Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Başkanı Ahmet Abakay, Türkiye'de iktidarın basına karşı tutumunun otosansürü doğurduğunu vurguluyor. Abakay, medyada en basit bir eleştirinin bile terör örgütü propagandası olarak nitelendirilmesini, basın özgürlüğü için en büyük tehdit olarak kabul ediyor.
Türkiye'deki habercilik sorunları ile ilgili, editoryal bağımsızlık, sansür, otosansür gibi konularda ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?
Dünyada ve Türkiye'de iktidarlar her zaman medya üzerinde etkin olmak, gazeteci ve yayıncıları kendi yanında görmek ister. Bunun için de çeşitli yöntemler kullanır. Bu çerçevede, devlet gücü baskı olarak kullanılır veya bu sektörde görev yapanlara parasal ve makam, mevki gibi olanaklar sunulur. Türkiye'de bu süreç her iktidar döneminde çok daha kaba yöntemlerle ve baskıyla sürdürüldü.
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) iktidar olduğu 10 yıllık sürede iktidarın, dolayısıyla "devletin" gücü ve maddi, manevi olanakları basına egemen olmak için harcandı.
İktidar, Türkiye'de ayrıca bir başka bir baskı yöntemine başvurarak muhalif yazılar yazan gazeteci yazarları subjektif, somut olmayan suç iddialarıyla tutuklatıp cezaevlerine doldurdu. Konunun , "yargının işi olduğu" gerekçesi sık sık dile getirilse de, yargının iktidarın etkisi altında olduğu biliniyor.
Bütün bunlar, iktidarı eleştiren yayın organları olarak bilinen basın patronları için büyük korku unsuru oluyor. Özellikle etkili yayın organlarını elinde bulunduran medya gruplarının sahipleri, özgür gazetecilik yerine, iktidar uygulamalarına karşı eleştiri yapan yazarlarını, ardından genel yayın yönetmenlerini uzaklaştırmak, bu kişileri pasif görevlere getirmek zorunda kaldı.
Çünkü korku dağları sarmıştı. Medya patronlarının medya sektörü dışındaki alanlarda da, bankacılık, enerji sektörlerinde büyük yatırımları, işletmeleri vardı. İktidarla sorunlu olması halinde, bu ana sektördeki işleri de yok edilebilirdi.
Örneğin, Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazetelerinin genel yayın yönetmenleri değiştirildi. Bazı etkili yazarların görevlerine son verildi. Kalan yazarlar da patronlarını zora sokmamak için yazılarını yumuşatma yoluna gittiler.
Bütün bunlar, medya dünyasının iktidara yakın olmayan geniş bir kesiminde otosansür iklimi yarattı. Dolayısıyla editoryal bağımsızlık artık Türkiye'de teoride kaldı, pratikte işlevsiz duruma sokuldu. İktidara yakın olmamak artık bir tehlike unsurudur.
Başbakan gazete, TV'lerin patronları ve yöneticileriyle toplantı yapıp, onlara nasıl bir yayın politikası izlemeleri konusunda telkinlerde, bize göre de tehditlerde bulundu. Bu durum, demokrasilerde olmayan, olmaması gereken bir tutumdur.
Milliyet, Vatan gibi kimi gazeteler, Star gibi TV kuruluşları satıldı. Star TV'nin satıldığı gün Ankara bürosunun bütün muhabirleri, yöneticileri işten atıldılar. NTV'de büyük değişiklikler yapıldı. Sosyalist basın daha sert baskılarla karşı karşıya kaldı. Gazeteler, dergiler sık sık kapatılma, yayın durdurma cezalarına çarptırıldılar.
Yaratılan bu korku ve tehdit koşullarında, özgür habercilik, bağımsız gazetecilik yapma koşulları, büyük ölçüde ortadan kaldırıldı.
Hapisteki gazeteciler ve gazetecilerin yargılanmaları hakkında nasıl çalışmalarınız var?
Cezaevlerindeki gazetecilerin özgürlüklerine kavuşması, mesleklerini sürdürebilmeleri, bunun için de tutuksuz yargılanmaları için, çok sayıda basın meslek örgütü olarak bir araya gelip, "Gazetecilere Özgürlük Platformu"nu (GÖP) oluşturduk.
ÇGD de bu platformun kurucularından biri. Gazeteci arkadaşlarımızın duruşmalarını izlemeye çalıştık. Çeşitli günlerde İstanbul ve Ankara'da kitlesel eylemler yaptık. Ancak Türkiye'de medya sektöründe güçlü bir sendikal hareketin olmaması, işi zorlaştıran bir unsur. .
Bir başka önemli sorun ise, iktidara yakın olan ve önemli bir kesimi oluşturan gazete yazarlarının TV yorumcularının cezaevindeki gazetecilere karşı duyarlı olmaması; onlarla dayanışmada bulunmaması. Bu da, iktidara yakın olmanın doğal sonucudur.
Türkiye'de basın özgürlüğünün önündeki başlıca engeller sizce neler?
Bugün için Türkiye'de basın özgürlüğünün önündeki en büyük engel, çok büyük güç olan iktidarın ve iktidara bağlı çalıştığı anlaşılan yargının varlığı ve durumudur.
Başta Başbakan olmak üzere iktidar sözcülerinin sayıları 100'e yakın olan cezaevlerindeki gazetecileri "terörist" olarak değerlendirmesi, basın özgürlüğü için en büyük tehdit. Hükümet sözcüleri, savcının iddialarını, iddianameyi gerçek ve doğru kabul edip, gazetecileri, yazarları peşinen mahkûm edip, toplumun önüne atıyorlar.
Devlet gücünü, olanaklarını, iletişim kurumlarını kullanarak basını tehdit altında tutmak en büyük medya, gazeteci düşmanlığıdır.
Terörle Mücadele Yasası (TMY) nedeniyle en sıradan eleştiriler bile "terör örgütü propagandası" olarak kabul ediliyor, gazeteciler cezaevlerine atılıyor ya da mahkemelerde sıraya giriyor. TMY tümüyle kaldırılmalıdır.
Bir başka engel, sıkıyönetim, Olağanüstü hal dönemlerinin Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin (DGM) isim değiştirilmiş hali olan özel yetkili mahkemelerdir. Bu mahkemeler siyasi ve iktidarların etkisindeki mahkemelerdir, kaldırılmalıdır.
Türkiye'de, imza koyduğumuz, kabul ettiğimiz, Avrupa İnsan Hakları (AHİM) kararlarının, içtihatlarının ciddiye alınmayıp uygulanmaması suçtur. Ancak bu kurallara neden uyulmadığının hesabı hiçbir yargıca sorulmuyor.
Medyaya yönelik hazırlanan yargı paketindeki yenilikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Medya'ya yönelik yargı paketini ayrıntılı olarak bilemiyoruz. Çünkü bu iktidar medya ile ilgili yasa paketi hazırlıyor, ancak medya kuruluşlarından görüş almıyor. Bu alanda ilgili meslek kuruluşlarıyla görüşmüyor. Görüş alsa bile, bu görüşleri ciddiye almıyor, sonunda TBMM'ye kendi dayatması, yasa olarak çıkıyor. (EG/HK)