* 17-31 Mayıs tarihleri 1996’da İstanbul’da gerçekleşen 1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nda alınan kararla Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası olarak kabul edildi.
Kasım Alpsoy 18 Mayıs 1994’te Adana’da ev baskınında gözaltına alındığında 30 yaşındaydı. Ertesi gün kimliğini alması için gelmesi söylenerek serbest bırakıldı. 19 Mayıs’ta kimliğini almaya gitti, bir daha haber alınmadı. Eşi Leyla Erdoğan Aksoy hamileydi.
Mehmet Alpsoy babası kaybedildiğinde 12 yaşındaydı. Kendinden bir yaş küçük kardeşi Gülbahar’la Cumartesi Meydanı’nda diğer kayıp yakınlarıyla oturdular. İki kardeşin oturduğu meydanda şimdi Alpsoy’un çocukları da dedelerini arıyor.
Mehmet Alpsoy’la konuştuk. 1994’ün Mayıs’ından önceki hayatlarını, "kaybedilme" gerçeğiyle karşılaşmalarını, çocukken oturdukları meydanın çocukları ile oturmalarına varan süreçteki değişimini, kaybın kuşaklara etkisini, bu meydanın önemini, çoğu zaman çaresizliğe sürükleyen yargı sürecini ve kayıp yakınlarının çözüm sürecinden beklentilerini anlattı.
"Ağalık sistemi nedeniyle İstanbul'a göç ettik"
Babanız kaybedilmeden önce nasıl bir hayatınız vardı?
80'lerin başında Mardin’den İstanbul’a göç ettik. Göçün sebebi ağalık sistemiydi. Ya benimseyeceksin ya da köy dışına çıkacaksın. Kolay kolay barındırmazlar. Ağalık sistemi olduğu için maddi yönden de gelirin olmuyor. Bu yüzden önce babam geldi İstanbul'a sonra bizi getirdi.
İstanbul’da ne iş yapıyordu babanız?
Babam düzenli şekilde çalışıyordu. Yaşlarımız ufaktı, ben 81 doğumluyum. O zaman dört kardeştik, annem sonuncu kardeşime hamileydi babam kaybedildiğinde, babasını göremedi.
Babam Bayrampaşa'da deri fabrikasında ustabaşı olarak çalışıyordu. 25-30 makineye ustabaşılık yapıyordu. 90' da polisler işyerine baskın yapıyor. İki kişi, PKK itirafçıları; İbrahim Karakuş ve Alaattin Kanat kendi silahlarının yerini gösteriyor. Polis büyük bir cephanelik buluyor, "Buranın sorumlusu kim?" deyince babam "Benim" diyor, onu da Gayrettepe’ye götürüyorlar.
Babam kaybedildiğinde bu baskın zamanı avukatlığını yapan kişiye gitmiştim. O, bu iki kişinin babamın kaybında başrol oynadığını söyledi. Silahları sakladıklarına göre orada çalışan kişiler olmalılar. Kanat, 80'lerin sonunda bizim eve gidip gelen biriydi, PKK’de yer alıyordu. O dönemden sonra itirafçı oldu, JİTEM’le beraber çalışıyordu.
Babam 15 gün Gayrettepe’de sorguda kaldı, ağır işkencelerden geçirildi. 15 gün sonunda Sabah gazetesi baş sayfasında 7-8 kişiyle birlikte silahlar önlerine dizilmiş halde “PKK’nin vurucu timi yakalandı” diye fotoğrafları çıktı. Ama ne hikmetse aynı gün savcılık herhangi bir şey yoktur diye babamı serbest bıraktı.
"Haftada en az iki kez eve baskın yapıyorlardı"
O dönemi nasıl hatırlıyorsunuz?
Ufaktım ama hatırlıyorum, babam yaklaşık iki ay çalışamadı. İşkencede kolları askıda kaldığı için tutmuyordu.
