Her şey, 4 Kasım 2011’de Almanya’nın doğusundaki Zwickau kentinde bir binanın havaya uçmasıyla başladı.
Bina aynı gün bu patlamadan üç saat önce, 180 kilometre uzaklıktaki Eisenach kentinde, bir karavan içinde cesetleri bulunan iki Neo Nazi’nin ortak sevgilisi Beate Zchhaepe tarafından kundaklanmıştı.
Soruşturmada, olaydan birkaç gün sonra polise teslim olan Beate Zschaepe’nin ölen Uwe Böhnhardt (34) ve Uwe Mundlos‘yla (38) birlikte, bu binanın bir katında, başka isim altında yaşadıkları, üçünün de 1998 yılından beri aşırı sağ içerikli şiddet eylemleri nedeniyle polis tarafından arandıkları, kadının iki teröristin ölmeden önce telefonla verdikleri talimat sonucu, delilleri yok etmek amacıyla binayı kundakladığı ortaya çıktı.
Ön isimleri aynı olduğu için, aşırı sağ çevrelerde “İki Uwe’ler” olarak anılan Neo Nazilerin, olaydan önce banka soyma girişiminde bulundukları, daha sonra polis takibine yakalandıkları ve saklandıkları karavanın polis tarafından fark edilmesi üzerine yakalanmamak için intihar ettikleri açıklandı.
TIKLAYIN - ŞÜPHELİ NSU DAVASI 5. YILINDA
Ölümleri şüpheli
Yanan evde ve karavanda çok sayıda ateşli silah bulundu. İki teröristin yeraltında oldukları dönemde, bu silahları cinayetlerde ve soygunlarda kullandıkları açıklandı. Buna göre, kurşuna dizdikleri insanlar arasında biri ağır yaralı olarak hayatta kalabilen iki de polis vardı.
Silahlarına el koymak için polis memurlarını kurşunlayabilen iki kişinin, neden çatışmadan ölmeyi tercih ettiği sorusu, halen yanıtsız.
Hep aynı silah
Saldırganların kaldıkları ev ve karavanda, yanmış halde ele geçirilen çok sayıda ateşli silah arasında, bulunan Çeska CZ 83 modeli 7,63 mm’lik tabancanın 2000 yılından bu yana gerçekleştirilen seri cinayetlerde kullanıldığı açıklandı.
Almanya’nın dört bir köşesinde, işlettikleri dükkanlarda öldürülen sekiz Türkiyeli, bir Yunanistanlı göçmen bu tabancayla kurşuna dizilmişti.
O ana kadar bilinmeyen örgüt: NSU
İki saldırganın ve teslim olan kadının, bu arada ele geçirilen deliller ve cinayetlerle ilgili görüntülerin de yer aldığı bir propaganda video kasetine dayanılarak, o zamana kadar bilinmeyen bir Neo Nazi örgütünü, NSU’yu (Nasyonal Sosyalizm – Yeraltı) oluşturdukları açıklandı.
Polis ve istihbaratın da bu örgütü o zamana kadar bilmediği açıklandı. Aradan geçen sürede, bunun böyle olmadığına dair ipuçları çıkmasına rağmen, konuyla ilgili ne güvenlik güçleri ne de savcılıklar bu iddiadan vazgeçmedi.
NSU’nun saldırıları
Resmi açıklamalara ve daha sonra bu vesileyle Münih’te açılan davanın iddianamesine göre, yıllarca yaşadıkları Jena kentinde, Neo-Nazi gruplarda aktif olarak yer alan üçlü, bombalı bir saldırı nedeniyle aranmaya başlayıp, illegaliteye geçtikten sonra, çok sayıda cinayet ve bombalı saldırı, silahlı soygun gerçekleştirdi.
Bir bölümü Almanya vatandaşı sekiz Türkiyeli, bir Yunanistanlı, bir de Almanyalı olmak üzere, 10 kişiyi kurşuna dizilerek öldürdükleri Köln’de, halk arasında ‘Küçük İstanbul’ olarak bilinen Keup Caddesi’nde 20’den fazla Türkiyelinin ağır yaralandığı, hemen hepsi Türkiyelilere ait iş yerlerinin tahrip olduğu bombalı eylem (2004) başta olmak üzere, çok sayıda saldırıyı ve birçok silahlı banka soygununu gerçekleştirdikleri açıklandı.
Failler Türkiyeliler arasında arandı
Kriminal profil uzmanlarınca cinayetlerin arkasında “Türkiyelilerden nefret eden” biri ya da birilerinin bulunması gerektiğine dair değerlendirmeler yapılmaya başlandı. Kamuoyunda da bu doğrultuda kuşkular vardı. Ama bunların hiçbiri dikkate alınmadı.
Bunun yerine failler Türk toplumu içinde arandı, Türk mafyasının ya da terör örgütlerinin iç hesaplaşması gibi tezlerin peşinde koşuldu. Ölenlerin aileleri yıllarca polis ve istihbarat takibi altında kaldı.
