Dersim 1938 katliamına dair "yeni" belge ve bilgi içeren ikinci önemli eserin Cemil Koçak'a ait "Tek Parti Dönemi'nde Muhalif Sesler" olduğunu yazımızın başında belirtmiştik. (İletişim Yay. 1. Baskı, 2011, İstanbul) Bu eser, 9 sayfalık kısa bölümünde Dördüncü Umumi Müfettiş Korgeneral Hüseyin Abdullah Alpdoğan'ın 8 Nisan-28 Nisan 1937 tarihleri arasında hazırlayarak Ankara'ya gönderdiği 6 adet "istihbarat rapor"unu içeriyor.
Bu raporlar çok önemli; 1937 yılının "ilk olaylarına" veya "Dersim isyanı" tezine dair önemli bilgiler sunuyor. Cemil hocanın son kitabını "Umumi Müfettişlikler (1927-1952)" ve "Geçmişiniz İtinayla Temizlenir" kitapları ile birlikte okumak yararlı olabilir. Ama önce Abdullah Alpdoğan'a dair birkaç söz.
Abdullah Alpdoğan
Dersimliler'in 1938'de yaşadıkları trajedide başrol oynayacak bu zatın ön adı "Hüseyin"dir. Bu adın resmi nüfus kaydında bulunup bulunmadığını bilemiyoruz. Söz konusu adın, Koçgiri ve Dersimliler'in Hz. Hüseyin sevgisi dikkate alınarak "halkla ilişkiler faaliyetleri" kapsamında sonradan imal edilmiş olması mümkündür.
Abdullah Alpdoğan bir ordu komutanı olarak adını Koçgiri Katliamı ile duyurmuştur. 1915 Ermeni Kırımı'nda bir rolü olup olmadığını bilemiyoruz. Kanlı Koçgiri Harekâtı'nda Sakallı Nurettin Paşa ile görev yapmıştır.
Alpdoğan, Nurettin Paşa'nın aynı zamanda damadıdır. Katliamlar henüz sürerken ikilinin hedefi Dersim'dir. Ankara'ya çektikleri telgraflarla "tenkil harekâtının Dersim ve çevresini de kapsaması gerektiğini" bildirmişlerdir.
Ancak Ankara Dersim Harekâtı'na henüz hazır değildir; yeşil ışık yakılmaz. Alpdoğan'ın 1920'lerin hemen başında Dersim'i kafasına koyduğu anlaşılmaktadır. Muhtemeldir ki Alpdoğan, Koçgiri'de edindiği "tecrübeleri", 1937-38'de Dersim'de uygulamıştır. (İbrahim Bahadır, "Cumhuriyet'in Kuruluş Sürecinde Atatürk ve Aleviler", Kalan Yay., 2002, Ankara, s.81)
Tunceli Valiliği'ne 10 Ocak 1936'da bir kararname ile atandığında Alpdoğan, Sekizinci Kolordu Komutanı'dır. Alpdoğan Tunceli Valiliği görevini Haziran 1943 tarihine kadar 7 yıl boyunca sürdürecektir. Bu zatın vali olarak atanması başlı başına Dersim'e dair resmi planların kötücüllüğünü göstermeye yetmektedir.
Zira Alpdoğan, Koçgiri'den beri Dersim'e karşı husumet ile doludur. Öte yandan harekât öncesi bölgeyi incelemiş ve Birinci Umumi Müfettiş Tahsin Uzer'den Dersimliler hakkında ayrıntılı bilgiler almıştır. Alpdoğan Dersim'de işe "silahların toplanması" ile başlamıştır. Bu işi, tüm aşiret liderleriyle yüz yüze görüşerek bizzat yürütmüştür. 1936 boyunca devam eden silah toplama işinde tam başarı sağlanmıştır. Aşiretlerin ve ailelerin elindeki silahların yanı sıra bıçak ve kamaları dahi toplamıştır.
Aralık 1935 tarih ve 2884 sayılı Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun gereğince Tunceli Valisi olarak atanan Alpdoğan şu yetkilere sahiptir: Vilayetteki memurlar üzerinde bakanın sahip olduğu yetkileri kullanmak; vilayetteki kaza ve nahiyelerin sınır ve merkezlerini değiştirmek; kaymakam ve nahiye müdürlerini atamak; bu süjeleri gerekirse askerlerden seçmek; askeri memurlar hakkında askeri yasaları işletmek; sivil memurlara ceza verebilmek; Disiplin Komisyonu kararı ile bu memurları ihraç edebilmek; belediye başkanlıklarına nahiye müdürlerini ve kaymakamları atayabilmek; vilayet halkından olan kişileri veya aileleri vilayet içinde bir yerden başka bir yere nakletmek veya vilayet içinde ikamet etmelerini men etmek; idam hükümlerini tecil etmek; kamu davası açılmasına izin vermek; tutukluluk halinin kaldırılmasına izin vermek. Görüldüğü gibi Alpdoğan'ın yetki ve görevleri idari ve adli olup; çok geniştir. O artık Tunceli'de vali, dördüncü müfettiş, komutan olduğu gibi; bakan, kaymakam, nahiye müdürü, hâkim, savcı, sicil amiri gibi tüm resmi yetkililerin işlerini yapmaya kudretli "tek adam"dır. Öte yandan "Dördüncü Umumi Müfettiş" olarak mıntıka dâhilinde tüm devlet işlerinin olduğu gibi -dönemin tek partisi CHP'nin- parti faaliyet ve teşkilatının da yüksek murâkıp ve müfettişidir.
