Değerli Songül Aslan hanım ve Mehmet Aslan bey,
Size bir anne, bir ebeveyn ve bir kadın olarak yazıyorum.
Özgecan’ımız hepimizin yüreğini çok derinden yaktı, kanırttı ve kanatmaya da devam ediyor. O üzerinde titrediğiniz “melek yüzlü” kızınızın böyle hunhar bir cinayete kurban gitmesi eminim onu büyütürken en derin korkularınızda değildi, en korkunç kabuslarınızda bile…
Meslek sahibi olması, okuması için siz Songül hanım, harçlıklarınızı biriktirip vermişsiniz, ki yaşasaydı değerli bir genç meslektaşım olacaktı, belki de onu tanıyacak, onunla yazışacak, meslek ortaklığı yapacaktık. Okuduklarımdan anladığıma göre, yaşadığı topluma katkıda bulunmak isteyen, idealleri olan cesur ve mert bir genç kızdı.
Ailesine duyarlı, sorumlu, annesinin üzülmemesini dahi öngörüp önlemeye çalışan, yüreği kristal berraklığında yüzüne yansımış… Kendini korumaya azimli, gözüpek, kendini savunmak için de cesurca savaşmış! Siz Mehmet bey, kızlarınızın gelişmesi için onları kendi elinizle müzik eğitimine götürüp, koroya yazdırmışsınız; kaygılı ve sorumlu bir baba olarak, kendilerini koruması için çantalarına biber gazı yerleştirmişsiniz.
Bunları yazarken bile içimin titrediğini hissediyorum. Yirmi yıl boyu adım adım takip ettiğiniz çocuğunuz, her evden çıkışında sağ salim dönmesini içten dilediğiniz, dua ettiğiniz, bulunduğu yerden, nereden nasıl olduğunu size duyurmasını kaygıyla beklediğiniz – “Annem merak etmesin” demiş Özgecan kaygınızı anlayıp kendince dindirmeye çalışarak – , yolunu merakla gözlediğiniz, geldiği zaman karnını doyurması için sevdiği yemekleri hazırladığınız o güzel kızınız ne yazık ki aramızdan gitti.
Ve Özgecan’la birlikte insanlığımızın bir parçası da katledildi! İnsanlığa güvenimizin, güvenmek isteyişimizin, geleceğe ve gençlere umutla bakmak isteyişimizin, çocuklarımızı bu ülkede güvenle büyütmek isteyişimizin umutları birer birer kırıldı.
Kime güveneceğiz? Güvenebilecek miyiz? Kim koruyacak çocuklarımızı, gençlerimizi? Hangi hukuk? Hangi kanunlar? Hangi eğitim?
Bu insanlık dışı cinayeti işleyenler, hiç düşünmüşler midir bir çocuğu 20 yaşına kadar getirmenin nelere mal olduğunu? Kaç uykusuz gece, kaç kendinden, özünden verme saati, kaç “yemeyim, o yesin; giymeyeyim, o giysin” özverisi, cebine harçlık koyabilmek için kaçamak para biriktirişler, pencere ve kapı önünde kaç kaygılı gelgit, yüreğinin pır pır atmasını önlemek için kendini anlamsız oyalayışlar?
Yeter ki büyüsün, yeter ki sağlıklı olsun, yeter ki iyi okusun, hayatı mutlu geçsin, onu anlayan seven birine rastlasın. Bir annenin, seven, ilgili bir babanın çocuğunu büyütürken an be an yaşadığı o aman vermeyen sorumluluk duygusunu, o koşulsuz sahiplenme, üzerinde titreme, kendi çıkarını unutup çocuğuna koşmanın nelere mal olduğunu bir saniye dahi düşünmüşler midir?
Anne sevgisinin “Keşke vurup öldürselerdi, hiç değilse acı çekmezdi” diyebilecek kadar, ölüm şeklini bile, yüreği yanarken seçmeye yeltenişini hiç düşünüp idrak etmişler midir?