Yaklaşık iki ay sonra savcılık babam hakkında tutuklama emri çıkarınca "Ben aynı şeyi yaşamak istemiyorum, kaçacağım" dedi. Biz İstanbul’da kaldık o kaçak olarak Tunus’a kadar gitti.
Babanız yokken size baskı yapılıyor muydu?
O yokken eve haftada en az iki kez baskın yapılıyordu. Ben 9 yaşlarındaydım ama hatırlıyorum; ilk baskında gece yarısı sivil polisler geldi. "Kasım Alpsoy nerede?" diyorlar, annemin fazla Türkçesi de yok, "Bilmiyorum" diyor.
Gözleri görmeyen teyze çocuğu da bizdeydi. Ona "Sen görüyorsun, kalk su getir" dedi biri. O da kapıya, televizyona çarparak gitmeye çalıştı. Sonra "Tamam otur" dedi.
Anneme de “Bu adam ya dağa gitsin, nereye gidiyorsa gitsin, her taşın altından bu adam çıkıyor” dedi.
Babanız üzerindeki baskının nedeni neydi sizce?
Babam Kürt ideolojisini benimseyen ve savunan biriydi. Sırf o yüzden ağalık sistemine karşı geldi. Sisteme karşı bir kişiliği vardı. Tam neler olmuş ben net bilmiyorum. Düzenli bir babaydı. Biz devamlı işe gidip geldiğini görürdük. Büyük bir fabrikada ustabaşı olmak sorumluluk ister.
"45 derece sıcakta deri mont satıyorduk"
Adana’ya ne zaman geçtiniz?
90-91 arası babam Tunus’tan gelip Adana’ya yerleşti, yaklaşık üç ay sonra yanına aldırdı bizi. Ufak, kasaba gibi bir yerdi, akrabalarımız dahi yerimizi bilmiyordu, sadece Halil amcam (Alpsoy) biliyordu.
Adana’da nasıl bir hayatınız vardı?
Babam mesleğini, dericiliği devam ettirdi İncirlik’te. Bir süre başkasının yanında işçi olarak çalıştı. Bir sene sonra eve makine aldı, bir odayı işyerine çevirdi.
Beni de eğitiyordu. Yaklaşık 2-3 yıl o şekilde çalıştık. Genelde mağazalara gelen siparişlere göre haftada 6-7 mont dikiyorduk. Adana da 40-45 sıcaklıkta deri mont satmaya çalışıyorduk.
Babamın burada da işine gücüne bakan ama tabi ki her türlü sistemi kabullenmeyen karşı gelen yapısı vardı. Bir yerde sabit kalmak istemiyordu, onu çok zorladığını hissediyorduk.
"Kaybedilmeyi bilmiyorduk"
94 Mayıs’ını nasıl hatırlıyorsunuz?
Halil amcam gözaltına alındı. İstanbul’da deri işi yapıyordu. Misafirlikten dönerken eşi ve çocukları eve giriyor. Arkalarından gelen arabada silah göstererek zorla arabaya bindiriyorlar. Biri kadın dört kişi var arabada.
Siz ne zaman haberdar oldunuz?
Üç gün sonra. Bizim evi bilen tek kişi oydu sülalede. Bir hafta sonra bizim eve de baskın oldu. Sabahın altısıydı, hepimiz yatıyorduk. Altı minibüsle sivil, uzun namlulu silahlı kişiler girdi. Babamı o dönemin istihbarat bölümüne, şimdinin merkez bölge komutanlığına götürdüler, o nedenle polislerdi diyemeyiz.
Gözaltında neler yaşamış babanız?
Gözaltına alındığında İstanbul’un tekrarı gibi sorguya alıp askıya asıyorlar. İçlerinde biri “Ooo Kasım Bey Adana’da baya kilo almışsın” diyor. Demek ki İstanbul’dakiler.