"İsyan edenler birkaç kişi"
General Alpdoğan'ın 8 Nisan 1937 tarihli ilk istihbarat raporu İçişleri Bakanlığına, Genelkurmay Başkanlığına, Üçüncü Ordu Müfettişliğine, Orgeneral Kazım Orbay ile Jandarma Genel Komutanlığı'na gönderilmiştir. Rapor Dersim'de meydana gelen ilk olaylara dair şu değerlendirme ile başlıyor: "Pah (Pax olacak, h.a) ile Kahmut (Gahmut olacak) nahiyeleri arasındaki köprüyü yıkanlarla Sin nahiyesine tüfenk sıkanlar hakkında haber alma yoluyla ve Demenan ile Abbaslar'dan bu suç ile ilgili olmadıklarını ispat etmek için nâhiye, kazâ ve vilâyete dehâlet ve müracât eden şahıslardan alınan mâlumâta göre suçlular ... Uzuntarla, Hözmerik (Xozmerek olacak) ve Aşağı Bor köylerinden ve Ballı (Bali olacak) mezrası ile Halvori köylerinden birkaç kişi olduğu öğrenilmiştir." Buradaki "birkaç kişi" tespitini not edelim. Rapor bu tespitten sonra seyyar, sabit jandarma birlikleri, süvari bölükleri, ağır makineli tüfek takımlarının görev alanlarında bazı değişiklikler yapıldığını bildiriyor.
İkinci rapor 25 Nisan tarihli. Bu raporda Sin Karakolu'na (Askisor karakolu olacak) ateş açılması hadisesi ele alınıyor. Karakola saldıranların hangi aşiretlere dahil olduğu belirtiliyor. Burada ilginç olan Alpdoğan'ın "Aralarına gönderdiğimiz propagandacının telkini ile Demanlı'lar mevzilerinden geri çekilerek, iş ve güçleriyle meşgul olmak üzere köylerine dağılmışlardır" değerlendirmesinde bulunmasıdır. Raporun devamında başka ilginç tespitler de var: "Bu aşiretlerin bir ağızdan söyledikleri sözler Tunceli teşkilatından sonra içlerine sokularak açılan karakol ve nahiyelerin geriye alınması keyfiyetidir." Raporun sonunda ise "İsyan eden müttefik aşiretler diğer aşiretlere kendilerine iltihak davetinde bulunmuşlardır. Bunlar bugün için mütereddit vaziyettedirler" cümlesi var.
Üçüncü rapor bir gün sonra yazılıyor ve Elazığ Valiliği üzerinden Ankara'ya sunuluyor. Bu raporda Demenanlılar üzerine bomba yağdırmak üzere 3 tayyarenin gönderildiği; Kureyşan aşiret reisi Haso Seydi'nin (Seyit Hüseyin veya Uşênê Seyd olacak) Kalbosan'a (Galvosan olacak) gittiğinin haber alındığı ve bu gece Sin'e bağlı Askisor karakolunu basmak üzere yüz kişilik bir eşkıya grubunun toplandığı belirtiliyor.
Bir gün sonra yazılan dördüncü raporda özetle, Pah'ta Demenan ve Haydaranlılar'dan 200 kişinin olduğu, -muhbirin ifadesine göre- bu grubun 3 ölü, 4 yaralı ve 4 gaip verdiği, ölülerden birisinin Haydaran reisi Kamer'in kardeşinin oğlu olduğu, "eşkıyanın cepheden geriye doğru çok miktarda ikişer kişi ile omuzda nakliyat yaptığı, nakledilen şeylerin elbise renklerinden yaralı ve ölü insan olduklarına hükmedildiği" belirtiliyor.
Rapordaki çok önemli başka bir bilgi ise ordunun "2 şehit, 1 yaralı ve 6 hayvan zaiyatı" verdiğidir. Aynı gün -27 Nisan- hazırlanan beşinci raporda ise Genelkurmay Başkanlığı ve Diyarbakır Kolordu Komutanlığından askeri kuvvet desteği istenmektedir. Aynı gün Elazığ Valiliği üzerinden İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'na verilen bilgi notunda Pax gurubu ile Sinan, Nusit ve Şahsek köylerinde yaşanan çatışmalar bildiriliyor.
