Nasılsınız? Umarım sağlığınız sıhhatiniz iyidir. Bizler iyiyiz. Tecrit koşullarına rağmen ülkenin içinde bulunduğu baskı ve adaletsizliklere rağmen iyi ve umutluyuz.
Elbette iyiyim, iyi olmalıyım demekle iyi olamıyor insan. Nasıl bir düzende, nasıl bir ülkede yaşadığımızı biliyoruz. Bunları bilmek bizlere güç veriyor. Çünkü karşındakini doğru tanımak, değerlendirmek o gücü yaratıyor.
İnsan ancak kendini güçlü hissettiğinde sorunlara çözüm üretip onlarla mücadele edebiliyor. Tüm bunların farkında bilincinde olduğumuz için güçlüyüz.
Dolayısıyla da umutsuz değiliz. Tüm olumsuzluklara karşı umutluyum. Çünkü sorunlar, baskılar, yasaklar karşısında çözümsüz değilim. Umutluyum çünkü yalnız olmadığımı biliyorum, bu kavgada büyük bir insanlık ailesinin yanımda olduğunu biliyorum.
Evet bugün yaşadıklarımız bir kavganın sonucu.
Kavga özünde iki düşüncenin kavgasıdır. Ezenlerin ve ezilenlerin kavgası. Bu kavgadaki yerimiz ezilenlerin yanı. Ve ezilenlerin safında, ezilenlerle yan yana olmanın bedeli ise bugün yaşadıklarımızdır.
Tüm ezilenler bir biçimiyle o bedeli ödüyor aslında.
Ben de bugün tutsak olmakla o bedeli ödüyorum.
Bulunduğum taraf
Ama sadece fiziken tutsağım. Düşüncelerimden inandığım değerlerden vazgeçmiş değilim, dört duvar arasındayım diye. Aksine daha sıkı bağlanıyorum. Çünkü doğru ve haklı olanı, güzel olanı istiyorum. Bu sistemde ise bunun bedeli gözaltı, tutukluluk ve benzerleri oluyor.
Fakat düşüncelerim için her türlü bedeli ödemeye hazırım. Çünkü doğru olan benim bulunduğum taraf. Bu düzen haksız-adaletsiz. Bir avuç zengini çıkarları için milyonlarca insana her türlü zulmü reva gören bir düzen bu.
Kendilerine kepçe ile verirken emekçilere kaşığın ucu ile bile vermeyecek kadar adaletsiz; işte asgari ücrete yapılan zam ile milletvekili maaşlarına yapılan zam ortada. Daha fazla söze gerek yok, her şey açık.
İktidar bugün kendisi gibi düşünmeyen herkesi terör kapsamına sokuyor. Kendi gibi düşünmeyen herkese saldırıyor. Muhalefetin her türlüsü yasak Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarında. Buna rağmen muhalefet eder, iktidarı eleştirirseniz de sonunuz buralar olur.
İçişleri Bakanı açıklaması
Basit bir eleştiri ''terör örgütü'ne üye olduğunuza, teröre destek verdiğinize'' yeterli kanıttır.
Buna açıktan ilan ediyor AKP iktidarı. İşte en son İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ''resim yaparak, şiirler yazarak, yazı yazarak teröre destek'' verildiğini söylüyor.
Devrimciler, sosyalistler, iktidarın bu düşüncelerinden dolayı yıllardır tutsak, yıllara varan cezalar alıyordu delil kanıt olmadan. Son yıllarda ise; sadece sosyalistler değil, mevcut iktidar gibi düşünmeyen herkes tutuklanabilir, cezalandırılabilir. Gördük, yaşıyoruz.
Yine içişleri bakanının ifade ettiği düşünce doğrultusunda Türkiye'de 99 değil de sekiz gazetecinin tutuklu olduğunu anlamak zor oluyor....
Yani sekiz kişi dışındakiler ''terörist''
Tablo böyleyken bakanın bu sözlerini ''bir anlık hata, talihsizlik vb.,'' diye değerlendirmek yanlıştır. Çünkü bugüne kadarki uygulamalar da farklı bir şey söylemiyor.
İktidarın zihniyeti
Yani bakanın sözleri AKP iktidarının zihniyetidir. İşte bu zihniyet, bu anlayıştır hapishaneleri gazeteciler, öğrenciler, öğretim üyesi, avukat, aydın, sanatçı ve devrimcilerle dolduran.
Eski zamanlarda hükümdarlar güçlü gördüklerini dipsiz bir kuyuya atar, bir daha arayıp sormazlar, orada ömürleri çürütürlermiş. Bugün de durum çok farklı değil.
Günümüzde de hapishaneler insanlarla doldurulmuş, aylar yıllarca hiç mahkemeye çıkarılmadan, ne ile suçlandığını, delilleri bile bilmeden hapishanede yatmaktadır.
