Bu yazı, başlıktan da anlaşılabileceği gibi, “anti-militarizm” kavramının farklı kullanımlarına odaklanıyor ve ilk bakışta çelişkili görülebilecek barışçıl ve militarist bir tezle bitiyor. Bu akış için, anti-militarizmin slogan basitliğindeki boyutları üstünden militarizmin türleri irdeleniyor ve metin, anti-emperyalist militarizm görüşünü parça parça örmeye çalışıyor.
“Ordu olmasın”
Bu ütopik talep, sınırların ve devletlerin olmayacağı bir dünyada elbette olanaklı. Ancak, o dünya, çok uzakta olduğuna göre, “ordu olmasın” tezi, halkları emperyalist ordulara karşı savunmasız bırakmak anlamına geliyor.
“Güçlü bir ordu olmasın”
Bu yaklaşımda, kuşkusuz, ‘güçlü’nün tanımı, önem kazanıyor. Bu güçlülük, silah gücü olabilir; lojistik güç olabilir (askeri alanların çok yer kaplaması); ordunun ülke yönetiminde söz sahibi olması olabilir (bir sonraki bölümde bu konuya giriyoruz); ordunun halkların gözündeki gücü olabilir vb. Bu açıdan bakıldığında, barışçıl bir dünya görüşüyle çelişmeyecek güçlü bir ordu, sözkonusu olabilir. Vietnam, Laos, Küba, Nepal vb. ülkelerde, halk savaşıyla iktidarı almış olan ‘halk orduları’, halkın desteğini arkasına almış ordulardır (bkz. Gezgin, 2008a; 2008b; 2008c). Daha doğrusu, adları üstünde, halktan oluşan, halktan ayrı bir kastlaşmaya dayanmayan ve halk savaşı için varolan ordulardır. Bu açıdan, “güçlü bir kapitalist ya da emperyalist ya da faşist ordu olmasın” demek, daha doğru olacaktır. Ancak, daha da doğrusu, bir önceki bölüme dönerek, “kapitalist/emperyalist/faşist ordular olmasın” demektir.
“Ordu siyaset yapmasın”
Dünyanın birçok ülkesinde, askeri güç, siyasetin bir oyuncusudur. Ancak, bu oyunculuğun, yalnızca askere özgü olduğunun sanılması, ordu dışındaki güvenlik güçleri ve Afganistan’daki Amerikan savaşının özel güvenlik kesimine teslim edilmesi (böylece askeri gücün özelleştirilip doğrudan sermayenin kontrolüne verilmesi) düşünüldüğünde, bu ifadenin, “güvenlik güçleri siyaset yapmasın” biçiminde değiştirilmesi gerekmektedir. Bu durumda bile, sözkonusu olan, bir ütopyadır; çünkü her yurttaş, küçük ölçekte de olsa, büyük ölçekte de olsa, siyasetin içindedir. Kaldı ki, güvenlik güçleri içindeki gruplaşmalar da, sık sık basına yansımaktadır. Kastedilen, MGK gibi kurumların siyaset üstündeki baskısının kaldırılması ise, onun yerine neyin konulduğu dikkatli bir biçimde incelenmelidir.
“Ordu siviller tarafından denetlensin”
Ordunun siviller tarafından denetlenmesi, çok yerinde bir talep olarak görünüyor. Ordunun sivil vatandaşlara yönelik saldırıları, gerçekten de, ordunun siviller tarafından denetlenmemesine bağlanabilir. Öte yandan, o sivillerin kim olduğu çok önemli. Tarihte, sivillerin, ordu üyelerinden çok daha savaş çığırtkanı olduğu örnekler bulunmakta.
“Savaş olmasın”
Bu insancıl talep, militarizmle çelişmiyor aslında. Oyun kuramıyla bakılırsa, taraflar, karşılarındakinin ne kadar güçlü olduğunu düşünürse, savaşmaya o kadar çekinirler. Bu, nükleer çağda, nükleer savaşların olmamasının nedenlerinden biridir. Kuzey Kore’nin bağımsızlığını koruyabilmesi de, ABD’nin ve diğer bölge güçlerinin nükleer silah korkusundan kaynaklanmaktadır.