Değerli Songül hanım ve Mehmet bey,
Sizlere yazmak istedim. Yazmak bir çeşit dokunmaktır. Acınızı, kızınıza doyamamış hasretinizi, yüreğinizin kanayışını birçok kadın ve duyarlı erkek, birçok anne ve baba gibi, yüreğimin derininde yaşamakta olduğumu duyurmak, acınıza ne kadar ortak olduğumu/ olduğumuzu duyurmak için, sizinle yürek birliğinde olduğumuzu anlatmak için yazıyorum.
Ebeveynliğin, sorumlu anne ve duyarlı babalığın ne çok zorluklar, acılara katlanmak olduğunu, ne tür fedakarlıklara mal olduğunu, sevgili varlıklarımızı büyütürken içimizin nasıl titremekte olduğunu, sizleri bir ebeveyn, anne, kadın ve insan olarak ne kadar anladığımı söylemek için yazıyorum.
Kızlarımız, oğullarımız, çocuklarımızın kullanıma açık, basit birer nesne olmadığını, ne tür meşakkatler, çaba, özveri ve terle büyütüldüğünü, tüm bu potansiyel ‘suçlu’ların bir nebze anlaması, düşünmesi, saygı duyması için yazıyorum.
Size ulaşmak, uzaktan da olsa elinizi tutmak, yanınızda olduğumu/zu duyurmak için yazıyorum, Özgecan artık hepimizin oldu, hepimizin kızı, kardeşi, dostu, bacısı, meslektaşı, hepimizin dirayet ve cesaret simgesi oldu.
Yaşamıyla toplumu iyileştirmeyi, bilinçlendirmeyi amaçlıyordu, bakın amacına erişiyor giderekten: kadınlar ayakta, isyan ediyor, yürüyor, konuşuyor, taciz ve tecavüzlerini anlatıyor, susmuyor, utanmıyor; bunu anlayan, böyle ilkel ve aşağılık bir eril zihniyeti reddeden erkekler de ayakta, yürüyor, konuşuyor, kadınlarla beraber ve ayrı eyleme geçiyor.
Yitirilişiyle bizlere ve size çok değerli bir miras bıraktı: Hayır, Özgecan yattığı yerde kalmayacak, yaşamı ve çilesiyle bizlere gösterdiği, işaret ettiği bu mirası hep birlikte omuzlarımızda sırtlayıp geliştireceğiz: Hayır, kadınlar kullanımlık nesne değildir, cinsel nesne ise hiç değildir, kadınlar istediği gibi giyinmekte ve dolaşmakta serbesttir, ve bu nedenlerle taciz edilemez, cezalandırılamaz.
İşte Özgecan bizlere bunları işaret ediyor, düşündürüyor, bizleri düşünmeye, sorgulamaya, öğrenmeye, öğretmeye, bilinçlenmeye yönlendiriyor.
Özgecan mertçe savaştı. Sizler de mert ve vakur duruşunuzla hepimize örnek oldunuz. Dilerim Özgecan nurlar içindedir ve ışığının topluma yansımalarını o güzel gülüşüyle izliyordur.
Sizlere en derin sayglarımla. (LN/BA)
Leyla Navaro, Türk psikolog ve psikoloji yazarı, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Uluslararası Grup Psikoterapileri Derneği (IAGP) yönetim kurulu ve Türk Psikologlar Derneği Akademik Kurul üyesi. “İki Boy Ufak Pabuç Depresyonda Kadın - Erkek Farklılıkları”, “Gerçekten Beni Duyuyor musun?”, “Tapınağın Öbür Yüzü Bağlılık ve Bağımlılık Üzerine”, “Bir Cadı Masalı Kızgınlık, Güç ve Cinsel Roller Üzerine”, “Beni Duyuyor musun?” adlı kitapları bulunuyor. |