Anne karnından yeni çıkmış bir bebeği masum kılacak pek çok şey vardır kuşkusuz bir çırpıda sıralanabilir olan. Bence en geçerli tez kimsenin doğuştan cinsiyetçi, ırkçı, ayrımcı vs. olmaması ya da başka deyişle henüz o coğrafyada "hakim"in resmi ve kültürel kodlarına maruz kalmamış olmak.
Kimlik edinme işi; öncesinde; iyi vatandaş olmak kabulü ve sonra iyi vatandaş olmanın sorgulanamaz kurallarını hatmetmeyle yuvarlanıyor. Sonu gelmez bir biat etme yolunda, etmeyenlerin başına gelen felaketlere tanık halde, o felaketlerin başa gelebileceği korkusuyla bir süre sonra doğru/yanlış ayrımı kalkar ortadan.
Kimin hangi ocakta doğduğunun bir önemi yoktur artık, toplumcak damarlara zerk edilen öteki düşmanlığı çoktan kana karışmıştır.
Muşafak
İlkokul ikinci sınıfta olsa gerek, İstiklal Marşına "Korkma sönmez bu şafak" diye başlar, bir es verir ve "Larda yüzen al sancak" diye devam ederdim.
Uzun süre çoğul ekinden ayrıca "Lar" diye bir kelime olduğunu, anlamının da deniz ya da göle benzer bir şey olduğunu sandım. Ne soyutlamayı ne metaforları anlayacak bir yaştaydım ki şafakta yüzülemeyeceğine en fazla uçulacağına kalıbımı basardım. Hoş, anlayacak yaşa gelince de ilgimi çekmedi.
Geçen akşam Kerim Bora atölyeden Erhan Arık, üzerinde "devinim" yazan bir basın dosyasını elime tutuşturmasaydı, eve gelince açtığım cd'den yayılan iki saniyelik çocuk sesi "Korkma sönmez muuuuşafak" diye bağırmasaydı geri dönmezdim Türkçe'den başka dil, Türk milliyetinden başka kimlik olmayan tozlu sıra anılarıma...
Bir Kerim Bora Atölyesi projesi. Kerim Bora daha önce de Rüzgara Fısıldanan Sözler/Doğu Afrika, Don Kişot'un Çocukları/Küba ve Güneşin Üç Yüzü/Hindistan işlerinin mucidi fotoğraf sanatçısı.
Devinim'e gelince. Devinim İstanbul da dahil tam yirmi şehirde bin halktan insanla yapılan röportajlardan oluşuyor.
"Projenin derdi nedir?" kısmında şöyle diyor:
"... Kuşbakışı bir Türkiye profiline ulaşmayı amaçlayan, dünyanın belki de bu en özgün coğrafyasında her türlü faklılıklarımıza rağmen yarınlarımızı nasıl daha beraber ve daha eşit yaşayabiliriz, önyargılarımızdan sıyrılarak birbirimizi nasıl daha iyi tanıyabiliriz ve gelecek nesillerimize nasıl daha demokratik bir Türkiye bırakabiliriz gibi konuları sorgulayan tamamıyla bağımsız ve hiçbir ticari amaç taşımayan bir projedir."
Atölye projeyi anlatmaya devam ediyor:
"Türkiye birbiriyle tarih boyunca evlenip çoğalmış böylelikle karışmış değişik etnik grupların, dinlerin ve ırkların oluşturduğu çok özel bir coğrafya. Yani görünen kadarıyla bu özel coğrafyadaki insan formasyonu Trakya, Anadolu, Kafkasya, Balkanlar, Orta Asya ve Mezopotamya kültürlerinin ortak bir yansıması. Bugün galiba genelinde 'batılı' olmaya çaba sarf eden Türkiye 'nin - belki de- en büyük sorunu, kendini hiçbir vatandaşını dışarıda bırakmayacak bir ölçekte tanımlayamaması.
Yani bir başka deyişle sınırlarının dışına çıkan herhangi birimize siz 'Türkiyeliler' kimlersiniz diye sorulduğunda cevabımız tamamı ile sığ bir vizyondan,'Biz Orta Asya 'dan bu coğrafyaya gelip yerleşenleriz' veya 'Irkımız Türk, dinimiz İslam' olagelmiş.
Eğer bunlar doğru tanımlar ise bu coğrafya içindeki ırkı ve kökü Orta Asya Türkleri 'ne dayanmayan veya bir başka perspektifle kendini dini ile de tanımlamayı seçmeyenlerimiz yarınlarımızda bu çok özel coğrafyada ne kadar hak sahibi olabilir ?