“Ülke ordu gibi yönetilmesin”
Bir ülkede, ordu, güçsüz olabilir; ordunun siyaset üstünde etkisi de olmayabilir. Bu durum, yine de, bir ülkenin ordu gibi yönetilmesine engel değildir. Hiyerarşik olan birçok siyasal yapılanma, “ordu gibi yönetme” sınıfına sokulabilir. Anti-militarizmin bu türüne katılmamak, elde değil. Ancak, burada, bir yanılgıya dikkat çekelim: Siviller de, bir ülkeyi ordu gibi yönetebilirler; hatta çoğunlukla, siviller böyle yaparlar. Hiyerarşinin orduya özgüymüş gibi gösterilmesi, doğru değil.
“Bütçede silahlara pay ayrılmasın” ya da “Bütçede silahlara daha az pay ayrılsın”
Mezopotamya’daki son gelişmeler ve bölgenin tarihi dikkate alınırsa, bütçede silahlara daha çok pay ayrılması, şaşılacak bir durum değildir. Emperyalist işgallere karşı orduların silahlanması, çok doğaldır. Asıl sorun, bütçede ayrılan pay değil, ordunun halk ordusu olup olmadığıdır ve/ya da silahını halkına doğrultup doğrultmadığıdır.
“Zorunlu askerlik olmasın”
Başka yazılarda da belirttiğimiz gibi (bkz. Gezgin, 2010), zorunlu askerliğin olumlu yönleri de bulunmakta. Ancak, aslolan, varolan orduda zorunlu askerlik yapıp yapmamaksa, zorunlu askerliğe karşı olunması, çok doğal. Tarihte ve günümüzde birçok sosyalist ya da sosyalist geçmişli ülkede, anti-emperyalist işgal beklentisine karşı, askerlik, zorunlu tutulmuştur. Ayrıca, askerliğin zorunlu olmadığı durumlarda, ordu, halktan kopup kastlaşmakta; insan hakları ihlalleri daha da artmaktadır. Buna örnek, zorunlu asker ordusuyla yapılan Vietnam-Amerikan Savaşı’na karşı, profesyonel asker ordusuyla yapılan Irak ve Afganistan savaşları arasındaki karşılaştırmadır (bkz. 2007a). İlkinde, sivil itaatsizliğin daha fazla olmasının ve ABD’nin kaybetmesinin nedenlerinden biri, zorunlu askerlik uygulamasıdır. Herkesin askerlik yapması, halkın, ordu hakkında, birinci elden bilgi almasını sağlamaktadır. Kastlaşmış bir profesyonel orduyla girilen savaşlar ise, kimseler bilmeden yapılmaktadır. Zorunlu askerlik, bir insan hakları ihlali sayılmakla birlikte, aynı zamanda, ülkeyi savunma görevini herkese dağıtmak anlamına gelir ki; bu da, Vietnam, Laos ve Küba gibi ülkelerdeki halk savaşı anlayışıyla uyumludur (Gezgin, 2011; 2009; 2007b; 2007c). Vietnam’da, herkes, kadın-erkek ayırmaksızın, lisede, olası bir işgale karşı atış eğitimi almakta; üniversitede ise, yaz tatillerinden birinde, kışlada askeri eğitim almaktadır. Küba’da, herkes, sokak köşelerindeki gezici arabalarda atış alıştırması yapmaktadır. Halk ordusunu emperyalist ordudan ayıran en önemli nokta, halk savaşı mantığı olduğunda, bu, silahlara da yansımaktadır. Halk ordusunda, herkesin kullanabileceği hafif silahlara ağırlık verilmektedir.
“Askerle siyasetçiler keskin olarak ayrılsın”
Bu, bir tür askeri laiklik. Diğer bir deyişle, ordu ve siyaset işlerinin birbirinden ayrılması. Bunun Küba ve Venezuela gibi ülkelerde geçerli olmadığını; Vietnam ve Laos gibi ülkelerde ise geçerli olduğunu görüyoruz. Ayrıca, birçok demokratik görünümlü ülkede, askerlerle siyasetçilerin görüntüde birbirinden farklı olduğu; ancak, gerçekte, her zaman ortak hareket ettikleri görülüyor (örneğin, NATO ile AB’nin Afganistan ve Irak operasyonları).
