*Fotoğraf: AA/Beyrut.
Beyrut limanında yedi yıldır bir saatli bomba vardı. Bu bombanın adı 2.750 ton amonyum nitrattır. Sorumlu yetkililer bu gerçeği biliyordu. Amonyum nitrat teknik ve mali sorunlar nedeniyle Mozambik'e devam edemeyen Rus bandıralı bir kargo gemisinde gelmişti.
Yedi yıl önce Lübnanlı yetkililer kimyasalları karaya çıkarmaya karar verdiler, çünkü onları gemide bırakmak çok tehlikeliydi.
Amonyum nitrat kendiliğinden patlayan bir madde değildir, bir yakıtla birleştiğinde yangını yoğunlaştıran bir maddedir. Kaynak sıçramasının yangına yol açtığı söyleniyor.
Limanında meydana gelen patlama sonucu en az 100 kişi yaşamını yitirdi, dört binin üzerinde kişi yaralandı. Ben bu yazıyı yazarken yaralı ve ölü sayısı artmaktaydı.
Patlama Kıbrıs'ın Larnaka'sından bile hissedildi.
Ülkenin en önemli limanlarından biri yerle bir oldu. Künefeyi bile pide arası tüketen bir ülkenin buğday ithalatı bu limandan gerçekleştiriliyordu.
Altı yıldır uyuklayan amonyum nitrat
Beyrut'taki patlama, Lübnan'nın siyasi sisteminin içinde var olan ihmaller zincirinin bir parçasıdır. Amonyum nitratın altı yıldır limanda uyukluyor olması bu felaketin kimyasal kısmını açıklıyor. Fakat kimyasallar Lübnan'daki zaman ayarlı tek bomba değildi.
1975-1990 yılları arasında yaşanan iç savaş travmasını tam olarak atlatmamış, hiper enflasyon eşiğinde olan ülkenin yaşadığı sosyal gerilim, oligarşik güç odaklarının sosyal cephe arkasına yaptığı patlayıcı yığınakla birleşince ortaya zaman ayarlı bir bomba çıktı.
Devlet, temel hizmetleri ve vatandaşlarının güvenliğini garanti edemiyor. Ayrıca yozlaşmış elitler statükodan faydalanıyor.
Toplumun katmanları arkasına yıllardır yığınak yapan nepotizm, rüşvet, ihmal ve yozlaşma patlamanın siyasi çürümüşlük boyutunu gözler önüne serdi.
Beyrut'taki patlama aynı zamanda çürümüş siyasal sistemin bir infilakıdır. Kısacası iç savaşın yaratmadığı yıkımı, hükümetin sorumsuzluğu yarattı.
Sabotaj teorisi dışlanmasa da patlamanın ardından komplo teorileri de arttı. Her lanetin arkasında İsrail parmağı arayanlara gün doğdu.
Patlama öncesi ve patlaması sonrası süreçlerin toplamı Lübnan'daki sistemin özetini veriyor.
Lübnan'ın politik sistemi, ironik olarak "yıkılamayacak kadar zayıf" şeklinde tasvir ediliyor. Sistem, dinsel, mezhepsel ve etnik gruplar arasında kırılgan bir denge gözetliyor.
Vekalet savaşı
Ülkede bulunan Filistinli ve Suriyeli mültecilerin sürmekte olan sosyal gerilim ve ekonomik çöküşe ivme kazandırdığı söyleniyor.
Diğer bir gerilim noktası da Suudi ve İran ekseninde süren Şii-Sünni vekalet savaşlarıdır. Lübnan, Şii-Sünni iktidar çekişmelerinin arenası haline geldi.
Bu vekalet savaşlarının odağında geniş yankı uyandıran Hariri suikastı bulunuyor. Hizbullah'ın bu suikasttan sorumlu tutulması gerilimi arttırmıştı.
Bu hesaplaşmanın faturasını ödemekten bıkmış halk, paradoksal olarak yine de mezhepsel güç denkleminin ülke için en uygun yönetim biçimi olduğuna inanıyor.
Açlık ve işsizlikle boğuşan halkın art arda gelen yeni vergilerle Rubicon nehrini geçen eşiğe hızla yaklaştığı tahmin ediliyor. Bu yeni zamlar fitilin ucunu ateşledi. Ancak ucu tutuşturulan fitil sadece 4 Ağustos'taki patlamaya yol açmadı.
Başbakan Hassan Diab, "siyaseten sorumlu tutulması gereken ne kadar aktör varsa hesap versin!" çağrısı yaptı.
Ancak siyasi çürümüşlük nedeniyle sorumlu tutulması gereken aktörlerin, hükümetiyle, yargısıyla ve bürokrasisiyle tüm kadroları kapsamasından korkuluyor.
"Beyrut'u öldürdüler"
"Beyrut'u öldürdüler" diyen oğul Harriri, Başbakanlık koltuğundayken bütün uyarılara rağmen amonyum nitratı limandan aldırmadı.
Lübnan halkının hemen hemen her ferdi, bir şekilde siyasi elitlerle, aile şirketleriyle, mezhep-din tabanlı partilerle, iç savaştan kalma milis yapılarıyla ve her şeyi tekeline almış imtiyazlı şirketlerle bağlantılı bir hayat sürüyor. Kısacası, yozlaşma bir şekilde her bireye dokunuyor.
