1909 yılında suikasta uğrayan gazeteci Hasan Fehmi Bey'den bu yana çeşitli biçimlerde öldürülen 64 gazetecinin isimlerini Gazeteciler Cemiyeti bir liste olarak yayınladı.
Öldürülen gazetecilerin isimlerine ve öldürüldükleri yıllara baktığımızda, bu isimlerin çoğunun 1990'lı yıllarda katledildiğini görüyoruz.
Öldürülen gazetecilerden bazıları arkadaşım, bazıları beraber görev yaptığımız meslekdaşlarımdı. Listede yer alan isimlerden sevgili arkadaşım Adem Yavuz, Kıbrıs çıkarması sırasında habercilik yaparken, görev başında Rumlar tarafından vurularak öldürüldü.
Peki öldürülen öbür gazeteciler? Onlar mesleklerini yapmaya çalışıyorlardı; "düşman" kuvvetleri değillerdi. Öldürülmeleri değil, korunmaları gerekiyordu. Pek çoğunun katilinin devlet içindeki güçler olduğu yolunda hiçbir mahkeme kararı yoksa da kuvvetli kuşkular var.
Peki biz gerçekleri nasıl öğreneceğiz?
Doğrusu ilk başlarda pek konduramadık. Devletin bazı görevlilerinin bu işleri yapmış olacağına ihtimal vermedik. Hukuk devletinde yaşadığımızı ve hukuk devletinde devlet görevlilerinin yasa dışı işler ve özellikle de cinayet gibi suçlar işlemeyeceğine inanmak istiyorduk.
Gazeteciler olarak bu cinayetlerle ilgili olayları izledikçe kuşkulandığımız olayları araştırmak istedikçe hep duvarlar ve engellerle karşılaştık.
Eğer devletin yetkili organları, eğer yönetici pozisyonundaki siyasiler gerçekten isteselerdi, katilleri bulma çabasındaki gazetecilerin önüne duvarlar çekmek yerine, yollarını açar aydınlatmaya çalışırlardı.
Ama öyle olmadı. Devlet içinde bir takım güçler, katillerin bulunmasını, tetikçiler yakalansa bile onlara bu görevleri verenlere ulaşılmasını engelledi.
Abdi İpekçi cinayeti büyük bir kırılma noktası oldu. İpekçi'nin katili yakalandı ama göz göre göre askeri cezaevinden kaçırıldı ve yurt dışına çıkarıldı. Dahası, o tetikçiyi yönlendiren kişi yurt dışında yakalandı, hapiste ifade verdi ama o ifade yok edildi.
Uğur Mumcu'nun tetikçileri yakalandı ama onlara bu görevi verenler meçhul kaldı. Biz gazeteciler en açık ve net biçimde Metin Göktepe'nin öldürülmesinde katillerin nasıl korunduğunu gözledik.
Çünkü bu cinayeti işleyenler gizli ve perde arkası güçler değil açık ve saçık olarak tüm kanıtları ile devlet görevlileriydi. Neredeyse herkesin gözü önünde Metin'i döve döve öldürmüşlerdi.
Bu cinayeti işleyenleri bile korumak için, o her zamanki bildik metotlar devreye sokuldu. Mahkemeyi başka illere kaçırdılar, olayı unutturup sessizce üstünü örtmek istediler.
Ancak gazeteciler bu kez direndi, otobüsler tutuldu davaya hep birlikte gidildi, haberler yazıldı, takip edildi ve unutturulmadı.
Artık gazeteciler öğrenmişlerdi, biliyorlardı. Gazeteci cinayetlerinin arkasında devlet görevlileri ya da devletle ilişkili olan birtakım gizli güçler bulunuyordu.
Bu nedenle de devlet tarafından perdeleniyor, gizlice korunuyor, yakalananlar mahkeme aşamalarında deliller karartılarak aklanmaya çalışılıyor ya da inkar edilemez biçimde yakalanmış olanların davaları zaman aşımına kadar sündürülerek yine katiller kurtarılıyorlardı.
Bunları izleye izleye gazeteciler bu oyunları da çok iyi öğrendiler. Sadece merak edilen konu şu: Bu kişilere cinayet görevini kim veriyor?
Bu şekilde cinayetler işlenmesine hukuki kılıf hazırlamak için gizli yönetmelikler/kararlar/talimatlar/meclisten gizlice geçmiş yasalar filan mı var?
Emirler yazılı olarak mı veriliyor? Sen yap biz seni koruyacağız diye teminat senedi filan mı imzalanıyor?
Ya da bu konuda katiller dolduruşa getiriliyor, sonra devlet ajanları geri çekilip katillerin bu işleri yapmasını uzaktan mı izliyor?
Silah bomba araç gibi gerekli malzemeleri kim nasıl temin ediyor? Failler ya sonradan beni korumazlarsa diye niye hiç endişe etmiyorlar?
Susurluk'ta ortaya çıkan çetenin sonradan öldürülen katillerinden birinin annesi feryat etmişti: "Ben oğlumu devlete tertemiz bir insan olarak görev yapsın diye gönderdim onu yüzlerce kişinin katili yaptılar."
Peki bu genç devlet görevlilerinden katil yaratanlar kimler? Kanuna aykırı ve konusu suç olan emir verilemez. Öldür emri kimden gelirse gelsin suç teşkil ettiği için bu konuda amir de görev de verilemez, emir alan memur da bu emri yerine getiremez.
