Bankalara Yapılan Gizli Devletleştirme...
* Bankalar ile ilgili yasa Meclis'ten geçti. Nedir bu yasa ile yapılmak istenen?..
* Bu düzenleme, krizin vehametini bir kez daha ortaya koydu. 2001'de yaşanan tarihi yüzde 9'luk küçülme, onun yarattığı yüzde 20'lere varan dehşetli işsizlik ve insafsız yoksullaşma, dış borç ve iç stokunun devasa boyutlara ulaşması, vaadedilen istikrarın yakalanmasına henüz yetmedi.
* * Yirmiye yakın bankanın devletçe "Fon bankası" adı altında devletleştirilerek "kurtarılması, daha doğrusu zararlarının kamulaştırılarak topluma ödetilmesi de yetmedi. Şimdi, sistemi ayakta tutabilmek için Uluslar arası Para Fonu (IMF)ve - Dünya Bankası'ndan (DB) alınacak kredilerle diğer bankalara taze kan aktarılmak, devlet, bankalara ortak yapılmak isteniyor.. Tabii ki, bu taze kan, borçlanarak sağlanacak, borçlar da tüm topluma ödetilecek.
Düzenlemenin bankalar dışında reel sektörle ilişkisi ne?
* Bankalardan taze kredi bekleyen ya da bankalara kredi borçlarını ödeyemeyen şirketlerin (reel sektör) gelecekleri de bu kurtarmaya bağlı. Bu operasyonu IMF istiyor. IMF, yeni kredi dilimlerini, bu operasyonla ilgili yasanın çıkışına şart koşmuş durumda. Oysa, bütün bu banka enkazından, ekonominin içine düştüğü bu tarihi krizden bizzat IMF sorumlu.
IMF nasıl batırdı ?
* Çuvaldızı önce, sorumsuz iktidarlara batıralım. 1980'lerde, özellikle de 1990 sonrası iktidarlar banka sayısını, hiçbir makul nedene bağlı olmaksızın iki katına çıkarıp 80'in üzerine vardırdılar. Her holdinge, iktidar yandaşına bir banka edinme izni tanındı. Spekülatif sermaye birikimi bankacılık kesiminde çok hızlı ve sağlıksız bir şişkinlik yarattı.
* Örneğin bankaların toplam aktiflerinin milli gelire oranı 1990'da yüzde 35 iken 1995'te yüzde 41'e, 2000'de de yüzde 65'e çıktı. 1990-1999 arasında bankacılık kesiminin toplam aktiflerinin reel fiyatlarla artış hızı yüzde 13.4 olur iken milli gelir sadece yüzde 3.1 artış gösterdi. Bu bankacılığa hücum furyasının motivasyonu, devlet borçlanmasının neden olduğu yüksek reel faizlerdi.
* Yüksek faiz, düşük kur farkının çekiciliğiyle akan sıcak paraya aracılık yapıp devleti fonlayarak yüksek reel faiz furyasından pay kapma yarışı, siyasetçilerle içiçe, hortumcu bankacılık tezgahını da yarattı.. Eş-dost kapitalizminin tipik bir özelliği olarak banka denetim süreçleri çalıştırılmadı; bankaların içi boşaltıldı; kredi olanakları kötüye kullanıldı; kıyı bankacılığına ve yurtdışına para kaçırmasına göz yumuldu. Yetmedi, bankacılık kesiminde var olan kamu bankaları,siyasetçi-mafya, hatırlı holdinglerce yağmalandı. Özelleştirilen kamu bankalarının çoğu, bugün tutuklu bulunan kötü niyetli patronlara devredildi. Mevduatın tamamının devlet güvencesi altında olması ve devlete yüksek faizle borç verme olanağı, birçoğunun kapanmasına ve 19'unun da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) yoluyla devletin elinde kalmasına karşın, bu bozuk bankacılık sektörünü yapay olarak yaşattı.
* IMF'nin çökertici yanlışı neydi?
* Kasım 2000'de patlak veren finansal kriz, kırılgan banka yapısını da vurdu. Kasım finansal krizi 2000 yılının ilk 11 ayına damgasını vurmuş bulunan IMF patentli "enflasyonla mücadele programı"ndan , hatta, evet bizzat IMF'den kaynaklandı.
