Bahçeşehir Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümündeki işinden çıkarılan Prof. Dr. Zeynep Tül Akbal’ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 33. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Bir önceki duruşmada iddia metnine bakarak bu celse için bu metinle ilgili konuşabileceğimi söylemiştim. Dilim savunma demeye varamıyor. Çünkü savunma yapabileceğim bir suç yok. Olmayan bir suçun nasıl savunması yapılabilir ben bilmiyorum. Savunma yapmak adına hayatım boyunca kamuya açık asla yan yana getirmeyeceğim cümleler kurmak istemiyorum. Zaten dediğim gibi ortada suç yok, nosyonu yok, delil yok.
Aslında suç olmayan bir iddia üzerinden suçsuzluğumu tartışmayacağım. Zaten burası birisi konuştuğunda dinlenilen bir ortam da değil. Savunmaların da bir karşılığı yok. Bu da -bu arada bir parantez olarak söylemeliyim ki- adil yargılamanın olmadığını gösteriyor. Ama yargının güvenirliği ve adil yargılanma hakkı yönünden gelinen noktada ne önemi var ki.
Pek çok davadaşım burada, sayısız mahkemede en doğru en rasyonel savunmaları verdiler. İmzaya giden süreci anlattılar. Hiçbir sözün bir anlamı, bir ağırlığı yok; hepsi uçuşup gidiyor. Bizlerse tarihe not düşmeye çalışıyoruz.
Pek çok meslektaşımın detaylı ve hatta belgelerle anlattığı gibi 2015 yazı ve sonbaharının o karanlık sürecinde geri dönülmez bir toplumsal yırtılma ve sökülmeye karşı ve birbirinin gözünün içine bakamayan bir topluma dönüşmüş olmanın dehşeti ile imzaladım barış metnini. İnsan olarak bu da sorumluluğum değilse hiçbir şey değildir.
Sıradan, vicdani, hiç politik olmayan bir imza; insan olmakla, insanların yüzlerine bakabilmekle alakalı bir imzaydı. Çünkü gelinen noktada daha iyi bir dünya için verebileceğin mücadelelerin bile anlamı kalmıyordu.
Bu kadar ciddiye alınacağımızı hiçbirimiz düşünmedik sanırım. Politik olmayan, vicdani bir hareketin bu kadar politize edilebileceğini düşünemezdik tabi. Yani hiç politik olmayanlarımızı bile politikleştirdiniz ve politikleştirmektesiniz.
Bunun akademisyen olmakla bu yüzden ilgisi yok; yani ayakkabı tamircisi, torna tasfiyeci ya da muhasebeci olsan yaşanan şeyi görmezden mi geleceksin? Kaldı ki görüp, duyup da bir şey de yapmadık. Yani mesela koşup 8 gündür ailesinin, komşularının gözü önünde, sokağın ortasında yatanı yerden kaldırmadık.
Orta çağdaki gibi ölülere zulüm edilmemeli diye harekete geçmedik. Mırıldanmak, söylenmek gibi bir imza attık. Doğaya, kente karşı yapılanlara verilen imzalar gibi, onlar kadar bir imza. Dolayısıyla bu bizi ne suçlu ne de kahraman yapıyor. Bu ne gayri makbul bir vatandaşlık hali ne de büyük bir cesaret öyküsüdür.
Büyük akademik analizler ve araştırmalar yapmış ve yapıyor olabilirdik. Yapanlarımız da var ama bu metnin ve imzanın böyle bir akademik içeriği de yok. Dolayısıyla ne kadar iyi eğitimler almış olduğumuzla ve yaptığımız işlerle de bir ilgisi yok. Belli ki zaten bu işlerin iyi eğitimle de bir alakası yok. Ama bunun bilgiyi bir suç unsuru haline getirmekle alakası var.
Bilimsel bilgiyi, sorgulamayı ve eleştirel bakışı şiddetli bir saldırıyla nefret nesnesine ve odağına dönüştürme çabasıyla ve “suçlulaştırılması”yla alakası büyük. Bunun bilinçli bir politika olarak uygulama bulduğu tarihsel dönemlerin de maalesef ve ne iyi ki akıbetleri bellidir. Yani dinamikler, diyalektik meselesi.
Şimdi bütün bunlar görünenler, ayan beyan olanlar. Ama insan yine de ne israf demekten kendini alamıyor. Ne tuhaf ne absürt diye düşünmeden edemiyor.
Suç kol geziyor. Sizler Ağır Ceza Mahkemelerisiniz benim tahayyüllerimden çok daha fazlasını bilmekte ve şahit olmaktasınız. Burada 6 ayı aşkındır bizlere bir mesai harcamaktasınız. Tabii biz de öyle.
Oysa iyi eğitimli taraflar olarak topluma çok daha faydalı pek çok şey yapıyor olabilirdik. Üstelik bu birbirini birebir tekrar eden kendini ezberleyen bir mesai. Üretken değil hiç; yine de karşılıklı öğreniyoruzdur herhalde, bizler çok şey öğreniyoruz da umarım sizin için de öyledir.
Dediğim gibi, üzerindeki bu politikleştirilmiş harenin altındaki insani bir kelamı ne sosyal bilimci ne de şu kadar yıllık hoca olarak değil, sıradan bir insan olarak etmiş bulunuyorum. Yani imzalamış bulunuyorum. Yaptığım şey onaylamak, rıza göstermek değil, imzalamaktır.
Tabii adına ifade özgürlüğü denen bu basit fiil ardından pek çoğumuzun hayatlarında büyük değişimler oldu. Yani aslında zaten yargılanamadan cezalandırılmış olduk. Filvaki ben bunun kendim adına özgürleştirici bir deneyim olduğunu da söylemeliyim.
Neredeyse teşekkür bile edecek durumdayım; tavsiye bile edebilirim. Dayanışma deneyiminin boyutlanışını görmek, tanık olmak, içinde olmak çok kıymetli bir deneyim.
Tabi mesleğin başındaki pek çok arkadaşımız için bu süreç çok daha derin bir ceza sürecine dönüştü. Bu kabul edilebilir gibi değil, bunun sorumluluğu ne olacak?
Bir tek şeyi de söylemeden edemeyeceğim. Bu da benim mesleki deformasyondan gelen lakırdım olsun.
Bunca yılın hem öğrencisi hem hocası hem okuru yazarı olarak bir metnin kolaylıkla mı, bilgi ve birikimle mi, özümsenme ile mi çalakalem mi, geçiştirmek için mi, yoksa zorlama ile mi yazıldığını hemen anlarım. Mecburen işimin bir parçası da bu. Kanaatim odur ki bu iddianame metini çok isnatsız, çok zorlanmış bir metin. (ZTA/TP)