İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden emekli Doç. Dr. İnci Özkan Kerestecioğlu’nun Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Terör örgütü propagandası yapmakla suçlanan biri olarak burada bulunmuş olmaktan dolayı üzüntü ve şaşkınlık içindeyim. İddianamenin kendimle bağını kurabildiğim tek yer adımın ve adresimin olduğu kısım. Gerisindeki sözlerin hiçbirinde kendime dair en ufak bir iz bulamıyorum.
Vicdani ve insani kaygılarla atmış olduğum bu imzanın yorumlanış biçimi, akıl ve mantık sınırlarını zorluyor.
Bir sosyal bilimci olarak metinlerin farklı okumalara, yorumlara açık olduğunu, insanların düşüncelerinin çok çeşitli olduğunu ve gerçekliğe, doğruluğa bu farklı düşüncelerin birbirleriyle özgürce konuşabildiği, karşılaşabildiği zeminlerde ulaşılacağını, buna ulaşıldığında dahi tartışmanın bitmeyeceğini, doğruların ya da gerçekliğin bağlamsal olduğunu biliyorum.
İddianamede de imza eylemine dair suçlama formüle edilirken bir bağlamdan söz ediliyor. Bu bağlam şehirlerin ortasında hendekler kazmış, barikatlar kurmuş, özyönetim ilan etmiş bir terör örgütüyle, kendi güvenliğini sağlamak için harekete geçen, sokağa çıkma yasakları ilan eden, kamu düzenini sağlamaya çalışan bir devlet.
Ve bu mücadelenin ortasında bir grup akademisyen, bu mücadelenin meşruiyetini sorgulayan bir açıklama yapıyor, güvenlik güçlerinin mücadele yöntemlerini eleştiriyor, silahların susmasını, müzakere masasının kurulmasını talep ediyor. Terörle mücadelenin verili durumdaki yöntemini eleştiren bir metin dolayısıyla terör örgütü propagandası yapmakla suçlanıyorlar. Mantık bu; "İktidarın politikaları, terörle mücadelede seçtiği yöntemleri eleştirmek terör örgütünü desteklemek demektir."
Bildirinin içinde herhangi bir örgütün adı geçmezken, terör eylemlerini meşrulaştırıcı tek bir sözcük yokken, aksine terör örgütlerinin çok sevdikleri silahları ortadan kaldırmayı, sivillerle yürütülecek bir müzakereye çağrıyı hedeflemişken bu mantık kurulabiliyor.
Bu mantığı kabul etmek mümkün değil; bu mantıktan barışa gitmek hiç mümkün değil; bu mantık bu ülkeyi hiç bitmeyecek bir çatışmanı ortasına sürüklemekten başka bir işe yaramaz. "Bölgede yaşanan hak ihlallerine karşı tavır koymak, terör örgütü propagandası yapmak anlamına geliyor" demek, terör örgütü reklamı yapmaktan başka bir şey değildir.
Bu ülkenin önde gelen üniversitelerinden iki bini aşkın akademisyen ve araştırmacının terör örgütü talimatıyla hareket ettiğini ileri sürmek, bu kurguyu hayal edebilmek, teröre güç ve meşruiyet kazandırmak değil midir? Gerçekten yıllardır üniversitelerde binlerce öğrenci yetiştirmiş, sayısız araştırmalar yapmış, tek sermayesi aklı ve bilgisi olan insanların iradelerini teslim ettiği bir örgüt tasarlamak, o örgütün propagandasını yapmak değilse nedir? Bunu sadece bir savcı iddianamesinde yazmış olsaydı, o savcının yanlış algılaması deyip geçebilirdik ama durum öyle değil.
Heyetinizin 6.10.2017 tarihinde aldığı karar, iddianamenin yüklenen suçu oluşturan olayları mevcut delillerle ilişkilendirerek açıkladığını, sanıkların aleyhine ve lehine olan hususları ileri sürdüğünü söylüyor. İddianameyi tekrar tekrar okuyorum lehime olan hiçbir husus görmediğim gibi, herhangi bir delile de rastlayamıyorum. Sadece yorumlar ve akıl yürütmeler var. O yüzden savunmamı da delillerin çürütülmesi üzerinden değil; akıl yürütmelerin içerdiği tutarsızlıkları, çelişkileri açığa çıkarmak üzerinden yapmak durumundayım.
