilik" ile yargılanan polisler Salih Bahar ve Soner Gündoğdu 2 yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırıldı ve meslekten men edildiler.
Üçüncü kez ifadeye çağrılınca intihar eden Can'ın pencereden atlamadan önce yazdığı, "ifadesinin değiştirildiğini ve kötü muamele gördüğünü" anlattığı mektup da davanın görüldüğü İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'ne delil olarak sunulmuştu.
Polis avukatına göre, Can'ın yazdıkları sahte!
Karar duruşmasında sanık polisler ile Onur Yaser Can'ın annesi Hatice Can, babası Mevlüt Can ve arkadaşları katıldı. Can ailesinin Avukatı Ercan Kanar, Narkotik Şube Müdürü Cengiz Melbeyoğlu ve Komiser Hakan Aydın ile polis memurları Muhammet Ongun, Şükrü Velioğlu, Yunus Başay ve Onur Ülker ile ilgili de mahkemenin suç duyurusunda bulunmasını talep etti.
Kanar, "Suç resmi evrakta sahtecilik gibi görünse de, söz konusu olay bir insan hayatını yok etti. Bu tür suçların bir daha işlenmemesi için, insan haklarına dayalı bir hukuk devleti gereği, mahkemenizin suç duyurusunda bulunmasını önemli buluyoruz" dedi.
Sanık avukatları ise polislerin resmi evrakta sahtecilik suçunu işlemeye kast etmediği yönündeki iddialarını tekrarlayarak beraat istedi. Sanık avukatı Ahmet Baran Akkaya, Can'ın gözaltında yaşadıklarını anlattığı yazının sahte olduğunu iddia etti.
Mahkeme, polisler Bahar ve Gündoğdu'nun resmi evrakta sahtecilik yaptığına hükmederek alt sınır olan üç yıl hapis cezasına hükmetti. Duruşmalardaki "iyi hal" gerekçesiyle cezada indirime gidildi, 2 yıl 6'şar ay hapis cezası aldılar.
Evrakta sahtecilik, yüz kızartıcı suç kategorisinde olduğu için polis memurluğu yapamayacaklar.
Aile, işkence suçlamasıyla AİHM'e başvuracak
Can, 2 Haziran 2010'da esrar satın aldığı gerekçesi ile gözaltına alındı. İki gün sonra "evrakta eksiklikler olduğu gerekçesiyle" tekrar Narkotik Şube'ye çağrıldı. İkinci kez Emniyete giden Can önüne konan evrakları imzaladı ve Emniyet'ten ayrıldı.
Can, gözaltına alındığında kötü muamele gördüğünü, aranırken çırılçıplak soyunduğunu söyledi, arkadaşları "psikolojisinin bozulduğunu" söyledi. Üçüncü kez ifadeye çağrıldığını öğrenince 23 Haziran'da intihar etti.
Ailesi hem polisler hem de Can intihar ettikten sonra müdahalede geciktiklerini söylediklerini doktorlar hakkında suç duyurusu yaptı.
Can'ın ailesi, "sonucu itibariyle işkence, kötü muamele, cinsel istismar ve görevi kötüye kullanmak" gerekçeleriyle Vatan Caddesi Narkotik Şube'deki polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuş, savcı takipsizlik kararı vermişti.
İç hukuk yolları tükendiğinden, aile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuracağını açıkladı.
"Doktor sayısı yetersizdi"
112 acil ekibinin olay yerine geç geldiği ve ilk müdahale işlemlerini zamanında yapmadıkları, Şişli Etfal ve Okmeydanı hastanelerinde durumun gerektirdiği şekilde hızlı ve öncelikli işlem yapılmaması sonucu ikisi cerrah dokuz sağlık çalışanı hakkında da "taksirle ölüme neden olma" suçundan dava açılmıştı.
Davanın üçüncü duruşması 9 Mayıs'ta İstanbul 5. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Ambulansta görevli sanıklar, "Ambulansta navigasyon sistemi yok, olay yerine gidiş istikametinde trafik yoğundu" savunmasını yaptı.
Şişli Etfal Eğitim Hastanesi'nde görev yapan pratisyen doktor F.F. ise, "Durumun aciliyeti nedeniyle hastayı en yakın Okmeydanı Hastanesi'ne sevk ettik. Uzman doktor sayısının beş veya altı olması gerekir. Olay sırasında servisteki tek doktor bendim" yönünde dedi. (AS)