*Fotoğraf: Halil Fidan / Kilis / AA
“Niğde Şehit Fazıl Doğruöz Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde 800 öğrenci, bir ağızdan komando andını okudu.”
“Hatay'da anaokulu öğrencileri, Tunceli'de görev yapan askerler için komando andı okudu.”,
"Samsun’da bir okulda teneffüse çıkış ve derse giriş zili olarak iki mehter marşı ile ‘Ölürüm Türkiyem’ şarkısı çalıyor.",
“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bordo bereli üniformasıyla ağladığını görüp sahneye davet ettiği çocuğa sordu: “Türk bayrağı da cebinde… Şehit olursa bayrağı da inşallah örtecekler. Her şeye hazır. Değil mi?”
Cümleleri son zamanlarda medyada çıkan haberlerden derledik. Örnekleri çoğalıyor.
Erdoğan’ın, sahneye çıkardığı askeri üniformalı bir kız çocuğu ağlarken söylediği “Şehit olursa bayrağı da inşallah örtecekler” sözleriyle son örneğini yaşadığımız uygulamaları ve çocuklar üzerindeki etkisini Prof. Dr. Serdar M. Değirmencioğlu’na sorduk.
"Öl Dediler Öldüm" başlıklı kitabı hazırlayan, Université libre de Bruxelles konuk öğretim görevlisi Değirmencioğlu, “Bunların hepsi büyüklerin işi” diyor ve ekliyor; “Hepsi Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı”.
"Bir kampanyanın parçaları"
Komando andı/marşı okutulması, çocuklara askeri üniforma giydirilmesi, çocuğun “şehitlik” kavramı ile yan yana getirilmesi uygulamalarının yaygınlaştığını görüyoruz. Bunun nedeni nedir? Sistematik bir durum mu?
Türkiye, hem içeride hem dışarıda, savaş siyaseti ile yönetiliyor. Ölümler de, ölümler ile ilgili uygulamalar da bunun sonucu. Bu uygulamalar kendiliğinden oluşmuyor veya ortaya çıkmıyor. Yıllardır yürütülen bir kampanya söz konusu. Toplumun her gün militarizm ile uyanması ve militarizmi soluması isteniyor. Şehitlik bu açıdan çok yararlı ve çok kullanışlı bir kurgu.
Son 15 yıldır topluma her olanakta şehitlik aşılanıyor. 2003-2013 arası, nüfusun yaklaşık yüzde onu Çanakkale’ye götürüldü. Kamusal alanlara “şehit” damgası vuruldu. Dahası, şehitlik kurgusu ile kuşatılan ve bu kurguya inandırılan “yeni nesiller” üretmek için özel çaba gösterildi. Görkemli, etkileyici Sarıkamış etkinlikleri düzenlendi; binlerce genç donarak ölmeye yollanan askerleri ve militarizmi yücelten yürüyüşlere götürüldü. Bir yürüyüşte en önde Gençlik ve Spor Bakanı, yanında İçişleri Bakanı varsa, bu basit bir uygulama olamaz; ciddi bir kampanya yürütülüyor demektir.
Bu “yeni nesil” kampanyasında çocuklara yönelik çalışmalar daha da önemliydi. Yıllardır 4-5 yaşındaki çocuklardan başlanarak okullarda savaşta şehit olma mizansenleri yaptırılması, çocukların gittiği okullara, parklara, hatta yuvalara “şehit” adlarının verilmesi ancak bir kampanyanın parçaları olarak görülebilir.
Son dönemde, yani Haziran 2015’den bu yana, söz konusu kampanya artık çok daha açıktan yürütülüyor. Diyanet İşleri çocuklara şehitlik ne kadar iyi ve güzeldir anlatan yayın üretiyor, dağıtıyor. Diyanet İşleri Başkanı Kur’an kursunda çıkan yangında ölen çocukları “hükmen şehit” ilan ediyor. Sünnet törenine bakan arabası gönderiliyor çünkü çocuğun babası iktidarın açtığı savaşta “şehit” olmuş. Bu kampanya o kadar önemli ki, artık bakanlar da yetmiyor; en üst düzeyden katkı geliyor. Türkiye’de çocuklara ölüm ve savaş bir “görev” ve “yazgı”, hatta bir ödül olarak benimsetilmek isteniyor.
"Militarizim tırmandırıldığında çocuklar devreye sokuluyor"
Yemin metinleri ve marşların okutulması ile çocuklara askeri üniformaların giydirilmesi gibi benzer uygulamalar geçmişte nasıl dönemlerde arttı?
Görüntüleri inceleyelim. Bir çocuk, üzerinde üniforma, başında bere, cebinde bayrak. Hiçbiri rastlantısal değil, kendiliğinden de değil. Bu çocuğa üniformayı giydirenler ne yaptıklarını biliyorlar. Başına hangi renk bere koyacaklarını da biliyorlar. Cebine ne koyacaklarını da. Bunların hepsi büyüklerin işi.
Yıllar önce Hürriyet’te yayımlanan bir fotoğraf ile karşılaştıralım. Fotoğrafta üç küçük çocuk var; bir mezarın başındalar. Çocuklara kamuflaj üniforma giydirilmiş; başlarına mavi bere konulmuş. Fotoğrafın altına, bir bayram sabahı şehit ziyareti yapan miniklerden söz eden bir ibare konulmuş. O dönem yürütülen, “düşük yoğunluklu savaş” siyasetine uygun, büyükler tarafından hazırlanmış bir kurgu. Ne rastlantısal, ne de kendiliğinden.
