Böyle bir sonbaharda tanıdım ben onları. Memleketimin o güzelim kadınlarını, kızlarını.
Bazen bakıştık, bazen konuştuk ama hep gülüştük.
Hep güleryüzlüydüler hep neşeliydiler de uzun uzun bakınca sanki biraz da mahzunluk mu vardı gözbebeklerinde?
Güneş ilk onların pencerelerine doğuyordu bu coğrafyada. Bu yüzen pırıl pırıldılar bu yüzden hafif yanıktı yüzleri, elleri. Mora bürünmüştü başları. Uçsuz bucaksız düzlüklerde menekşeler gibiydiler.
Belli ki ağıtları da vardı yitenlere, gidenlere. Cudi'ye, Karacadağ'a çarpan ağıtları. Bey'e, Paşa'ya duyuramadıkları, ovalarda kaybolan, Harran'da, Halfeti'de... Mezopotamya'ya yayılan, Fırat'ın sesine karışan ağıtları.
"Ekmeği tatlı buraların belli ki tuzu yarasında saklı" demiştim içimden, oturduğumda o bereketli toprakların bereketli sofrasına.
Peygamberler şehrinin peygamber sabırlı kadınları.
Aradan iki sonbahar geçti. O cıvıl cıvıl, o güneşe komşu kadınlardan, kızlardan beşi öldü dediler. Resmi ağızdandı açıklamalar.
Sıcak bir öğleden sonrasında, kadınlar yemek yapıyormuş, çocuklarsa bahçede yanlarında.
Savaşın ortasında kalmışlar, korumasız ama tevekkel. Belki de aşinaydılar o top ve mermi seslerine.
Gülşah 40, Zeliha 39, Fatoş 14, Zeynep 8, Ayşegül 12 yaşında.
Tozun toprağın içinde terlikleri kalmıştı bahçede, kapının önünde güvenlik çemberi.
Yaşarken olmasa da artık devletin korumasındaydı başlarına yıkılmış ocakları, evleri.
Zeliha, Zeynep, Ayşegül, Fatoş ve Gülşah sessiz sedasız gömüldüler, yan yana.
El ayak çekilince üç çocuk geldi, taşlarla örtülü o büyük mezara. Sakin, ağırbaşlı, sessiz üç çocuk. Diz çöktüler; elleri havada, yüzleri yerde.
Mezopotamya'nın o üç erkek çocuğu, Mezopotamya'nın küçük menekşelerine veda ettiler...
İstanbul'sa kalabalık ve öfkeliydi dün akşam Taksim Meydanı'nda.
Dövizler açılmış, sloganlar atılıyordu, vitrin ışıkları aydınlatıyordu pankartları.
Savaş istemiyordu İstanbul.
O savaşın ilk kurbanlarınınsa ağıtları çarpıyordu yine o saatlerde Fırat'a, Karacadağ'a.
Zeliha, Zeynep, Ayşegül, Fatoş ve Gülşah... Ve üç erkek çocuk başlarında.
Üçü de şimdilik yalnız, sakin ve sessiz bakıyorlardı toprağa.
Üçü de şimdilik tenhada şimdilik öfkesiz... (EA/HK)