"Türkiye'de zorunlu göçe tabi tutulanların gerçek sayısı resmi rakamların çok üstünde. 1994'te yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Tazmini Hakkında Kanun ise çözümden çok çözümsüzlük yaratıyor. Zorunlu göç, büyük kentlerde giderek büyüyen bir sorun haline geliyor."
Avukat Ayşe Bingöl, Avrupa Sosyal Forumu'nun "Zorunlu Göç ve Mülteci(leştirme)" başlıklı seminerinde zorunlu göçün yarattığı sorunların hukuksal boyutlarını anlatırken bunları söyledi.
"Etkili bir iç hukuk yolu yok"
Göç Edenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'nin (GÖÇ-DER) düzenlediği seminerde Bingöl, zorla yerinden edilenlerin mağduriyetlerinin giderilmesi için etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirtti.
"Devlet zorunlu göç mağdurlarının zararlarının tazminini paraya indirgiyor. Oysa manevi zarar bundan çok daha fazlası" diyen Bingöl, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Göç edenlerin adaptasyonu için rehabilitasyon çalışmaları yürütülmesi, geri dönüş zemininin oluşturulması, göçle gelenlerin kentin periferisinde izole bir yaşam sürmesine neden olan kentsel dönüşüm projeleri yerine etkili bir yapılaşma prosedürü işletilmesi gerekiyor."
"Devlet görevlileri tarafsız davranmıyor"
Bingöl, Türkiye'de zorunlu göçle ilgili hukuki süreci şöyle özetledi:
- 1990'larda zorunlu göç başladığında mağdurların hakkını arayabileceği iç hukuk yolu yoktu. Bir grup İdare Mahkemesi'nde İçişleri Bakanlığı ve askeri makamlara dava açtı. Mahkeme davaları reddedince mağdurlar AİHM'e başvurdu.
- AİHM, 2001'de Diyarbakır'ın Lice ilçesinden 241 kişinin başvurusunu kabul etti. 2005'te AİHM'de zorla yerinden edilmiş kişilerin yaptığı binlerce başvuru vardı.
- Avrupa Birliği'ne (AB) adaylık süreci başladığında Türkiye, sorunu çözeceği taahhüdünde bulundu.
- AİHM, Haziran 2004'te zorla göçün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) ihlali anlamına geldiğine dair emsal niteliğinde bir karar verdi.
- Bir ay sonra 5233 sayılı yasa çıkartıldı. Valiliklerde "Zarar Tespit Komisyonları" kuruldu ve zarar görenlerin bu komisyonlara başvurmaları istendi.
- Sonraki birkaç ayda komisyonlar başvuruları hızla sonuçlandırıp ilgili belgeleri AİHM'ye sundu. AİHM de uygulamanın etkin bir iç hukuk yolu olduğunu açıklayıp binlerce başvurumuzu reddetti.
- Oysa sivil toplum örgütleri manevi zararları kapsamadığı, komisyonlarda resmi görevlilerin görev aldığı ve terör suçlarından hüküm giyenler yasadan yararlanamadığı için yasayı eleştiriyordu.
- AİHM reddedince başvurularımızı komisyonlara yönlendirdik. Keşiflerde, mal varlıklarının tespitinde, tazminatlarda aşılamaz sorunlar yaşadık.
- Bugün komisyonlarda sonuçlanmamış onbinlerce başvuru var. Sonuçlanan dosyalar açısından idari yargı yolu açık ancak idare mahkemesi nihai karar vermekten çekiniyor. Dosyaları yeniden komisyonlara yönlendiriyor ve süreç kısırdöngüye giriyor.
- İdare Mahkemesi süreci bittikten sonra dosyalar yeniden AİHM'ye taşınmaya başlandı ancak AİHM'in kararının ne olacağına dair bir öngörümüz yok. (BB)