2000 IMF programı, büyük boyutlu sermaye giriş-çıkış dalgalanmaları karşısında para politikasını devre-dışı bırakan "katı kurallara" sahipti. IMF, bu konuda çok tavizsizdi.
* 2000'in IMF politikası, önce yüksek boyutlu sermaye girişlerinin sürüklediği kontrolsüz bir iç talep patlamasına yol açtı. TL'nin reel değerlenmesinin de katkısıyla, ihracat yavaşlarken ithalat patladı ve sonunda sürdürülemez bir cari açık ortaya çıktı. Bu da anında sermaye kaçışlarına ve sonunda banka sistemini krize sürükleyen bir finansal kargaşaya yol açtı. IMF, Kasım krizinde kuruyan finansal piyasaya likidite sağlamak isteyen Merkez Bankası'nın elini tuttu ve bunda inat etti. Kamu bankaları sorunu Kasım krizinin, dolayısıyla geçen programın en kırılgan yanıydı ve ufak bir sarsıntı ile kırıldı, program bankacılık sistemini de çatlatarak çöktü.
* Bankaların çöküşü, kamu bankalarındaki sarsıntıyla başladı ve domino taşları gibi bankaları aşağı indirdi. 2000 programı başlamadan önce kamu bankalarının görev zararları 10 katrilyon TL'yi aşıyordu. IMF, bu durumu göz ardı etti. Zaten, IMF'nin bu boyutta bir zararla ilgilenmeyerek, başka kırılganlıkları da göz ardı ederek, program başlatması başlı başına büyük gafletti!
* Mart 2000'e gelindiğinde kamu bankalarının kısa vadeli borçlanma 6,4 katrilyon TL'ye çıktı. Yani riskler yükselirken, Hazine ve Merkez Bankası seyretti. IMF de umursamadı.
Bankaların hastalıkları neler?
* Krizler sonrasında ekonomik aktivitedeki keskin daralma, bankaları müzmin hastalıklarla başbaşa bırakırken , sektörün aktif kalitesini de olumsuz yönde etkiledi.
* Gerçi, süreçten bütün bankalar aynı şekilde etkilenmedi. Başta Akbank olmak üzere büyük bankalar hem yükselen faizlerden hem de devalüasyondan, devletin süren yüksek reel faizli iç borçlanmasından kârlı çıktılar, ya da aldıkları yaraları hemen iyileştirip süreçten kârlı bile çıktılar. Ama öte yandan bazıları da süreçten olumsuz eklendiler.
* 2000 yılında yüzde 30'lardan devlet bonoları alan bankalar, Kasım'da faizler IMF'nin marifetiyle yüzde 1000'lere varınca (Demirbank misali) çöktüler. Ayrıca, 2000 boyunca düşük faizlerle verilen tüketici kredilerinden de hasar gördüler. Bir de devalüasyona gidilince mevduatlarının büyük kısmı döviz olan bankalar bu durumdan olumsuz etkilendiler. Ekonomide yaşanan müthiş küçülmeyle birlikte durgunluk oluştu ve krediler donuk hale geldi.
* Her 100 milyarlık kredinin 18 milyarının batık olduğu bildiriliyor. Enflasyonda evdeki hesap çarşıya uymadı. Mayısta yüzde 72 ile satılan bononun ardından enflasyon yüzde 90'a çıkınca bu alışverişten de zararlı çıkan bankalar olmadı değil. Bütün bu etkenlerle bankaların aktif yapıları bozuldu, zayıfladı. Zayıflayan bankaları Fon'a alarak, zararlarını topluma ödettiren devlet bu yolla işin içinden çıkamayacağını anlayınca, şimdi bankalara sermaye koyarak bir anlamda "gizli bir devletleştirme"ye gidiyor. Aslında enkazı devletleştiriyor, daha doğrusu zararı topluma paylaştırmak istiyor.
* Bankaların onarıma ihtiyacı olduğu açık. Ama bu zararı IMF verdi, onarımın faturasını da IMF üstlensin.
Hükümetin Dünya Bankası'ndan alacağı 4 milyar dolar civarındaki banka rehabilitasyon kredisinden hangi bankalar, faydalandırılacak?
* Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, sermaye yeterlilik rasyosu 0 ile 5 arasında bulunan bankalara, bu oranın yüzde 5'e ulaşması için sermaye aktaracak.Sermaye desteğinden yararlanacak bankaların sektördeki aktiflerin asgari yüzde 1'ine sahip bulunması gerekiyor. Yeterlilik rasyosu yüzde 5 ile yüzde 9 arasındaki bankalara ise, oranın yüzde 9 seviyesine yükseltilmesi için yedi yıl vadeli devlet tahvili verilecek.
* Öz kaynak rasyoları 0 ile 5 arasında olan bankaları bilmiyoruz; çünkü yıl sonu bilançoları daha yayınlanmadı. Ama Eylül 2001 itibarıyla, sektörün yüzde 1'inden büyük olan 10 banka var (Devlet bankaları, Etibank gibi fondaki bankalar ve yabancı HSBC hariç).
Banka Sahibi ve Pazar payı(%)itibariyle şöyle:
* T. Garanti Bankası(Doğuş) yüzde 12.2
* T. İş Bankası(Anonim) yüzde 9.5
* Akbank(Sabancı) yüzde 9.5
* Yapı ve Kredi(Çukurova) yüzde 8.7
* Pamukbank(Çukurova) yüzde 5.7
* Koçbank(Koç) yüzde 3.1
* Finansbank (Özyeğin) yüzde 2.3
* Sümerbank (Oyakbank) yüzde 1.5
* Türk Dış Ticaret Bankası (Doğan) yüzde 1.3
* T.İmar Bankası Bank (Uzan) yüzde 1.1
* Devletin sermaye enjekte edebileceği bankalar yukarıdaki holding bankaları. Ama bunlardan özsermayesi güçlü olanlar bu enjeksiyonun dışında kalabilirler. Listede yer almayan diğer holding bankaları da aralarında birleşerek pazar paylarını yüzde 1'e çıkarırlarsa, enjeksiyondan yararlanabilecekler. O anlamda gündemde banka evlilikleri de var. Ama,sürecin hedefi sistemi devlet ortaklı 5-6 banka yaratılmasına dönük bir tröstleşme.
Düzenlemenin reel sektörle ilgili yanı ne?
Bankalara aktarılacak devlet sermayesinin sanayi ve ticari işletmelere kredi olarak kullandırılması içinde de yeni şartlar getirildi. Kamu kaynağının en fazla yüzde 40'ı bankanın iştiraklerine, grup içi şirketlerine veya diğer finans şirketlerine kullandırılacak. Yüzde 60'lık kısım ise reel sektöre kredi olarak aktarılacak denildi. Böylece TOBB gibi örgütlerin gönlü alındı.Ama burada sorun, bankaların reel sektöre kredi açmaması değil. Batık kredi oranı yüzde 20'ye yakın. Önce bunlar ne olacak? Sonra da reel sektör kredi talep edecek kadar bir canlanma sürecine, bunun için de beklediği iç talep canlanmasına kavuşabilecek mi?
Kavuşabilir mi?
* Zor. Çünkü, IMF, önce borç ödemeleri diyor. Kalan parayla büyürsünüz diyor. O da taş çatlasa yüzde 3 büyüme. Bu da ancak krizden bitkisel hayata geçiş demek.
Bu düzenleme neyi kurtarıyor öyleyse?
* Sadece gün bulup gün tüketiyorlar ... Bütün bu sermaye enjeksiyonları ve zoraki evliliklere rağmen bankalar olası bir şokta tekrar zararlarıyla devletin kucağına düşebilir. Bu kez yine bir zarar toplumsallaştırmasıyla karşı karşıya kalabiliriz. Özünde, krizi aşmak için zoraki devletçilik yapılıyor. Bankalara önce Fon, sonra bu düzenlemeyle yapılan , devlet müdahalesidir. Yarın, sıkıntıya girecek reel sektör firmaları için aynı devletleştirmeler olursa hiç şaşırmayın. Bütün bu olacakları önceden hissedip, bankalar devletleştirilse, batık sanayi işletmeleri tekrar kamu mülküne alınıp, farklı, özyönetimci, şeffaf ve üretken bir kamu işletmeciliği ile büyüme inisyatifi kamuya tanınsa ya da kamu bu büyüme ve istihdam yaratma sürecinin dışına atılmasa, çok daha isabetli bir iş yapılır, hem de zaman kaybetmeyiz. (NU)