Şahsen kendi yaşadıklarım bunun bir örneğidir. Ben 24 Aralık 2010 tarihinde, bir gece yarısı, Yürüyüş dergisinde gözaltına alındım. Gözaltında ve savcılığa çıkarıldığımda da neden gözaltına alındım, neden tutuklandım, bunlara dair bir şey söylenmedi.
10 ay boyunca da ''suçumun'' ne olduğunu, hakkımdaki kanıtların, delillerin ne olduğunu öğrenemedim. Her ay tutukluluğuma yaptığımız itirazlara ''suçun vasfı ve delil durumu gözetilerek tutukluluk halinin devamına'' şeklinde cevaplar geldi.
10 ay sonra iddianame elime ulaştı. Ve o zaman hakkımdaki suçlamaları ve sözde kanıtları görmüş oldum. Bu iddiaları da anlatacağım ama önce nasıl yasadışı bir şekilde gözaltına alındığımı anlatmak istiyorum.
Biliyorsunuz Yürüyüş dergisi haftalık yayın yapan sosyalist bir dergi. Bundan dolayı da baskılar, yasaklamalar hiç eksik olmamıştır.
Helikopterle geldiler
Çalışanları gözaltına alınıp tutuklanır, büroları basılıp talan edilir. Nerdeyse her sayısına toplatma çıkarılır. Düşünün Yürüyüş'ün 180 sayısına 168 dava açılmış, sadece 12 sayısına dava açılmamıştır.
Üzerinde böylesine baskı varken yine bir gece yarısı yüzlerce silahlı polis, helikopterle geldiler büromuza. Elektrikleri kesip, demir kesme aletleri, kaynak makinaları ile kapılarımızı kesip girdiler içeriye.
Bizleri kelepçeleyip, kollarımızdan, bacaklarımızdan, saçlarımızdan tutup sürükleyerek beş kat merdivenden indirdiler. Emniyete gidiş orada hücrelere konulmamız hepsi ayrı birer işkenceydi.
Yedi kişi tutuklandık
İstanbul emniyetinde yasal prosedürler yapıldıktan sonra bir minibüsle Ankara'ya getirildik. Bir minibüs diyorum ama o gözaltına alınanların minibüsü ayrıca iki minibüs ile de büromuzdan alınan eşyalar getirildi. Bilgisayarımız, kitaplarımız, dergilerimiz, CD, video arşivlerimiz vs.
Ankara' da savcılığa çıkarıldık gözaltı süresi dolduktan sonra. Ancak ne emniyette ne savcılıkta hakkımızdaki "suçu ve delilleri" öğrenemedik. Buna rağmen yedi kişi tutuklandık.
Tutuklandıktan 10 ay sonra iddianame elime ulaştı. Hakkımdaki iddia TCK 314/2 yani örgüt üyeliği. Bu suça kanıt ise, gözaltına alınırken direnmek, ki o şekilde bir gözaltıya kim olsa direnir, yasadışı gözaltına alındım buna direnmek benim en temel hakkım.
2010 yılında 1 Mayıs' a katılmak, Güler Zere'nin cenazesine ve 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü ile ilgili mitinge katılmak örgüt üyeliğinin kanıtı imiş...
1 Mayıs'a katılmak ''suç''
Bu deliller de göstermektedir ki tutuklanmamız tamamen keyfi. Bu durumu düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne yapılan bir saldırı olarak görüyorum.
Eğer ki düşünce ve örgütlenme özgürlüğü olsaydı bu ülkede; düşüncelerimizi yazmamız ifade etmemiz, düşüncelerimiz doğrultusundaki yasal eylemlere katılmamızın suç olmaması gerekirdi.
Ancak sizin de gördüğünüz gibi tüm dünyada kutlanan, ülkemizde de resmi tatil ilan edilen 1 Mayıs gösterilerine, 8 Mart eylemine katılmak "terör örgütü üyeliğine" kanıt.
Böyle bir tablonun yaşandığı bir coğrafya da demokrasiden özgürlüklerden söz etmek kendini-karşısındakini kandırmaktır.
Maalesef iktidar "demokrasi, açılım vs..." dedikçe üzerimizdeki baskılar daha da artıyor, haklarımız daha çok gasp ediliyor. İktidar gibi düşünmeyen herkes potansiyel suçlu görülüp cezalandırılıyor.
Yani sözün kısası, denildiği gibi bu ülkede düşünce ve örgütlenme özgürlüğü yok. Yargı bağımsız değil. Aksine alabildiğine siyasallaşmış bir yargı söz konusu. Yargının bağımsız olmadığını süren davalarda görüyoruz ama bir kez daha 20 Ocak 2012 tarihinde yapılacak duruşmamızdan da göreceğiz.