Eğer anayasamız ve ceza yasaları yürürlükte ise bu işler suçtur. Bu işlerde yasa dışı karar verenler varsa kimden aldıkları hangi yetkiye dayanıyorlar? Tek kişinin imzası ile mi emir veriliyor.
Yoksa önemli atamalarda olduğu gibi "Üçlü kararname" ile mi gizli ölüm emirleri (yargısız infaz emri) çıkartılıyor.
Bu konuda gizli kanun ve kararnameler mi var? Eğer yoksa devlet içinde bu tür suçları işleyenler varsa bu suçların sorumluluğunu kime güvenerek üstleniyorlar?
Eğer varsa gizli kararnameler ve öldürme emirleri hakkında/aleyhine Danıştay'a, Yargıtay'a dava açılabilir mi?
Yoksa bu işlerde, siyasilerin yani devleti yönetme görevini seçimle almış olanların haberi veya dahli yok mu?
Bu işler (devletin güvenliği) adına hareket eden gizli resmi/yarıresmi örgütler tarafından mı planlanıp uygulanıyor?
Bir hukuk devletinde bu soruları gazetecilerden önce kuşkuların üstlerinde yoğun biçimde yerleştiği devlet organlarının sorması ve yanıt vermesi gerekir. Yasama, yürütme ve yargı bu konularda ortaya atılan kuşkuları gidermedikçe bu ülke nasıl hukuk devleti olarak tanımlanacak?
Gazeteci cinayetlerinden sonra "Katiller yakalanacak, bunu yapmak şeref borcumuzdur" diye demeç vererek, infial eden kitleleri yatıştıran siyasiler, acaba sinsice vur emri verenler mi diye bir sorunun akıllara takılmaması gerekiyor.
Ya da siyasilerin haberi bile olmadan, daha alt birimler böyle kararlar verip uyguluyor sonra da demeç veren siyasilere "kesin zırıltıyı, biz yaptık bu işi kapatın" dedikleri düşüncesinin kamuoyunda yerleşmesi o ülkenin demokrasiden ne kadar uzak olduğunu göstermez mi?
Ülkeyi yönetmek için oy toplayan ve hükümet olan siyasilerin, kendilerinden emir alması gereken bürokrat/ teknokrat bazı çevre/çetelerin böyle işler yaptığını anlayıp, bu kişileri başkaca işlerde kullanmaya mecbur oldukları için ses çıkaramadıkları akla gelmez mi?
Yani eğer devletin içinde planlanıyor ve uygulanıyorsa, bu işler hangi yetki/yetkisizlik ile nasıl dönüyor ve asla dışarıya/yargıya sızmıyor bu da merak konusu.
Haa bu arada gazeteciler, öldürülen arkadaşları için neler yapabildi derseniz?
Önceleri bunların devlet içinden idare edilen bazı görevliler tarafından yapıldığı düşünülmedi ama giderek kuşku, sonra gözlem sonra açık açık ortaya çıkan bulgular.. Hepsi maalesef bu gizli odakları gösteriyordu.
O yüzden ilk zamanlarda cenaze törenlerinde meydanlara dökülüp protesto eden insanlar ve gazeteciler, giderek mahkemelerde de oyun döndüğünü kavradılar.
Metin Göktepe Cinayeti davasında olayı sıkı takibe aldılar.
Son olarak da Hrant Dink cinayeti davasında mahkeme safahatının iyi izlenmesi sonucu, devlet görevlilerinin rolünün gizlenmesi oyunu bozuldu.
Dink cinayetinin nasıl planlandığı ve uygulamaya konulduğu tümüyle olmasa bile kamuoyunun ne olduğunu anlayacağı kadar ortaya çıktı. Olayların merkezindeki emniyet görevlilerinin yargılanmasına izin vermeyen siyasiler de, yargıçlar tarafından bile ortaya konuldu.
Gazeteciler, Hrant Dink cinayetinin yargı aşamasında da Metin Göktepe mahkemesindeki gibi davayı sıkı takip etti ve gerçekleri görmek isteyenlerin gözlerinin önüne serdi.
Peki bundan sonra ne olur? İşte bu çetrefilli bir soru. Bu sorunun yanıtını, gerçekleri gören/görmek isteyen halkımız ile görmek istemeyen halkımız maalesef birlikte kararlaştıracaklar.
Soru şu: Biz vatandaşlar, gazetecilerin öldürülmesini sağlayan/emreden/ya da peşinen bilmese bile sonradan bu cinayetten sorumlu oldukları anlaşılan kamu görevlilerinin arkasında duran siyasi iktidarlara göz yumacak mıyız?
Demokrasi bu mudur?
Bunu bu ülkenin vatandaşlarının anlaması ve karar vermesi gerekiyor. Çünkü oyları ile iktidarları başa getiren veya uzaklaştıranlar bizim vatandaşlarımız.
Bu karar aşamasında gazetecinin görevi ise, oyları ile iktidarı tayin eden vatandaşlara, bu sorunun yanıtını düşünmelerini ve buna göre oy vermelerini söylemek/yazmak. Gizli cinayetlerin arkasındaki olayları ve oyunları mümkün olduğunca açığa çıkarıp sürekli anımsatmak ve peşini bırakmamak.
bianet'in yaptığı gibi. (FÖ/BA)