Halkın rüşvetle aşina yaşantı biçimleri, nepotist sistemle içiçeliği, bu yaşam biçimlerine karşılık gelen bir siyasi sistemin kökleşmesine neden oldu.
Lübnan, "Ortadoğu ülkesi" imgesini kıran bir ülke. Başkenti Beyrut annem tarafından bana dokunan bir şehir.
"Gökyüzüne açılan ağaçların ülkesinde" dostlarım, akrabalarım yaşıyor. Beyrut'un Hristiyan Antelyas ve Ashrafiya mahallelerinde yaşayan Samir adlı dostumu aradım.
Patlamadan az önce köpeğinin tasmasını kopararak limana doğru koşmaya başladığını söyledi. Sonra yıkıntıların arasında kopan ayaklarına rastlamış. Gerisini anlatmakta güçlük çekiyor.
Öpücük ve patlama...
Kültürel, gastronomik ve dinsel ne varsa önüne katıp Antakya'ya getiren Asi nehrinin yol göstericiliğinde anneannemin doğduğu Nakkura'ya gitmiştim yıllar önce.
Nakkura, Fenike'lilerin kurduğu Baalbek antik şehrinin güneyinde Litani ve Antakya'da denize dökülen Asi nehirlerinin doğduğu bölgede bulunuyor. O zamanların Baalbek'inde Abdülhamid'in tuğrası, bir tapınağın duvarına monte edilmiş halde duruyordu.
Orada bir bardak "kara dut suyu" içtikten sonra "felafel" yiyorum. Nakkura'da bir kilisenin duvarına "son akşam yemeği"ni tasvir eden bir tablo çizilmiş. İsa'yı ele veren Yehuda eğilmiş İsa'nın kulağına bir şeyler söylüyor.
Bu öpücük, şimdi patlamaya dair çağrışımları tetikliyor. Patlama bağlamında Yehuda'nın öpücüğü, ülkeye yıllardır yapılan ihaneti ve bir cinayetten önceki anı sembolize ediyor.
Yıkılan limanı Çinli bir şirketin yeniden inşa edeceği söyleniyor. "Betonun bizden sorulduğu" bir ülke olarak, "neden biz inşa etmeyelim" diye soruyorum kendi kendime. Bu sorunun olumsuz tüm yanıtları, hükümetin "ihvancı" ajandasında saklı bulunuyor.
Beyrut biraz da hayal kırıklıklarının başkenti, "fazla güzellik lanettir" deyişini tarihiyle doğrulayan bir şehir. İç savaştan bu yana bölünmüşlüğü derinleştirilen sosyal infilakların ardı arkası kesilmedi.
Zihinlerdeki çatlaklar
İç savaş, top tüfek sesi duymuş 20'li yaşlardaki gençlerin zihinlerinde bir çatlak oluşturmuştu. Şehir yeniden inşa edildi. Ama toplumun hafızasındaki o çatlak bir türlü kapanmadı.
Beyrut limanındaki patlama Lübnan'ın başkenti üzerine büyük bir şok dalgası gönderdi. Tahıl siloları, depoları ve yükleme tesisleri ile liman alanı tamamen yıkıldı.
Şehrin merkezine doğru en az iki kilometreden oluşan bir radyus yıkıntılar altında kaldı. Patlama yüz'ün üzerinde insanın hayatına mal oldu.
Cam kırıkları yüzünden binlerce kişi yaralandı. Beyrut valisi patlamanın maliyetini üç ila beş milyar dolar arasında tahmin etti.
Büyük patlamanın yarattığı sosyal-siyasal şok dalgası, önümüzdeki yıllarda da Lübnan'da hissedilecek. Bu patlamanın yarattığı zelzele limanı yerle bir etti, ancak artçı sarsıntılarının yozlaşmış ve komplocu politik sınıfı yıkması muhtemeldir.
Bu açıdan bakıldığında felaket Lübnan'ın seçkinleri için bir uyandırma çağrısı olmalıdır.
Sedir yapraklarını dökmeyen bir ağaçtır. Son patlama sedir ağacının sadece dallarını kırmadı, onu Lübnan bayrağının kalbinden sökerek orada büyük bir oyuk oluşturdu. Bu daha çok, toplumsal bellekte açılmış bir oyuktur.
"Bu yol bir şehre giderdi, güneşin tutuştuğu denize batmış güle» diyor şarkı. Bu yol şimdi artık yıkıntılardan oluşan bir yoldur, enkazın altında kalan cesetlere gider.
Krizin pençesindeki sedir devletinin artık dayanışma ve köktenci reformlara ihtiyacı var. Bu patlamadan sonra Lübnan'ın yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var.
Limanda patlamanın etkisiyle ışıklar titremeye başladığında Beyrut'un geleceğe dair ufukları giderek kör bir uçuş haline geliyordu.
Fakat her şeye rağmen Fairuz, her şeye rağmen "b'hebbak ya lıbnan" diyorum.
(JHK/PT)