Hak gasplarının diyarı
Haksız-hukuksuz tutuklamalar bir problemse, hapishanede yaşamak da ayrı bir problem. Hapishaneler ceza içinde ceza çektirmeye göre düzenlenmiş. Her türlü olanaktan yoksun yaşıyoruz. Bu koşullarda bize güç veren yine inandığımız, savunduğumuz düşüncelerimiz. Fiziken yalnız olsanız ya da en fazla 2 kişiyi görseniz de sizi burada ayakta tutan düşüncelerinizdir.
Ben 3 kişilik hücrede kalıyorum. Zamanım çoğu okuyup yazarak geçiyor.
Tabi hücre arkadaşlarımla sohbetlerimizde oluyor. Yasalara göre haftada 10 saat 10 kişi ile sohbet etmek hakkımız var ama biz bu hakkımızın üç saatini kullanabiliyoruz.
Yani yedi saatimiz gaspedilmiş durumda. Ayrıca sohbete birlikte çıkmak istediğim kişileri belirtmeme rağmen kimlerle çıkacağıma idare karar veriyor ve hazırladıkları listeler ne haftalık ne aylık. Tam tamına 3 aylık. Yani 3 ay boyunca aynı kişilerle görüşebilirsiniz. Görüldüğü üzere hak gasplarının, yasakların bol olduğu bir diyar buralar!!
Biraz da resim yapsam
Renkli kalem yasak. 24 saatinizi geçirdiğiniz hücrenizin duvarına sevdiğiniz bir resmi asmanız yasak, çiçek yasak, ütü yasak, makas yasak, yapıştırıcının her türlüsü yasak, el işi malzemeleri (boncuk, ip, tığ, şiş vs ) yasak...
Resim yapmak mı istiyorsunuz? O zaman tretmana uyup, idarenin yaptırımlarını kabul edersiniz ve resim odasında resminizi yaparsınız.
Yeni hücremde sürekli ayrı işi yapmaktan, okuyup yazmaktan sıkıldım biraz da resim yapsaydım deme lüksünüz yok. Çünkü resim malzemelerinizi hücrenize sokamazsınız.
İdarenin belirlediği yerde, belirlediği saatte bu tip faaliyetlerde bulunabilirsiniz ancak. Ki bunca koşul-şart altında o uğraşlar nasıl bir hobi olur tartışılır.
Verilmeyen kitaplar
Araştırmamı yapmak istiyorsunuz? Tabi yapabilirsiniz bu konuda özgürsünüz!! Ammaaa sadece beş kitap yanınızda bulundurabilirsiniz.
Araştırmanız gereken 20 kitabınız olsa bile bunun beş tanesini aynı anda kullanabilir diğerlerini sırayla dilekçe yazıp beşer beşer alırsınız. Beşten fazla kitap yasaaak.
Kitap konusunda sorun bununla da bitmiyor. Örneğin; ziyaretçim Faşizme karşı Birleşik Cephe, Komünist Parti Manifestosu, Mao Seçme Eserler, Dipten Gelen Dalga 2. Cilt, Fabrika, Çimento... kitapları getirdi ancak bu kitaplar 70-80'li yıllarda toplatması olduğu gerekçesiyle verilmedi.
İşin ilginç yanından biri bu kitaplar başka hapishanelere alınabiliyor, diğer bir yanı ise Lenin'in Gençlik Üzerine kitabı bana hapishaneden gönderildi ama alamadım. Orada yasak olmayan, Sincan Kadın Hapishanesinde yasak.
Güle güle demek de yasak
Son bir yasakla bu konuya dair örneklerimi sonlandırayım. Yoksa yazdıkça yazabilirim bu yasaklamalar, hak gaspları ile ilgili. Ziyarete birlikte çıktığımız aynı yerde görüş yaptığımız hücre arkadaşınızın ziyaretçisine " hoş geldin, merhaba, güle güle" demeniz bile yasak.
Gördüğünüz gibi buralar yasaklar cenneti!!
Ama tüm bu yasaklamalara, olanaksızlıklara rağmen moralimiz, coşkumuz yüksek.
Moral bozukluğu, umutsuzluk, pişmanlık yaratmak için yapılan bu uygulamalar bizi korkutmuyor. Hiçbir şekilde düşüncelerimizden değerlerimizden taviz vermiyor, hala inandığımız düşünceler doğrultusunda günlük yaşamımızı sürdürüyoruz. Tecrite rağmen direniyor üretiyoruz.
20 Ocak'a davet
İçerde de dışarda da olsak her koşulda düşüncelerimizden, hak ve özgürlüklerimizden vazgeçemeyiz. Bunlara sahip çıkmak insanlığımıza sahip çıkmaktır aynı zamanda.
Bu duygu ve düşüncelerle sizleri kucaklıyor hepinizi 20 Ocak 2012' de Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülecek duruşmamızda düşünce ve örgütlenme özgürlüğümü savunmaya davet ediyorum. (NY/BA)
* Naciye Yavuz, Ankara Sincan Kadın Kapalı Cezaevi