Genelde üniversite eğitiminin, özelde de iletişim eğitiminin yöneliminin ne olduğu ve ne olması gerektiği akademinin bitmeyen tartışma konularından biridir.
Sektörün ve sermayenin süreci kendi lehlerine biçimlendirme çabalarına karşın, akademinin bu duruma gösterdiği direnç ve öğrencilerin beklentilerini yan yana getirdiğimizde ortaya ilginç bir kimlik bunalımının çıktığı söylenebilir.
İletişim fakültelerinin de bu bağlamda sektörle olan ilişkisi başından beri tartışılmakta, ancak kurulum ve yönelimi göz önüne alındığında sektörle ilişkisinin kaçınılmaz olarak uyumlu olması öncelenmektedir.
Erol Mutlu'nun da ifade ettiği gibi, bu fakültelerin de kurulumu bu yönde olmuştur: "Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Basın Yayın Yüksek Okulu'nun ve daha sonra kurulan basın/yayın eğitimi veren yüksekokulların kuruluş gerekçesi, Lazarsfeld geleneği çerçevesinde, sadece medya personelinin yetiştirilmesine duyulan gereksinimdir.
Basın sektörünün SBF Basın ve Yayın Yüksekokulu'nun kuruluşundaki etkin katılımı ve talepleri bu gerekçenin somut kanıtıdır. Ne var ki endüstriyle basın ve yayın yüksekokulları arasındaki ilişki başlangıcından bugüne kadar Lazarsfeld'in Amerika için amaçladığı verimlilik ve işbirliği düzeyine de ulaşamamıştır.
Basın endüstrisinin sık sık bu okullardaki mesleki eğitimi yetersizlikle eleştirmesi bu durumun somut bir göstergesidir.
Basın endüstrisi okulları denetlemek istemekte, buna karşılık bu okulların üniversiter bünye içinde kurulmuş olmaları, dolayısıyla şu ya da bu ölçüde akademik bir geleneği paylaşmaları, bu denetimin gerçekleşmesini engellemektedir. Böylelikle bu okullar birbirine zıt, uzlaşması pek de mümkün görünmeyen iki yönsemeyi, kuruluş gerekçelerinden de kaynaklanan ve bu gerekçelerin hiç de eleştirilmemesi nedeniyle devam eden bir açmaz yaşamak durumundadırlar.
Bir yanda bu okulların endüstrinin talebine uygun olarak, yani endüstrinin de sözü geçecek biçimde sadece medya personelinin eğitim zemini olarak kalmaları; diğer yandan da ülkenin üniversiter yapısının özelliklerine uygun biçimde, gerçek anlamda akademik bir zemine oturtulmaları ve her türlü eğitim-öğretim faaliyetinin bu zemine dayalı olarak gerçekleştirilmesi ikilem doğurmaktadır. Henüz bu eğilimlerden biri diğerine ağır basmış değildir. Zira üniversite bünyesinde, bilimsel ve akademik kaygılardan arındırılmış bir eğitim-öğretim faaliyeti sürdürmenin olanağı (meslek yüksek okulu olarak düzenlenmiş kurumlar dışında) yoktur (Mutlu, 2005: 70-71)."
Zira İstanbul Üniversitesi'nin de başlangıç hikayesinde sektörün etkisi son derece belirleyicidir. Gazeteciler yeni kurulacak bir gazetecilik enstitüsü aracılığıyla daha iyi gazetecilerin yetişeceği ileri sürmüşler ve çabalarının karşılığını kurulan iktisat fakültesine bağlı gazetecilik enstitüsü ile almışlardır. Dolayısıyla gazetecilik enstitüleri, basın yayın yüksekokulları ve nihayet iletişim fakültelerinin kuruluş sürecinde iletişim sektörü bizzat bu okulların açılmasını istemiş ve bu okulları daha nitelikli iletişimciler yetiştirme yolunda son derece önemsemiştir. Görüldüğü üzere, medya endüstrisinin talepleri, iletişim eğitiminin biçimlenmesinde, başından beri etkili durumdadır.