Aynı notta, Pax'ta 2 şehit 1 yaralı verildiği, Askisor Karakolu'nda sabaha kadar devam eden çatışmada ise kayıp olmadığı, "eşkıyanın ise çok zaiyat verdiği" ekleniyor. Nihayet son rapor olan 28 Nisan tarihli istihbarat raporunda "Dersim'lilerce Kahmut ve Sin hadiselerinin umumileştirilmeye çalışıldığı, Mazgirt ve Pertek Karakollarının yakılması ve küçük karakolların düşürülmeye çalışıldığı haber alınmıştır... Dersim için vaktiyle düşünülmüş ve hazırlanmış tertiplerin alınmasına şimdiden başlanmasının uygun olacağı..." belirtiliyor.
1937 Askeri Harekâtı ve "İsyan Endüstrisi"
Gahmut Köprüsü'nün 22 Mart 1937 tarihinde yakılması "1. Tunceli Askeri Harekâtı"nın resmi gerekçesidir. Devlet söylemine göre "Dersim isyanı" bu olayla başlamıştır. Necmettin Sahir Sılan Arşivi-2, "Doğu Anadolu'da Toplumsal Mühendislik, Dersim-Sason (1934-1946)" kitabının "Ekleri"nde verilen 11, 12 ve 13 nolu krokiler altında "Tunceli bölgesinde hükümetçe konulmak istenen karakolları bölge halkı menfaatlerine uygun görmediklerinden Kahmutla Pah arasındaki Darboğaz tahta köprüsünü yaktılar ve oradaki jandarmalarla müsademe ettiler. Bu surette isyan başladı" yazılmaktadır.
1935'te bizzat Abdullah Alpdoğan tarafından kurdele kesilerek açılan bu tahta köprünün yakılması sırasında İsmail Hakkı Yüzbaşı isimli bir asker yaşamını kaybetmiştir. Köprüyü yakanlardan daha fazla sayıda kişi ölmüştür. İkinci olay ise 26 Nisan günü Sin'e bağlı Askisor Karakolu'nun basılmasıdır. Bu olayda ise hiç kimse ölmemiştir. 4 Mayıs 1937 günü Bakanlar Kurulu'nun ünlü kararı yayınlanmıştır. Karara göre ordu "şiddetli ve etkili bir taarruz hareketiyle yetinmeyecek", silah kullanmış olanlar ve kullananlar yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirilecek ve köyler kamilen tahrip edilecektir.
Karar uyarınca batıya 2 bin kişi nakledilecektir. Temmuz 1937 itibarıyla Dersim'de inilmemiş vadi, çıkılmamış tepe ve taranmamış köşe kalmaz. Ekim 1937'de harekât sona ermiş; 5 aylık tarama faaliyeti sonunda 1 subay şehit düşmüş; 4 subay ise yaralanmıştır. Er ve sivil insan ölü ve yaralı sayısı hakkında bir veri yoktur. 1937 Askeri Harekâtı'nın kısa öyküsü böyledir. (1937-38 Askeri Harekâtları hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız Reşat Hallı, "Türkiye Cumhuriyeti'nde Ayaklanmalar (1924-1938)", Genelkurmay Basımevi, 1972, Ankara, 1. Baskı)
Alpdoğan'ın Nisan 1937'de hazırladığı ve yukarıda özetlenen 6 adet istihbarat raporu resmi tarihin günümüze kadar sürdürdüğü "Dersim isyanı" söylemini berhava etmektedir. Zira Askeri Harekât'ın başlamasına gerekçe yapılan Gahmut Köprüsü'nün yakılması ve Askisor Karakolu'nun basılması eylemlerinin "basit asayişe müessir fiiller" olduğu görülmektedir. Bu eylemlerde ölen subay ve asker sayısının bir elin parmakları kadar dahi olmaması dikkat çekicidir. (Bugün Güneydoğu'da çokça görülen bir nefret cinayetinde, bir aşiret içi çatışmada, sıkça vuku bulan bir korucu teröründe veya PKK'nın herhangi bir karakol baskınında dahi daha fazla insan ölmektedir.)
Bu hareketler -raporlardan açıkça görüldüğü gibi- "birkaç kişinin" fiilleridir. Bizzat raporlar, "eşkıyaların kendilerine katılma çağrısı yaptıkları diğer aşiretlerin onlara destek ve yardımcı olmadığını" teslim etmektedir. Mart-Nisan 1937'de meydana gelen bu iki olayın münferit olduğu veya "tüm halkın katıldığı hareketler" olmadığı açıktır. Öte yandan 5 aylık bir çatışma, savaş veya "askeri harekât" sonunda -Ekim 1937 tarihi itibarıyla- "bir kaç subay ve birkaç askerin" ölmüş olması verisi de "isyan" söylemini çürütmektedir.