Kolayca iki çıkarım yapabiliriz. Çocuklara üniformaların, marşların, kendini feda etme mizansenlerinin, şehitliğin yakıştırılması militarizmin bir parçası; savaş ve militarizm tırmandırıldığında çocuklar devreye sokuluyor. Söylemeye bile gerek yok ama bunların hepsi Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı.
İkincisi, bütün bunlar son 15 yıl içerisinde eskiye göre çok daha fazla kullanıldı ve bugün ortaya çıkan uygulamalar uzun süredir var olan bir kampanyanın uç noktaları. Barış süreci gündemdeyken bile çocuklara sürekli şehitlik benimsetilmek isteniyordu. Şehitlik ziyareti sonrasında çocuklara yazdırılmış mektupların bir başbakan tarafından okunduğu ve siyaset malzemesi yapıldığı bir dönem daha önce hiç görülmedi.
"Çocuklara çok ağır etkiler yapabilir"
Erdoğan’ın askeri üniforma giydirilmiş ve ağlayan bir kız çocuğuna söylediği “şehit olursa bayrağı da inşallah örtecekler” sözlerinden hareketle çocuklar ve şehitlik kavramını yan yana kullanmanın çocuklara etkileri nelerdir?
Bir çocuğa üniforma giydirilmesi, bayraklı fotoğrafının çekilmesi duygusal açıdan yeterince etkili görülmüyor. Bağırarak marşlar söyleyen çocuklar daha etkili. Kendini feda etme, ölmeye hazır olduğunu bağırma, yemin etme mizansenleri de. Ama daha etkilisi ağlayan çocuk. Hem büyükler, hem de çocuklar için ağlama güçlü duygusal bir etki yaratıyor. Çocukların duygu bağı kurması, duygudaşlık (empati) hissetmesi çok daha kolay. Ağlayan, acı çeken çocuk videoları çocukları çok etkileyebiliyor. Bu tip videolar çocukları etkilemek isteyenler tarafından çok sık kullanılıyor.
Öte yandan ölüm ve ölümle ilişkili kavramlar özellikle küçük çocuklara çok ağır etkiler yapabilir. Bu etkiler hem çok ağır, hem de kalıcı olabilir. Çocuklara aykırı rejimler, onlara acı ve ölüm üzerinden kalıcı olacak şekilde ayrımcılık, düşmanlık ve acımasızlık belletmek isterler. Çocukların büyük bir bölümü de bu şekilde ayrımcılık, kin, nefret ve acımasızlık ile büyür.
"Amaç, erken yaşta aşırılı duygusal tepkilerin yerleştirilmesi"
Tüm bu uygulamalar çocuklara nasıl yansıyor?
Genel olarak şu söylenebilir: Hamaset dolu şiirlerin ve marşların söyletilmesi, yürüyüşler yaptırılması, tabut taşıtılması vb. canlandırmalar çocukların duygularının kabartılması amacıyla kullanılır. Amaç, olabildiğince erken yaştan kafalara belirli simgelere, seslere, renklere yönelik aşırı duygusal tepkilerin yerleştirilmesi. Yani duygusal tepkilerin, sorgulanmayan ve sorgulanmayacak duygusal kalıpların oluşması. Bütün bunlar, her şeyin sorgulanmasını teşvik eden, eleştirel düşünmeyi amaçlayan eğitim anlayışının tam tersi.
Geçen yüzyıldaki örneklerden biliyoruz. Tepedeki lider ne derse yapan, ona tapınan ve verilen emirleri sorgulamayı bir ihanet sayan kitleler yaratmak isteyen rejimler, olabildiğince erken yaştan başlayarak tek kalıp çocuklar yaratmak istemiştir. Bu çocuklar ileride sivil bir ordu gibi, bir milis gücü gibi işlev gören kitleler oluşturacaktır. Liderin olmadığı yerde, lideri onlar temsil edecektir. Lider tapınılacak kişidir ve ona inanç tamdır. O milletin ta kendisidir. Lider bu yolla ayrımcılık, kin, nefret ve acımasızlığı istediği şekilde yönetir.
"Siyasetçiler çocuklardan uzak durmalı"
Çocuklar bu şiddet ortamından nasıl korunabilir? Medyaya, siyasetçilere düşen ne?
Önce medyada kullanılan dile ve görüntülere bir göz atmak gerek. Kullanılan haber dili, başlıklardan içeriğe yanlış. Örneğin, “Öğrenciler hep bir ağızdan komando andını okudu” gibi bir başlık doğru değil. Yüzlerce öğrencinin hep bir ağızdan ant okuması gayet tipik faşist bir imgeden ibaret. Daha önemlisi burada özgür irade yok. Öğrenciler bu andı kendi istekleri ile okumuyorlar. Hele söz konusu olan anaokulu dönemindeki çocuklar ise. Çocuklar neden komando andı okusunlar? Çocuklara bırakılsa çocuk şarkıları söylerler. Ama militarist veya faşist rejimler çocuk şarkılarını sevmezler veya yerine rejime uygun kötü şarkılar koymaya kalkarlar.
Samsun’dan dün gelen bir habere bakalım. Bir lisede okul zili yerine mehter marşı ve hatta “Ölürüm Türkiyem” çalınıyormuş. Müdür “milli bilinç” oluşturmayı amaçladıklarını söylemiş. Okulun adında da “şehit” olduğunu da düşünürsek bu bir kuşatmaya benziyor.
Çocukların bu gidişattan korunması kolay değil. Siyasetçilere düşen belli. Çocuklardan uzak durmaları gerek. Okulların, toplumun ve siyasetin barışa ve demokrasiye odaklanması gerekiyor. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ve çocuğun yararı ilkesine aykırı ne varsa siyasette yeri olmamalı. (BK)