İddianamenin yorum içermeyen, en somut iddiası bu bildirinin Bese Hozat’ın talimatıyla hazırlandığı. En somut iddia ama aynı zamanda en dayanaktan yoksun iddia bu. Bese Hozat’ın adını hiç duymamıştım, ilk defa iddianamede gördüm; ne zaman ne demeç verdiğini hiç bilmiyorum. Ama iddianameden öğrendiğime göre “aydın ve demokratik çevreler özyönetimlere sahip çıksın” demiş. Bildirinin hangi cümlesiyle özyönetime sahip çıkıldığını anlamış değilim. Benim imzalamış olduğum bildiride özyönetime dair tek bir satır yok.
İddianamenin suçlamaları “silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru göstermek”, “bu yöntemlere başvurmayı teşvik etmek”, “şiddet eylemlerinin teorik düzeyde tamamlayıcısı olmak” “bölünmelere zemin hazırlamak”, “kamu düzeninin bozmak”, “Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyetini ve varlık sebeplerini ortadan kaldırmak” “halkın maneviyatını kırmayı hedeflemek” şeklinde uzayıp gidiyor. Niyetimle, düşüncemle, imza eylemimle hiçbir ilgisi olmayan suçlamalar.
Gerçekliğin çok yönü olabilir, evet. Olaylar farklı açılardan değerlendirilebilir. Ancak bu değerlendirmelerin keyfilik taşıması, olgusal gerçeklerden bütünüyle kopuk olması kabul edilemez.
Terör örgütünden talimat almamış olmak, onun propagandasını yapmamış olmak bu gerçeklerdendir. Bildirinin, çatışmanın çözümünün konuşmaktan, sivil-siyasal alanın açılmasından geçtiğini ileri sürmesi, dolayısıyla şiddet kullanımını bir mücadele yöntemi olarak kabul etmemesi yoruma açık olmayan, olgusal gerçeklerdir.
İddianame zorlama yorumlarla bildiri metninin terör örgütü propogandası yaptığını ileri sürüyor. Ancak zorlama yorumla dahi böyle bir sonuç çıkarmak mümkün değil.
İddianamede ileri sürüldüğü şekliyle, terör örgütü çatışma istiyor ve 2015’te çözüm sürecini bozmaya yönelik eylemlere girişiyor. O zaman sormak gerekir; nasıl oluyor da çatışmanın durmasını, müzakere masasının yeniden kurulmasını, bir anlamda 2014’teki çözüm süreci politikalarına dönülmesini talep eden, yani savcının iddia ettiği terör örgütünün bozduğu sürece geri dönülmesini talep eden bir metin terör örgütü propagandası yapmış oluyor? İddianamenin ileri sürdüğü argümanlar iddianamenin kendisini yanlışlıyor. O zaman geriye kalan mantık şu: 2014’te suç olmayanlar, 2016’da suç olabilir. Siyasal iktidarların uygulamalarını onaylamak ya da onaylamamak suçun kriteri haline gelmiş oluyor.
Bu ülkenin siyasal alanının siyasal iktidarın önerisi dışındaki seçeneklere kapatılması, iddianamenin ileri sürdüğü “bölünmelere zemin hazırlamak” Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyetini ortadan kaldırmak”, “halkın maneviyatını kırmayı hedeflemek” suçlarına zemin hazırlamaktır. Barış çağrısı, bu suçları işlemenin aracısı değil, tam tersine bu tehlikeleri ortadan kaldırmanın aracısıdır.
Bu metni imzaladım. Bu ülkenin yurttaşı olduğumu, bir yurttaş olarak ülkemde yaşanan acılara sessiz kalmanın beni yaşanan acıların sorumlusu yapacağını düşündüm. Bu metni imzalayarak bu sorumluluğu yerine getirdiğimi de söyleyemem. Keşke bu metni imzalarken taşıdığım niyetler kamusal alana ulaşabilseydi. Keşke bir kamu hukukçusu da terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin çok ciddi hak ihlalleri yaptıklarını ileri süren bu metni bir suç duyurusu olarak düşünüp işlem yapsaydı.
Güvenlik güçlerinin insan hakları ihlallerini yargılamaktan uzak durmayan bir hukuk devletinde kamu vicdanının onarılmasını sağlanabilir. Bir toplum olmak için; ortaklaşabilmek için buna ihtiyaç vardır.