Sorgudan sonra o grup babamı askıda bırakıp çıkıyor. “Bir süre sonra rütbeli bir komutan geldi, nöbetçi askere ‘bunu kim getirdi’ diye sordu” diyor babam. Asker de "İstanbul’dakiler getirdi, sorgulayıp bırakıp gittiler" deyince komutan "indirin" diyor, indiriyorlar. O, babama "git, bir daha gelme" diyor. Babam da kimliğinin ve parasının alındığını söyleyince babama yol parası veriyor, "Kimliğin bende değil, yarın gel, adımı söyle, al" diyor.
O gün nasıl geçti?
Babam gece yarısı geri geldi. Ben uyuyordum, tam görmedim ama konuşmaları duydum. Biz daha önce kayıp olaylarını bilmiyorduk. En büyük ihtimalle bir suç varsa cezaevine götürdüler ya da İstanbul'a götürüldü diye düşünüyorduk. Çünkü İstanbul'da aranması vardı. Akşam geldikten sonra baya mutlu olduk. Herhangi bir şey yok dedik.
Ertesi gün babanız kimliği almaya gidiyor…
Bacanağı ile gidiyor. Sabah erken gitmiş, ben görmedim. Bacanağına "Sen kapıda bekle. Ben kimliği alıp geleyim" diyor ama çıkmıyor. Bacanağı "Yedi saat bekledim çıkmadı. Bir buçuk saat önce beyaz bir araç çıktı ama içinde miydi göremedim" dedi.
"Savcı, gittiğimize bin pişman etti"
O zaman kaybedildiğini düşündünüz mü?
Biz ondan sonra dahi kaybedildiğini düşünmüyorduk, öyle bir şey bilmiyorduk. İstanbul'u arayıp soruştuk, bir şey çıkmadı. Savcılığa ben ve annem gidiyorduk, birince derece akraba olmayanı almıyorlardı.
Adana Savcılığına gittik, gittiğimize bin pişman etti bizi. Dilekçe yazdırmıştık dışarıda, babam gözaltına alındı kaybedildi diye.
Yaklaşık bir buçuk iki saat kapıda bekledik. Annem hamileydi üzgündü, hali yoktu hiç. İçeri girince oturayım dedi. Savcı, "Kadın ne oturuyorsun, kalk ayağa, çıkın dışarı" dedi.
13 yaşlarındaydım.
Dilekçeyi yine de masanın üzerine bıraktım ama eliyle itti, aşağı doğru. Ben de eğildim dilekçeyi aldım dışarı çıktım.
Öyle bir kin nefret içime doğdu ki o gün. Nasıl bir muamele nasıl bir insanlık? O kağıdı alması çok mu zordu?
Daha sonra benzer girişimleriniz oldu mu?
Dört gün sonra Halil amcamın öldürüldüğünü öğrendik, bizim dünyamız karardı. Öldürüp göl kenarına bırakmışlar.
Avukata başvurduk, o, annem, bacanağı ve ben babamın kaybedildiği yere gittik. Avukat girip sordu ama ne 17’si ne de 18’inde giriş çıkış yaptı dediler.
Ondan sonra birçok başvuruda bulunduk ama hiçbirinde netice alamadık.
"Dört çocuk ve bir bebekle hayata sıfırdan başladık"
Çocuk gözünüzle nasıl yorumluyordunuz?
O an kendini kaybetmiş 12 yaşında çocuk vardı. Çaresiz kalmıştık. Her gittiğimiz yer bizi geri çeviriyor, ne yapacağımızı şaşırdık. Kimi kimden soracağız, neye güveneceğiz. Babamı devlet alıp kaybediyor, devlete gidip suç duyurusunda bulunuyorsun onu da kabul etmiyor hatta dinlemek bile istemiyor. Çok karmaşık.
İstanbul’a ne zaman döndünüz?
