Jean-Louis Martinelli, Nanterre-Amandiers Tiyatrosu'nun yönetmeni, 13-22 Şubat tarihleri arasında bir tiyatro stajı projesi için Tahran'da bulunuyordu. Bu vesileyle altı yıl hapis cezası alan ve 20 yıl film yapması yasaklanan İranlı yönetmen Cafer Panahi'yle buluştu.
Panahi, günlük hayatını, bir film projesini, İran'a ve sinemaya olan aşkını, neden İran'da kalmakta ısrar ettiğini anlattı. Buluşma, mahkûmiyetinden bu yana Panahi ile yapılan ilk görüşme olması bakımından önemli. Ayrıca görüşmenin yayınlanmasını isteyen de Panahi oldu.
La Règle du Jeu dergisi ve Libération gazetesinde yayınlanan görüşmeyi kısaltarak aktarıyoruz.
Tahran'daki son günümü, Panahi ile görüşmeye ayırdım. Son derece gizli bir şekilde şehir merkezinden uzakta bir restorandaki buluşmamıza biraz da Tahran trafiğinin kurbanı olarak geciktim. Cafer, dört arkadaşı ve bir çevirmenle bizi bekliyordu. Oturur oturmaz sohbete daldık. Tabi önce Cafer'in şu anki durumunu hatırlatmakta fayda var:
Cafer, 1 Mart 2010'da, Tahran'daki evinde, aralarında kızı ve eşi de bulunan 16 kişiyle birlikte tutuklandı. Tutuklananların büyük bölümü daha sonra serbest bırakıldı. Cafer, mayıs sonunda 200 bin dolar kefalet ödedi. Hapishanede açlık grevine başladı ve özellikle Cannes Film Festivali dönemine denk getirdiği bu grevi çok ses getirdi. Oyuncu Juliette Binoche ile İranlı yönetmen Abbas Kiarostami arasında boş bırakılan jüri koltuğunu hala hatırlarız.
Konuya girmeden önce Cafer'e, görüşmemizin yayınlanmasının ona zarar vermeyeceğinden ve bunu istediğinden emin olmak için soruyoruz. Cafer "Konuşun, yazın, bu tanıklığı istediğiniz gibi aktarın. Bu benim hayatta kalmam için gerekli koşullardan biri. Sessizlik ölüm demek" diye cevaplıyor.
Cafer Panahi, şimdiye dek, rejim karşıtı bir film çekmeye hazırlanmakla suçlandı.
"Hapiste olduğum sırada, bir adam beni, yurtdışında görüştüğüm insanların kim olduğu konusunda sorguya çekti. Dedim ki, bir sinemacı olarak oraya bir sürü insanı görmeye gittim, hepsini hatırlamam imkânsız. Sonuç olarak görüştüğümü hatırladığım insanları anlatarak cevap verdim ve mahkûmiyetim bu sözlerime dayandırıldı. Benim yurtdışında rejim karşıtı kimselerle temaslarım olduğu gerekçesiyle tehlikeli bir aktivist olarak görülebileceğime karar verildi."
Panahi, 20 Aralık'ta açıklanan mahkeme kararını temyize götürdü ve hala adaletten bir yanıt bekliyor.
"Burada en berbat durumu yaşıyorum. Her an beni hapse tıkmak için gelebilirler. Arkadaşlarımı bile aramıyorum, onları da tehlikeye atmamak için ve onlara da benimle konuşmamalarını söylüyorum. Tabi ki yurtdışına çıkabilirim. Zaten büyük ihtimalle gözetim altında serbest bırakılmam da bunun için. Eminim İran yönetimi çıkıp gitmeme göz yumacaktır ama bunu yapmayacağım.
"Benim yerim burası. Her şeyden önce bir sinemacı olarak İran'ın ve yürüyüşüyle, yemesiyle, içmesiyle tanıdığım İranlıların filmlerini yapmak istiyorum, yapmalıyım da... Zaten bu nedenle hep amatör oyuncularla çalışmayı tercih ettim, ortak yüzler ve bedenler bulmak için. Ben politik filmler yapmıyorum, sadece sosyal gerçeklikten bahseden filmler yapıyorum."
Panahi devam ediyor:
"Ayrıca, İran'dan ayrılmamam için bir başka neden şu ki, istesem de istemesem de, kendime rağmen bir sembol haline geldim. Eğer gidersem yaptığım iş anlamını kaybeder ve buradaki hayatın değişmesi için mücadele eden herkesi de sıkıntı içinde bırakmış olurum. Sonuçta, bir tür pişmanlık belirtisi olarak gidip mesela Ahmedinejad ile fotoğraf çektirebilirim ama bu asla yapmayacağım bir şey."
Nanterre'e yeniden geldiğinde, Panahi'nin filmlerinin bir retrospektifini hazırlamak istediğimizden konuşurken Panahi yeni filmler çekmek istediğini anlatıyor. Aklında Ariel Dorfman'ın 1991'de yazdığı ve bir kadının işkencecisiyle karşılaşmasını anlatan "Genç Kız ve Ölüm"ünden bir uyarlama var:
"Belli bir esere sadık kalan ama yaşadığımıza da uyan bir film çekmek istiyorum," diyor Cafer.
Başka bir proje ise kameraya film boyunca film projesini anlatan bir adamla ilgili ve sonunda adamın bir odada yapayalnız olduğunu görüyoruz.
Arkadaşlarında biri Cafer'e çocuklarının neler yaptığını soruyor:
"Oğlum, üniversitede sinema okuyor ama sınavlara girme hakkı yok. Kızım kısa süre önce Avrupa'ya edebiyat okumaya gitti."
Sohbetimizin sonuna geliyoruz. Birkaç fotoğraf çekip ayrılma vakti. El sıkışıp uzaklaşıyoruz, onlar arabaya doğru yürüyor, biz kaldırımda taksi bekliyoruz, Cafer'in filmlerinin bir sinema dersi, gücünün ve cesaretinin bir hayat dersi, onur meselesi olduğunu düşünerek... (JLM/CU/BB)
* Bu söyleşi ipad gazetesi "zete"nin cumartesi dergisi'nde yayınlanmıştır.
* Ceyda Ulukaya, La Règle du Jeu dergisi ve Libération'dan kısaltarak Türkçeleştirdi.
* Yazının tamamı için tıklayın.
* Photo: Leslie Thomas