Öte yandan Alpdoğan raporları, 1937-38'de katliamlara küçük gruplar halinde direnen (sayıları sadece iki-üç düzine) Demenanlılar'ın dahi "Bir propagandacının telkinleri ile iş ve güçleriyle meşgul olmak üzere köylerine dağıldıklarını" gözler önüne sermektedir. Raporlar "Dersimliler'in içlerine sokularak açılan karakol ve nahiyelerin geri alınmasını istediklerini" doğru şekilde tespit etmektedir. Bu istekler "isyan göstergesi" değil; makul ve haklı taleplerdir. Zira devlet 1935'lerden sonra Dersim'e yalnızca kışla, yol ve karakol inşa etmiştir. Devlet, Dersimliler'in gözünde "yabancı bir askeri güç"tür.
"Dersim isyan(lar)ı" söylemi Cumhuriyet ile yaşıt değildir; ta Osmanlı'ya uzanmaktadır. Osmanlı 1906, 1907, 1909 askeri seferlerine, "asker ve vergi toplama" uğruna Dersim içinde yapılan rutin harekâtlara dahi "isyan" demiştir. Dersim'de yapılan her katliam, operasyon ve bastırma seferinin "isyan" örtüsü altında gizlenmesi bir Osmanlı-Cumhuriyet klasiği ve geleneğidir. 1938'den beri "isyan" propagandası sistemlileşmiş ve günümüze dek devam etmiştir. On binlerin katledildiği bir "harekât" başka türlü meşrulaştırılamaz. Bu propaganda -büyük darbe alsa da- günümüzde de devam ettiği gibi "sistem muhalifleri" de 1970'lerden beri "Dersim ayaklanması" söylemine kapılmıştır.
Mehmet Yıldız'ın da vurguladığı gibi "isyan endüstrisi"nden yararlananlar -ne yazık ki- pek fazladır. Oysa isyan örgütlü, planlı ve programlı olur. Dersim'de iki-üç aşirete mensup az sayıda kişinin "doğal yaşama alanlarına yabancıları sokmama" amacına dayalı nafile ve son kez direnişi söz konusudur. Bu direniş, Dersim nüfusunun büyük çoğunluğunun görüş alanında değildir. Nüfusun ezici çoğunluğunun devletin askeri harekât planlarından, gerçekleşebilecek katliamlardan, dağlarda direnen az sayıda aşiret mensubundan haberi dahi yoktur. 1936'da herkesin silahlarını teslim etmesi ve tüm köylerin ahalilerinin askeri birliklere teslim olması bunun göstergesidir.
Alpdoğan raporları, Mart 1937'nin bir isyan değil; -Osmanlı dönemi Dersim tenkil planlarını bir kenara bırakılacak olursa- temelleri en az on bir yıl önceye uzanan bir planlı katliam senaryosu olduğunu kanıtlamaktadır. Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey'in 1926'da sistemleştirdiği "Dersim çıbanını kökünden kesip atma" projesi 1937 Nisanı'ndan itibaren uygulamaya konulmuştur. Alpdoğan'ın 28 Nisan 1937 günlü istihbarat raporunda "Dersim için vaktiyle düşünülmüş ve hazırlanmış tertiplerin alınmasına şimdiden başlanmasının uygun olacağı" sözleri ise açık bir itiraftır.
Yazımızın başına dönecek olursak Zafer Toprak'ın Dersim'e dair resmi raporlarda "asayişin tesisi hedefinin önde olduğuna" dair yorumuna bir önemli parantez açalım:
Baskın Oran'ın da hatırlattığı gibi 1936'da Dersim'de bir "asayiş sorunu" kalmadığı -yine raporlara göre- sabittir. Umumi Müfettişlerin 1936 toplantısında "Şimdiye kadar hükümet kuvvet ve nüfuzunun giremediği Dersim, Türkiye Cumhuriyeti camiasının ayrılmaz bir parçası haline girmiştir, bölge asayişinde yüzde 99 salah (düzelme) vardır" değerlendirmeleri yapılmıştır. (Dersim 1938 konusunda çok önemli bir kaynak olarak bakınız yayına hazırlayan M. Bülent Varlık, "Umumi Müfettişler Toplantı Tutanakları-1936", Dipnot Yayıncılık, Ankara, 2010, 1. Baskı, s.29) Özcesi 1937-38'de bir isyan olamayacağı 1936'da dahi bellidir. (HA/EÖ)
(*) Hüseyin Aygün'ün yazısının birinci bölümü olan "Dersim 1938'e Dair "Yeni" Belgeler, Bilgiler - 1" başlıklı ve 29 Ocak 2011 tarihli yazısına erişmek için tıklayınız.