Bir yıla yakın aramaya devam ettikten sonra. Tek dayanağımız babamızdı. Akrabalarımız, evimiz burada olduğu için İstanbul’a geldik. Manevi ve maddi yönden büyük zorluklar yaşadık. 13 yaşından 8 yaşına kadar dört çocuk ve yeni doğmuş bebekle sıfırdan başladık.
Okula devam edebildiniz mi?
Babam kaybedildiğinde, ilkokul bittiği gibi okulu bıraktım. İstiyordum ama evin en büyüğüydüm, çalışmak zorundaydım. Kız kardeşlerim daha başarılıydı, ikisi de gidemedi, beni en çok üzen o oldu.
Nerelerde çalıştınız?
Bahar tekstil atölyesine gidiyordu, ben de babamın öğrettiği deri işine devam ettim. Çok zorlandık ama bugünlere geldik.
"Bahar sayesinde İHD ile tanıştık"
Cumartesi eylemlerine ne zaman başladınız?
Bahar (Gülbahar) benden bir yaş küçük, diğerleriyle de üçer yaş aramız var. Bahar sayesinde İnsan Hakları Derneği (İHD) ile tanıştık.
Bahar babasına çok düşkündü, hiç kabullenemedi babasının kaybedilişini. "Resmi kurumlara gidip cevap alamamızı kabullenemiyorum" diyordu. 2000'lerin başında gitti. Yedi yıldan sonra İstanbul’a dönünce tutuklandı. Altı senedir Gebze cezaevinde, sekiz ay kadar sonra çıkacak.
İHD’dekilerle tanışmak neleri değiştirdi?
İkinci yaşamı İHD’de tattık. 13 yaşımdan sonra her şeyimi Leman Yurtsever’in yanında öğrendim.
Hayata biraz daha sıkı tutunmaya başladık. Resmi kurumlarca kabul edilmeyince bir yerden sonra tamamen çaresiz kalıyorsun. İHD’dekiler bir şeylerin başarılabileceğini öğrettiler bize.
Eylemlere Gülbahar’la birlikte mi katılıyordunuz, anneniz geliyor muydu?
Annem ikinci dönem katılmaya başladı. İlk zamanlarda Bahar’la ben gidiyordum. Bahar neredeyse hepsine geliyordu, ben bazen çalışıyordum.
"Devletin şefkatiyle (!) erken tanıştık"
13-14 yaşlarında iki çocuktunuz. Eylemler ne ifade eder o yaşta çocuklara?
Önceden tek görüyorduk kendimizi meğer yüzlerce insan babam gibi kaybedilmiş, hikayelerin çoğu birbirine benzer.
Oraya gidince gördük ki bir nevi küçük bir kıyamet (bizim tam kıyametimiz ama) yaşatılmış..
Polis müdahaleleriyle karşılaştınız mı?
İki defa ama darp almadık, meydandan çıkartıldık. Onu da benimsemiştik, sıradan geliyordu. Çünkü çok erken tanıştık devletin şefkatiyle(!).
Oturmaların başlangıcına şahitsiniz. Yeni dönemi, meydandaki değişimi nasıl görüyorsunuz?
95’te başlatılan mücadelenin sonucu olarak şu anda en azından oturabiliyoruz. Kayıplar da azaldı, o dönem gibi olmadı. Eğer oturmaya başlamamış olsaydık kayıplar devam ediyor olabilirdi. Bizi sıkan konu ise sorularımıza hala cevap olmaması.
"Dedemi arıyorum bilmiyor musun?"
Çocuklarınız da Cumartesi’leri Galatasaraydalar. Kayıpların kuşaklara etkisi nedir?
Beraber mücadeleye başladığımız arkadaşlarımızı, anneleri kaybettik ama çocukları mücadeleyi devam ettiriyor. Benimki bulunsa dahi oradaki herkesin yakını bulunup failler cezalandırılana dek aynı şekilde oturmaya devam edeceğiz.