Veya bu tanımlar artık doğru kabul edilemeyecek kadar çağ dışı ise hala neden kendimizi bu denli dar pencerelerden ifade etmeye çalışıyoruz ?
Neden soru sormayı, bize dayatılan tarihi sorgulamayı, kendimizi eleştirmeyi bizi yeterince tanımayan ve bize ithal çözümsüzlükler dayatan başka ülkelerin insanlarına bırakıyoruz ?
Eğer buna bu şekilde devam edersek, bugün toplumumuza yavaş yavaş hakim olmaya başlayan; Alevi-Sünni, Türk-Türk olmayan, Zengin-Fakir, Sağcı-Solcu, Kadın-Erkek v.s gibi kolaylıkla sayısı artabilecek katı kutuplaşmaları nasıl önleyebilir ve nasıl daha "beraber" bir hayatın temellerini atabiliriz ?
Nedense, bunlar gibi bu özel coğrafyanın dününde ve bugününde ürettiği birçok soruyu sorup tartışmaya dahi korkmuşuz..
Oysa soru sormak, sorgulamak ve hatta eleştirmek demokratik bir toplumun oluşmasının ve de gelişebilmesinin birincil şartı değil midir?
'Devinim' bir sanatçı perspektifinden sadece 'sorgulamaya' çalışan ve her ama her soruyu sormanın ve de sorabilmenin önemini vurgulamak isteyen bir proje."
Devinim.tv'den izlenebiliyor olan projede röportajlar şu altı başlıklara ayrılıyor:
Türkiye 'de;
-Kimlik Tanımlamaları ve Ötekileştirme
-Yakın Siyasal Tarihimizden
-Türkiye 'de Genç Olmak
-Alevi-Bektaşi Vatandaşlarımız ve Rahatsızlıkları
-Sünni-Müslüman Vatandaşlarımız ve Rahatsızlıkları
-Eğitim Sorunsalı
-Cinsiyet Ayrımcılığı
-Gecekondular ve Sosyal Adaletsizlik
-Şehit Yakınları ve Rahatsızlıkları
Görüşmeler Ankara, Antakya, Ardahan, Artvin, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Düzce, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Kırklareli, Manisa, Mardin, Muğla, İstanbul, İzmir, Rize, Tekirdağ ve Şanlıurfa'da proje bir amatör mini-DV kamera ile beyaz bir fon önünde gerçekleşmiş.
Projede herhangi kişi ya da kurumdan finansman sağlanmamış.
Devinim VVebTV yayını 1 Haziran'da başladı. 1 Ağustos'a dek, yapılan röportajdan derlenmiş ve Devinim VVebTV'nin çıkış noktası olan "Devinim" projesi www.devinim.tv adresinde çeşitli tematik seçkileriyle sunuluyor.
Ve 1 Ağustos 2009'da Devinim VVebTV güncel yayınına başlayarak, her ay seçilen bir Türkiye konusunu mümkün olduğunca her düşünce kesiminden insanına soracak ve programlarıyla bu konuyu yine www.devinim.tv adresinde tartışmaya açacak.
1 Ağustos'tan 15 Eylül 2009'a kadar, "12 Eylül anayasası neden değişmeli ve nasıl bir anayasa bu ülke insanlarına daha beraber bir gelecek adına en uygun olanıdır ?" sorusunun cevaplarını tartışılıyor olacak.
Devinim.tv'de bir saatten fazla zaman geçirdikten sonra aklımda pek çok kalıyor dinlediğim insan hikayelerinden. Örneğin dört duvardan sonra çatısını yapamayan bir kadının yaşadıklarını hatırlıyorum. Ne diyordu: "Bir yıl çatısız kaldım dört duvar arasında. Çatıya naylon çektim. Bir gün çok şiddetli fırtına vardı. Çocukların yatağını masanın altına yaptım ki üzerlerine tuğla düşmesin."
Anlatmaya devam ediyor:
"Gecekondumuzun yolu yoktu, çocuklar ayakları çamurlu olunca okulda dışlanıyorlardı. Yola ulaşana kadar ayaklarına naylon geçiriyordum."
Bu kısmı sadece sosyal adaletsizlik kısmı. Sınıfsal dışında dinsel, etnik, ideolojik, cinsel pek çok farklılık pek çok kimlik pek çok hikaye anlatıyor.
Düşünüyorum insan dinlemenin önemini. Kadın olmaktan biliyorum derdimi anlatmanın ne zor olduğunu. Ama diğer yandan dokunmak çoğu zaman binlerce kitabın, sayısız politikanın yerini alıp ön yargıları kırar. Dokunmanın ön koşulu da dinlemekten geçer. (EZÖ)
Röportajları izlemek için tıklayınız.