“Nükleer enerji olmasın”
Olmasın elbette. Ancak, var, oluyor. Bir konuşmada belirttiğimiz gibi (bkz. Gezgin, 2013), Kuzey Kore’yi, caydırıcı güç olarak kullandığı nükleer silahlar için eleştirenlerin, hatta protesto edenlerin, önce, ABD’yle İsrail’in nükleer silahlarıyla ilgili kampanya yapması gerekiyor. Bu, hem hak-hukuk açısından doğru olanıdır; hem de, zaten, ABD ile İsrail, nükleerden arınmadıkça, diğer ülkeler de arınmayacaktır. Dolayısıyla, nükleer silah karşıtları, Kuzey Kore, her deneme yaptığında, Kuzey Kore’yi değil ABD ile İsrail’i protesto etmelidir.
“Dersler militarist öğelerden arındırılsın”
Katılmıyoruz, arındırılmasın. Sorun, derslerin militarist olması değil, milliyetçi olmasıdır. Emperyalist saldırılara karşı, “her Türk asker doğar” yerine, “her Türkiyeli asker doğar” yazılabilir örneğin. Venezuela, Küba ve Vietnam’ın ders müfredatları, bu açıdan militaristtir. Vietnam’da, çocuklar, ilkokulda, ‘Küçük Asker’ Marşı’nı öğrenir. “Vatan sana canım feda” sözünde, milliyetçilik değil, militarizm vardır ve bu militarizm, kabul edilebilir bir anti-emperyalist eğilim içermektedir. Vatan, burjuvazinin değil halkların anayurdu olarak tanımlandığında, bu söz, gerçek anlamını kazanmaktadır. Çeşitli muhalif araştırmacıların ‘vatan’ı burjuva bir icat olarak görüşüne ve “işçilerin vatanı olmaz” deyişlerine katılmıyoruz. Birçokları, vatanı, milliyetçi değil, anti-emperyalist bir bakış açısından, daha geniş bir biçimde tanımlamıştır. Örneğin, Chavez, tüm Güney Amerika’yı vatanı olarak görmüştür. Bu anlamda, iç düşman-dış düşman tariflerinin yeniden yapılması ve milliyetçi ve dini referanslardan arındırılması koşuluyla, derslerde militarizm olması, sanıldığı kadar yanlış değildir.
Ancak, “bu, bu yaşa uygun değil. Yurttaşlar, vatan savunmasını yaşları gelince öğrensin” deniyorsa, bu, doğru olabilir. Derslerdeki militarizmin eleştirisinin eleştirisi olarak, şu örnek de verilebilir: İsrail-Filistin çatışmasında, İsrail’deki ders kitaplarının anti-militarist olmasını talep edebiliriz; ancak, bunu, Filistin’deki ders kitapları için söyleyemeyiz. Filistin’in ders kitapları, tersine, militarist olmalıdır. Dolayısıyla, burada, anti-militarizm söyleminin, ezen-ezilen ayrımı yapmaması eleştirilmelidir. Vietnam-Amerikan Savaşı’nda, Vietnam tarafı, militarist olmasaydı; şimdi bir Amerikan uydusu olmuş olacaktı. Bu durumda, ezen tarafa anti-militarizm eleştirisi yapılmalıdır; ancak, bunun orantısız gücün kurbanı olan ezilen taraflara yapılması, yanlıştır. Ezilenlere anti-militarizmi salık vermek, onların yıkımına yol açacaktır. Öte yandan, yine de, elbette, barış ve müzakere yöntemleri, ezen taraflara da ezilen taraflara da öğretilmelidir.
“Bireysel silahlanma olmasın”
Evet, olmasın. Bunun da, güçlü bir ordu ile çelişen bir yönü bulunmamaktadır. Herkesin atış eğitimi aldığı Vietnam’da, sivillerin silah taşıması yasaktır. Ülkede suç oranı da, cinayet oranı da düşüktür. Az sayıda olan cinayetler, silahla değil bıçakla olmaktadır. Vietnam, 30 yıl süren ve 3 milyon şehide malolan savaşlardan sonra, dünyanın en barışçıl ülkeleri arasında sayılmaktadır.
