Yarattıklarına bazen hayranlıkla, bazen kıskançlıkla ama her zaman saygıyla baktığım kişilere sözüm var bugün. Yazarlara... Özellikle de kitapları en çok satanlara, en çok ya da en sadık takipçisi olanlara, en çok sözü geçenlere... Bu satırları okurken bu topraklarda yaşamakta olan hangi yazarı anımsadıysanız sözüm de, sitemim de, yakarışım da ona.
"Yazar ne için yazar?" diye bir soru ile başladım bu yazıya. George Orwell'a göre bir yazarın yazmak için para kazanmak dışında dört ana nedeni vardır; salt bencillik, estetik merak, tarihsel dürtü ve siyasal amaç.
Yazmaya olan ihtiyacını "yazmasam deli olacaktım" sözüyle ifade eden Sait Faik gibi rahatlamak, içini boşaltmak için de yazabilir yazar. Ya da Murathan Mungan gibi niçin yazdığını bilmeye bilir de. Bugün edebiyat dünyasında önemli bir yeri olan tüm yazarların da bunlara benzer amaçlarla kalemlerine sarıldıklarını düşünebiliriz. Bizleri okur olarak asıl ilgilendiren de eserleridir, amaçları değil.
Peki "yazar" başka ne için yazar? Onu bulunduğu konuma getiren topluma karşı bir görevi var mıdır yazarın? Burada bir parantez açıp bahsettiğim sorumluluğun, özel yaşamlarıyla, eserlerinin konuları ya da kullandıkları dille her hangi bir alakası olmadığını belirtmek isterim.
Topluma karşı sorumluluklarından bahsederken, bir birey olarak hepimizin sorumluklarından bahsediyorum. Yoksa yazar kendini toplumdan her şekilde soyutlamalı, sadece romanlarında, öykülerinde, şiirlerinde mi konuşmalıdır? Onun dışında yazdıkları söyledikleri de sadece yine sanat üzerine mi olmalıdır.
Hep düşünmüşümdür. En büyük sermayesi kelimeleri olan bu güzide yazarlarımız neden toplum meselelerine bu kadar uzaklar? "Uzak" kelimesinin yerine "duyarsız" kelimesini kullanmak içimden gelmedi. Ama okuduğunuz üzere aklımdan da geçmedi değil. Belki de bu kadar uzak değiller. Çünkü bu ülkede yaşayıp da bizi her gün bir şekilde yaralayan olaylara uzak olmaları mümkün değil.
O zaman "kayıtsız" kalıyorlar diyebilir miyiz? Ki durum bu ise, bunun nedeni nedir? Sanatçının bir duruşu olmalıdır, vardır. Bu duruşu sergilemekten çekiniyor olabilirler mi gerçekten? Halk diliyle ifade edildiği üzere suya sabuna dokunmadan sadece işlerine odaklanarak, toplumun en derin yaralarını görmezden gelmelerinin ardında nasıl bir gerekçeleri olabilir. Okur dolayısıyla para kaybetme korkusu mu? Ya da fikirlerini açık ettikleri için, bazı çevrelerin sevgi ve saygısını kaybetme endişesi mi?
Biliyoruz ki, hepimizin baktığını, ama bazılarımızın görebildiğini, en iyi yazarlar ifade edebilirler. Onların eserlerini okumamızın sebebi, bizi belki de bizden daha iyi görmeleri, daha iyi anlatmalarıdır çoğunlukla. Okurken aldığımız haz ise dillerinin etkileyiciliğindendir.
Peki kelimelerle insanları sarhoş edebilen yazarlar, aynı kelimelerle insanları barışa yönlendiremez mi? En basiti, hazırlanıp önlerine getirilen kınama metinlerinin altına imzalarını atmak yerine, oturup kendi metinlerini yazsalar, çok daha etkileyici metinler çıkmaz mı ortaya?
Bu ülkede en çok kanın döküldüğü günlerde, iki sütun yazı yazarak bir gazeteye gönderseler, o yazıyı yayınlamayı hangi yayın yönetmeni reddeder ki. Hiçbiri elbette. Ya da bir araya gelip, ortak bir karar alsalar da her gün her biri farklı bir gazeteye gönderse yazılarını. Para almasalar, köşeleri olmasa, hatta bazı kesimler karşı çıksalar yazdıklarına, ama onlar yılmasalar. Savaşı durdurmak için her iki tarafa da hitap etseler. Savaş tellallarını sustursalar, silah tüccarları korkutsalar; elini kana daldıran, ölümü kutsayanları kınasalar; yazının gücünü kanıtlasalar hepimize.
Sadece yeni kitaplarının reklamını yapmak ya da sanat hakkında konuşmak için ekranda görünmeseler de 92 yaşındaki Sayın Vedat Türkali'nin yaptığı gibi canlı yayına katılıp bu konuyu tartışsalar.
İzlemediyseler, o yaştaki bir insanın, canlı yayında aslanlar gibi fikirlerini ifade edişini izleseler. Ülkenin sorunlarından bahsedip, Kürt sorunu hakkında yorum yaparken, konuyu değiştirmeye çalışıp "Fatmagül'ün Suçu Ne'yi izliyor musunuz?" diye soran spikere "Ben onu konuşmak istemiyorum.
Dünyanın en önemli laflarını konuşuyoruz bence. Demek ki rahatsız ettim. Ben dobra adamım oğlum" diyerek ayağa kalkıp, stüdyoyu terk etmesini sanırım hatırlarsınız. Ben hatırlıyorum. Onlar da hatırlıyorlar mı? Ben o programı izlediğimde "bu ülkenin böyle yazarlara ihtiyacı var" demiştim. Onlar ne dediler acaba?
Bunları yapmak gerçekten zor mu? Yapması zor değil de sonuçları mı ağır? Kaybetmek istemedikleri ya da korktukları mı var? Yoksa çok mu yoğunlar? Bu sebeplere bile saygı duyabilirim. Yeter ki "duyarsız" olmasınlar... (SK/HK)