Cinayetin işlendiği Bavyera Eyaleti’nin o dönemki İçişleri Bakanı Günther Beckstein (CSU) bile olayların arkasında aşırı sağcıların olabileceğine dair tezleri kabul ederken, özel olarak oluşturulan polis soruşturma masaları katilleri sağda aramayı kabul etmedi.
“Döner cinayetleri”
Polis, öldürülen Türkiyeliler arasında döner büfesi işletenler de bulunduğu için işlenen seri cinayetleri “Döner Cinayetleri“ olarak isimlendirmişti.
Medya da bu ırkçı, insanlık dışı kavramı sorgulamadan sahiplendi. 2011’e kadar seri cinayetlerle ilgili haberlerde hep bu kavram kullanıldı.
Devlet özür diledi
Kasım 2011’den sonra polis ve özellikle istihbarat örgütleri olayların soruşturulmasında sadece ihmal ve hataları değil, bilinçli olarak delilleri karartma, üstünü örtme ve hatta suç ortaklığı gibi suçlamalarla karşılaşırken, ülke çapında oluşan sivil toplum girişimleri, olayları kendi olanaklarıyla araştırmaya, araştırma sonuçlarını Almanca ve Türkçe internette yayınlamaya başladı.
Federal Almanya Devleti Berlin’de ölenlerin ailelerinin katılımıyla 23 Şubat 2012 tarihinde gerçekleştirilen devlet töreninde özür diledi. Federal Şansölye Angela Merkel, ölenlerin ailelerine devletin olayları tam olarak açıklığa kavuşturacağına dair söz verdi.
Federal Meclis’te ve olaylarla ilgili altı eyaletin meclisinde (Hessen, Thüringen, Bavyera, Baden Württemberg, Kuzey Ren Vestfalya ve Saksonya) devletin bu olaylardaki ihmalini araştırmak üzere Soruşturma Komisyonları kuruldu.
Bazılarının çalışmaları biten bu komisyonların raporları, polis ve istihbaratın olayların soruşturulmasındaki ihmallerine, hatalarına dikkat çekiyor, devleti aşırı sağ şiddete karşı güvenlik ve istihbarat çalışmalarında etkin olmaya çağırıyordu.
Yargılama 2013’te başladı
On cinayetten beşinin gerçekleştirildiği Bavyera Eyaleti’nin başkenti Münih’te açılan davayla çetenin “hayatta kalan tek üyesi“ Beate Chaepe ve çeteye silah, konut, para, kimlik ve araç temin ettikleri gerekçesiyle üç kişinin yargılanmasına 6 Mayıs 2013’te başlandı.
Aradan geçen süre içinde 300’den fazla duruşma yapıldı, olaylarla ilgili olarak yüzlerce tanık sorgulandı. Uzun süre duruşmalarda ifade vermeyi reddeden Chaepe, sonunda konuşmaya başladı, ancak açıklamaları eylemlerle ve örgüte verilen destekle ilgili en ufak bilgi içermiyordu.
Şüpheli ölümler
Üç yılı aşkın süren davaya rağmen NSU‘yla ilgili birçok şey karanlıkta.
Bu arada davanın önemli tanıklarından beşinin neredeyse peş peşe ölümleri, bunlardan bazılarının önemli duruşmalardan hemen önce “intihar etmesi“, soruşturmayla ilgili kuşkuların artmasına yol açtı.
Aydınlanacak mı?
Davanın önümüzdeki yılın ortasına doğru bitmesi bekleniyor. Yakından takip eden kamuoyundaki yaygın kanı, mahkemenin sonuçta sanıklara ağır cezalar verse de, olayların büyük ölçüde aydınlanmamış olarak kalacağı yönünde.
Ama kamuoyunun duyarlı kesimleri bu konunun peşini bırakmıyor. Toplantılar, yayınlar, kitaplar, filmler, sergiler, tiyatro projeleri ve diğer yollarla konunun gündemde kalması için çaba gösteriyorlar.
Cinayetlerin işlendiği yerlerde öldürülenleri anmak, ülkedeki aşırı sağcı şiddetin halen aktüel olduğuna dikkat çekmek amacıyla anıtlar dikilmesi, sokak ve meydanlara kurbanların adlarının verilmesi için mücadele yürütüyor, zaman zaman da başarılı oluyorlar.
Bütün bunları bu cinayetlerin Almanya’da bugünlerde esas olarak sığınmacıları hedef alan aşırı sağ şiddetle ve toplum içinde giderek daha da kitleselleşen ırkçılıkla bağlantısını gördükleri için yapıyorlar. Bu şiddetin, ırkçılığın sonuçta tüm toplumu, insanlığı hedef alan bir tehlike olduğunun farkında oldukları için… (GK/EKN)