Tam da bu noktada Türkiye'deki iletişim fakültelerinde iki farklı eğitim modelinin benimsendiği söylenebilir.
Bunlardan ilki iletişim eğitiminin akademik bir eğitim olduğu gerçeğinden hareketle, mesleki yeterliliklerden çok, bir sosyal bilim yetkinliğinin hedeflendiği eğitim modelidir. Sosyal bilimin ilgili disiplinlerinin harmanlandığı bu modele göre, iletişim eğitiminin iletişim mesleğini aşan boyutları vardır ve bu kuramsal zemin sağlanmadan mesleki pratiklerin öğrenilmesi yetersiz kalacaktır. Bu yönelime göre kuram ile pratik birbirinden ayrılmaz. Ancak bir tercih yapmak gerekirse, teori pratiğin önünde yer almalıdır. Bu bağlamda piyasanın yönelimleri akademinin öncelikli ilgi alanına girmez ve iletişimcilerin misyonu endüstriyel çıkarlarının tatmininden çok daha fazlasını içermektedir.
Meral Özbek'in çizdiği resim de bu tamlamaya uymaktadır: "İyi bir iletişimci, genel olarak içinde yaşadığı toplumun ve dünyanın temel meselelerini bilen ve bunları nasıl yorumlayacağı konusunda bir vizyon edinmiş bir yurttaş olma durumundadır. Herhangi bir yurttaş değil, kamusal bir iletişim ortamının kurulması sürecinde temel bir yeri olan bir yurttaş olarak iletişimci, kamusal sorumluluğu olan biridir ve dolayısıyla bu yönde yeterli bir biçimde donanmış, belli bir iletişim etiğine sahip olarak yetişmiş, bu yönlerde kendini kurma şanslarına sahip kılınmış biri olmalıdır. Bu ise, sadece toplumsal olarak mevcut olanın yapı ve işleyişini değil ama aynı zamanda olması gereken konusunda eleştirel bir perspektif edinmesinin mümkün kılındığı tercihler sunan bir eğitim ortamı ve programı gerektirir (Özbek, 1993: 325).
İkinci modele göre ise, sektörün beklentilerinin tatmini ve mezunların piyasa iş bulabilme imkanları önceliklidir. Dolayısıyla "piyasanın istediği iletişimcileri yetiştirmek" öncelikli bir hedeftir. Nitekim pek çok fakülte de misyonunu, sektöre eleman yetiştirmek, onların meslek yaşamlarında kendilerine katkı sağlayacak deneyimleri kazandırmak olarak tanımlamaktadır. Sözgelimi her iletişim fakültesi misyonunu ve amacını dile getirirken öğrencilerin piyasada iş bulabilme olanaklarına katkı sağlamayı öncelikli bir amaç olarak belirlemektedir.
Vakıf üniversitelerin ilgili bölümlerine bakıldığında yönelimin tamamen piyasa odaklı olduğu görülmektedir. Aynı durum pek çok devlet üniversitesi için de geçerlidir. Özellikle yeni açılan vakıf üniversiteleri kendilerini diğerlerinden farklılaştırırken sektörle iç içe olduklarını, sektörden pek çok temsilcinin ders verdiğini, mezunlarına daha fazla iş olanağı sunduklarını ısrarla vurgulamaktadır. Bunun yanı sıra çoğu devlet üniversitesi de mezunlarının istihdamını önemli ve öncelikli bir hedef olarak görmektedir. Ağırlıklı olarak Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından tercih edilen birinci modele nazaran, piyasanın gerekliliklerini önceleyen ikinci model iletişim fakültelerinin sayısı gün geçtikçe artmakta ve iletişim eğitimi ile piyasa beklentilerini buluşturmak pek çok kurum için birincil hedef olmaktadır. (MBA-FB/HK)
* Bu makalenin ilk bölümünü okumak için tıklayın.
Kaynaklar:
- 1- Mutlu, Erol (2005). Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya
- 2- Özbek, Meral (1993). "İletişim Eğitimi Üzerine". İLEF Yıllık 1992-1993: 307-327s