Yazımızı, kısa kısa notlarla bitirelim:
- Bir ülkeye barış geldiğinde, daha önce çarpışan tarafların silahsızlandırılması ya da tek bir orduda birleştirilmesi gerekmektedir. Birinci olasılık, bir devletin, savaşın tarafı olduğu bir durumda olanaklı olamamaktadır. Ayrıca, böyle bir durumda, silahsızlanma, bir tarafı, diğer tarafın merhametine muhtaç duruma getirmektedir (bkz. Gezgin, 2008d). İkinci olasılık ise, daha olası görünmektedir. Nepal’de, halk savaşı sonrasında, hâlâ başarıdan uzak olsa da, böyle bir çaba içine girilmiştir. Bunun dışındaki olasılıkları da düşünmek gerekir.
- Vicdani red yerine, askerlik hizmetinin sivil kamu hizmeti olarak gerçekleştirilmesi, olanaklı kılınmalıdır. Bu, özellikle, bir barış ortamında, savaşın mağduru olan iki tarafın da gereksinimlerini karşılayabilmek için gereklidir.
- ‘Barış Ordusu’ sözü, çelişkili bir ifade değildir. Barışın kalıcı olması için, sınırların ve devletlerin olmayacağı uzak geleceğe kadar, ordular, gereklidir. Orduları olmadığı için örnek gösterilen kimi ülkeler, gerçekte, büyük güçlerin ordularının ‘koruması’ altına alındıkları için ordusuzlardır.
- Anti-emperyalist militarizm kavramını geliştirmek için, Küba, Venezuela, Vietnam, Laos, Kuzey Kore ve geçmişteki Çin gibi çeşitli örnekler daha ayrıntılı olarak incelenmelidir.
Konu, çok tartışmalı. Farklı kesimlerden çeşitli tepkiler alması beklenebilir. Olsun, varsın. Yeter ki, barış, kalıcı olsun.
İlgilisine kaynakça
Gezgin, U. B. (2013). Ulaş Başar Gezgin’le Kuzey Kore, Venezuela ve Chavez söyleşisi.
İMC TV, 10 Mart 2013, Pazar, 10:00-11:00.
Gezgin, U. B. (2011). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (151): Vietnam’da savaş günleri ve sonrası.
Evrensel Gazetesi, 23 Nisan 2011.
Gezgin, U. B. (2010). Gazetecileri barışçıllaştırmak yerine barışçılları gazetecileştirmek.
Barış Çoban (der.) Medya, barış ve savaş – Savaş ortamında barış medyasını yaratmak içinde. İstanbul: Kalkedon Yayınları.
Gezgin, U. B. (2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (111): Asya-Pasifik orduları. (3 bölüm olarak)
Evrensel Hayat Eki, sayı 274, 18 Ekim 2009.
Evrensel Hayat Eki, sayı 275, 25 Ekim 2009.
Evrensel Hayat Eki, sayı 276, 1 Kasım 2009.
Gezgin, U. B. (2008a). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (61): ‘Hannah Hanoi’: Amerikan ordusunun korkulu düşü. Evrensel Hayat Eki, sayı 223, 12 Ekim 2008.
Gezgin, U. B. (2008b). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (51): Asya-Pasifik’te savaş ve barış. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 213, 3 Ağustos 2008.
Gezgin, U. B. (2008c). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (50): Yıldızlarını sökmüş general: Vo Giap. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 212, 27 Temmuz 2008.
Gezgin, U. B. (2008d). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (42): Aceh: tsunamiyle gelen barış... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 198, 20 Nisan 2008.
Gezgin, U. B. (2007a). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (22): Vietnam ve Irak. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 181, 16 Aralık 2007.
Gezgin, U. B. (2007b). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (7): Barışı düşünürken, kapıları çalamayan çocukları duyabilmek... Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 166, 2 Eylül 2007.
Gezgin, U. B. (2007c). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (6): 1973 Nobel Barış Ödülü’nü reddeden Vietnamlı Devrimci ve karşı-orduculuk. Evrensel Gazetesi Evrensel Hayat Eki, sayı 165, 26