Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Meclis’ten iki anayasa değişikliği geçirdi, başı bağlı kadınların üniversiteye devam etmeleri için. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt sustu. Hiç birşey yapmadı. Dört yıldır -“ordumuzun bağrından” taşarak- bin bir şamata, kıyamet, gözyaşları, hıçkırıklar, sayıklamalarla, başlarını kalpaklar, alınlarını bandanalarla bezeyip, Anıtkabir yollarına dök(tür)ülen “muhalefet” buhar oldu.
“Tarihsel blok” çatladı
Türk Silahlı Kuvvetleri, “Kara Harekâtı”nı bir haftada bitirip eve döndü. Deniz Baykal ile Devlet Bahçeli, “Amerika istedi Erdoğan orduyu geri çekti” diye isyan ederken “türban” konusunda susan Yaşar Büyükanıt hükümeti savunmak için konuştu: “Adam öldürmeyi oyun, mezar taşlarını koyun mu sandınız” demeye getirdi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir şey oldu. Baykal ve Bahçeli hükümeti bırakıp Genelkurmay Başkanı’nın yakasına yapıştı. “Tarihsel blok” eğer havaya uçmadıysa ortasından çatladı: 1965’ten bu yana Türkiye’de egemenlik paylaşımını belirleyen (MHP+Özel Kuvvetler) + (CHP+SilahlıKuvvetler) = Devlet denklemi çöktü.
Deniz Baykal ve Devlet Bahçeli’nin “Kara Harekatı”nın ardından “hedeflerimize ulaştık” diyerek geri çekilmeyi savunan Yaşar Büyükanıt’a karşı eşi görülmedik ağırlıkta bir sözlü saldırıya girişmelerini “vatan sevgisi”yle ya da “terörün belini kırma” kararlılığıyla açıklamak çok güç. Asıl mesele, sırtlarını orduya dayayarak hükümete karşı oluşturabileceklerini umdukları güç yığınağının mevcut koşullarda bir rasyonelden yoksun olduğunun apaçık sırıtması. Siyaset oyununu, Silahlı Kuvvetleri kendilerinden göstererek oynama sırasının artık AKP’ye gelmiş olduğunun yüzlerine vurulmuş olması…
Bahçeli’nin derdi Baykal’ınkinden de büyük aslında: Bahçeli, Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinde ve türbanı serbestleştirmeye yönelik anayasa değişikliklerinde beyaz oy kullanarak AKP’nin önünü açarken bu eylemini AKP’ye yakın markaj olanağı olarak sunuyordu orduya, AKP için ise bir meşruiyet kapısı açıyor görünüyordu. Erdoğan ile Büyükanıt ABD vesayeti altında kısa dönemli çıkarlarını birleştirince Bahçeli’nin işporta işi taktiklerle çift taraflı oyunu büsbütün manasızlaştı. Elindeki bütün kozları Erdoğan’a kaptırınca Bahçeli de zıvanadan çıktı…
Bunlar silahlı kuvvetler hükümet ilişkilerine “Cumhuriyet” gazetesi ile Atatürkçü Düşünce Derneği bakış açısından bakanlar için dünyanın sonu gibi görünse de, sürecin bu yönde seyredeceğine dair işaretler seçimin ertesi günü ortaya çıkmış sayılırdı. (bkz. Ertuğrul Kürkçü, Erdoğan ve Büyükanıt Kazandı, Baykal Kaybetti, 23 Temmuz 2007, bianet.org)
Arada geçen dönemde AKP hükümeti iktidar olanaklarını, özellikle dış politika alanında ısrarlı bir biçimde kullanarak, “Kürt Sorunu”na ilişkin yaklaşımını Washington arabuluculuğuyla Genelkurmay’a benimsetmeyi başardı. Yeni bir denge oluşuncaya kadar Silahlı Kuvvetler ile hükümet artık elele yürüyecekler.
Tek parti devleti
Bu sonuç, bir cümlede özetlememiz gerekirse ordunun gücüyle paranın ve dinin gücünün halkın tepesinde birleşmesi demek. Geçmişte bu güçler arasında belli bir gerilimin mevcudiyeti, kırılgan da olsa bir denge olanağı sunuyordu. Bu aralıktan işçi hareketi ve öteki ezilenlerin toplumsal muhalefeti uç verebiliyordu. Oysa şimdi bütün çatlakların ta en aşağıdan muhtarlıklar düzeyinden başlayarak Siyasal İslam’ın gökkuşağı koalisyonunun oluşturduğu dokuyla tıkanacağı, sıvanacağı bir yeni sürece evriliyoruz: Bir kez daha 1930-45 ve 1950-60 arasındaki statükoya farklı koşullarda iade oluyoruz. Bir tek parti devleti kuruluyor tepemizde.
Cumhurbaşkanlığı, hükümet, emniyet, bürokrasi, üniversite, diyanet, yerel yönetimler, medya, sermaye tek bir politik gücün yekpare iktidarı altında, dinsel coşkunun cezbesinde birbirinin içinde eritiliyor. Başbakanın milliyetçi-mukaddesatçı safsata cephaneliğinden her gün yeni bir inci yumurtlaması bundan; artık yukarıdan tutulamayacağını hissediyor, adı gibi biliyor: Dolmabahçe Protokolu yürüyor.
Yeni muhalefet dinamikleri
Bu sonuçta, sadece öznel etmenlerden söz edeceksek, Deniz Baykal’ın CHP’sinin baş rolü oynadığını söylemek yersiz olmaz elbette. Bütün bir muhalefet dönemi boyunca ve seçim sürecinde, kendi partisinden başka herkese, orduya, MHP'ye çalışarak kendi tabanına ihanet eden Deniz Baykal ve adamlarının özellikle taşrada ve Aleviler ile kadınlar arasında AKP’ye karşı muhalefeti yönünden saptırıp ultra-milliyetçi, proto-faşist bir hezeyan içine yuvarladığı apaçık ortada.
Emekçi kitlelerin, Deniz Baykal’ın, emekli paşaların, komplocu profesörlerin, ırkçı katillerin başını çektiği sözümona “Cumhuriyetçi” militarist muhalefetin yörüngesinden kurtulmalarına yardımcı olma ve kendi öz çıkarlarının ifadesi olan bir politik muhalefet kutbu oluşturma görevi yerli yerinde duruyor.
Sosyalistler, her türden emek dinamiğini, kadınları, Alevileri ve Kürtleri, neo-liberalizmin bütün mağdurlarını mücadele ortaklığı içine sokmak, iktidardaki militarist-İslamcı koalisyonuna karşı yeni bir politik hat oluşturmakla yükümlü.
“Nasıl?” sorusuna 22 Temmuz 2007 seçimlerinde İstanbul 1. ve 3. Bölgede oluşan “bin umut” ittifakının başarısı olumlu bir örnek sunuyor. 2009 Mart (belki de 2008 Kasım) yerel seçimleri bu modeli bütün Türkiye’ye yaymak için paha biçilmez bir fırsata dönüşebilir. Yeter ki, herkes üzerine düşen özgül rolü oynamaya girişsin, militarist, kalpaklı muhalefetin sosyalist hareket içindeki yansımalarının yol açtığı yalpalamalara son verilsin. O zaman sosyalistler hızla Türkiye ölçeğinde yeni bir heyecan dalgasının, bir kurtuluş dinamiğinin başlıca itici gücü haline gelecek. (EK)