Aynı toplumda yaşadığımız için, toplumsal bütünleşmeye değer verdiğim için, toplumu “orası” “burası” diye bölmemek gerektiğine inandığım için, bir arada yaşama iradesini ortaya koyabilmek için Cizre’de, Sur’da, Şırnak’ta sokağa çıkma yasaklarının olduğu bir dönemde, evlerinde, susuz, ekmeksiz, elektriksiz kalan, silah seslerinin altında günler geçiren, o silahlardan atılan kurşunlarla annelerini, babalarını, çocuklarını, kardeşlerini, arkadaşlarını kaybeden, çaresizliği yaşayan insanları yok sayamadım.
Orada yaşayan insanların, evleri, hayatları orada kurulan insanların tek suçu; orada olmak. Orada olmayı güvenli hale getirmek de devletin temel yükümlülüğü.
Barikatları, hendekleri kaldırmak aylar sürdü. Kaldırılması aylar süren bu hendekler bir gecede mi kuruldu, bu hendekler kazılırken devletin güvenlik birimleri ne yapıyordu? Orada yaşayan insanların hayatlarını tehlikeye atmadan bunları kaldırmanın bir yolu yok muydu?
Metin sadece devleti muhatap aldığı, terör örgütüne seslenmediği için suçlanıyor savcı tarafından. Buradaki savunmalarda defalarca dile getirildi ama sanırım bir taktik olarak söylendiği düşünülüp, ikna edici bulunmuyor. Bizler bu devletin yurttaşlarıyız. Yurttaşları olarak devletin politika tercihlerini onaylama, onaylamama hakkına sahibiz. Bu hak, devletin meşruiyetinin temelidir.
İddianame, bildiride dile getirilen hak ihlallerinin hiç yaşanmadığını, betimlenen tablonun gerçek dışı olduğunu, bu nedenle açık bir örgüt propagandası olduğunu ileri sürüyor. Hangi incelemelere, araştırmalara dayanarak söylüyor?
Bilgi alma konusundaki zorluklara rağmen, yaşam hakkı ihlali başta olmak üzere, barınma hakkı, eğitim hakkı gibi birçok konuda yaşanan ihlaller delillerle insan hakları örgütleri, meslek örgütleri, uluslararası kuruluşlar tarafından raporlanmış durumda. Bu raporlar mahkemenizde ve diğer mahkemelerde sunulan savunmalarda defalarca dile getirildi. Ben de daha sonra bu raporları dosyama ekleyeceğim.
Yani bu bildiride dile getirilen suçlamaların iftira olmadığı, nesnel gerçeklere dayandığı çok açık. Bu gerçekler bildiride olduğu gibi ya da farklı cümlelerle ifade edilebilir. Her birimiz bir bildiri kaleme alsak, farklı kavramlar kullanabiliriz. Savunmalarda da her birimizin kendini ifade ediş şekli farklı oluyor. Ama özü itibariyle suçsuzluğumuzu, haklılığımızı, yurttaş sorumluluğumuzu anlatmaya çalışıyoruz.
Bildiride de önemli olanın özü olduğunu düşünüyorum yani; Kürt sorununun siyasal alanda, müzakere süreciyle çözülmesi gerektiğini savunmak ve bunun için derhal silahların susmasını, çatışmanın bitmesini istemek. Bu daha yumuşak ya da daha sert ifade edilebilir. Şöyle dense daha iyi olurdu denilebilir. Bunların hepsi konuşup tartışılabilr ama mahkeme salonlarında değil; toplantı-konferans salonlarında. Metni onaylamamak, metne kızmak mümkün olabilir ama bu metni bir suçun konusu haline getirmek kabul edilemez.
Tekrar ediyorum; bu metni vicdani ve insani kaygılarla imzaladım. Hiç kimseden talimat almadım. Şiddete çağrı yapmayan, şiddeti reddeden bu metnin, uluslararası insan hakları belgeleri ve Anayasa ile güvence altına alınmış bir hak olan düşünceleri açıklama özgürlüğü içinde değerlendirilmesi gerekir. Anayasal hakkımı kullandım.
Hakkımdaki suçlamaları asla kabul etmiyorum.
Beraatimi talep ediyorum. (İÖK/TP/BK)