Bir fotoğraf, birkaç cümle, gerisini de vurdular.
Bir fotoğraf bize, size, hepimize ne anlatabilir ki… Bir şey, her şey, çok şey.
Gördünüz değil mi Roboski’nin katırlarını? Bakabildiniz mi? Duyabildiniz mi?
Yaşanmış, yitirilmiş sayısız hayata bakar gibi bakıyorlar… Gözlerini dikip gözlerimizin, gözlerinizin en içine bakmak istiyorlar… Gözbebeklerinize.
Gözlerindeki bakışlar delip geçiyor her birimizin gözlerini… Aradıkları başka, bambaşka bir bakış sanki.
Gidilmiş, ama yitirilip gidilmiş uzaktan yankılanan sese, bir zamanlar sırtlarında taşıdığı, öldürmeyi hep bilen devletin, savaş uçaklarıyla öldürdüğü çocukların sesine bakıyor… O ölü bakışlarla göz göze gelmek, sırtına alıp götürmek istiyor onları yeniden sınırların ötesine.
Başlarını kaldırmak istiyor… Bakabilse bir kocaman gözleriyle, uzanabilse, dokunabilse belki de bitecek her şey, bu acı, bu ızdırap, bu dondurucu soğuk… Ama, olmuyor işte… Kaldırıp bakamıyor, uzanamıyor, dokunamıyorlar… Boyunlarında karla karışık kanın sıcaklığı gözlerinden yaş olup akıyor.
Sesini duyurmak için durmadan dudaklarını kıpırdatıp konuşuyorlar, ama sesleri de çıkmıyordu, duyuramıyordu işte seslerini kimselere.
Bir zamanlar orada öldürülen çoğu çocuk 34 insanın seslerini duyuramadığı gibi… Herkes her şeye sessizlik olmuştu orada… İnsanın amansız sessizliğiydi orası.
Boyunlarından karla karışık akan kan, süzüldü, süzüldü toprağa ne de çok, ne de sonsuz ve hiç bitmeyecek gibi. (KT/HK)