İki kızım bir oğlum var. Bahar (Gülbahar) on bir yaşında, Berivan sekiz. Bahar tüm hikayeyi biliyor, meydana geliyor. Kardeşi sorduğunda "Dedemi arıyorum bilmiyor musun?" diyor.
Berivan’ı bir kez getirdim ama polislerden korktu, gelmiyor. "Ne olacak polisten?" dedim ama herhalde bizdeki çekinme çocuklara da yansıyor.
O çekinme her zaman vardı. Oturduğumuz mahallede AKP’nin seçim bürosuna molotof atılmış, Agit, en küçüğümüz eve yemeğe geldikten sonra işe giderken gözaltına alındı. Annemle gittik karakola, anlattık durumu. "Suçsuzsa bırakılır. Siz bize güvenmiyor musunuz?" dediler. Annem de "Biz size bir kez güvendik, karşılığı aldık" dedi. Ertesi gün bıraktılar ama orayı ayağa kaldırdık. Hala "Yine olur mu?" korkusu var.
"Kayıplar bulunup failler yargılanmadıkça barışın anlamı yok"
Yargı süreci nasıl ilerledi?
Yaklaşık üç kez dava açtık. Görgü şahidi babamın bacanağı, çekindiği için konuşmuyordu. Geçtiğimiz yıl konuşma kararı aldı, dava açıldı. Savcılık bu kez, elinizde ne varsa getirin, dedi. Babam kaybedildiğinde bir akraba onun kimsesizler mezarlığına gömüldüğünü söylemişti. O zaman mezarın açılmasını talep edememiştik bu kez talep ettik ama savcı siz yerini bulun ben açayım dedi. O dönem görevli olan herkesle görüşülmüş ama sonuç çıkmadı, dava kapandı.
Babamın İstanbul’da gözaltına alınmasına yol açan iki kişinin ismini vermedik. Babamın ve Halil Amcamın öldürülmesinde parmakları var büyük ihtimal.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmadık, Ergenekon davasına ise iki kez toplu halde müdahillik talebinde bulunduk, reddedildi.
Tekrar bir başvurunuz olacak mı?
Süreci (çözüm süreci) bekliyoruz. Umudumuz süreçte. Barışın yanında başka şeyleri de getirmesi gerekiyor ama adım adım.
Çözüm sürecini nasıl yorumluyorsunuz, kayıp yakınlarının beklentileri neler?
Umutluyuz. Bir cambazlık çıkmazsa . Bu saatten sonra bir oyun oynanacağını sanmıyorum ama oynanırsa baya kötü olur.
Babam öldürüldü, savaş vardı, yaşandı ve bitti diyebilirsin. İntikam duygusuyla zaten yaşayamayız. Ama bizimki kayıp. Onu kabullenemiyoruz. Nerede, ne şekilde öldürüldüğünü bilmek istiyoruz. En doğal hakkımız. Biz babamızın nerede olduğunu bile bilmiyoruz. Hala yaşadığı umudunu taşıyoruz.
Kemiklerin nerede olduğunu bulmaktan aciz görünüyorlar. Başbakan Erdoğan annemin de katıldığı toplantıda söz verdi, işte söz; Mehmet Ağar serbest. Ağar’ın böyle bir süreçte serbest bırakılması büyük kuşkular oluşturdu. Zaten yargılandı mı, yargılandıysa ne soruldu? Sadece göstermelik demek ki.
Biz 18 senedir babamın öldürülmüş olabileceğini kabullenemiyoruz. Suçsuz bir insanın gözlerimizin önünden alınıp kaybedilmesine, kaldı ki suçlu bile olsa, kimsenin hakkı yoktur.
Barış güzel bir kelime. Onun sağlanabilmesi için bu ülkede birçok şey yaşandı.
Kayıpların yeri tespit edilip failleri adil şekilde yargılanmadıkça barışın anlamı yok bizim için. Bunların barışla geleceğini umut ediyorum. (BK/AS)
* Fotoğraflar: Nilay Vardar / İstanbul / bia