Dedemin bir hayali vardı: Tayyare piyangosundan para çıkarsa babasının doğduğu toprakları ziyaret edecekti. Bugün Rusya Federasyonu’na bağlı olan Adigey Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Maykop’tan gelmişlerdi. Dedem Kafkasya’nın üzerinden "demir perde"nin kalkışını, Sovyetler Birliği'nin çözülüşünü göremeden 1980’li yıllarda vefat etti. O dönemde Kafkasya, Kaf dağı kadar uzaktı.
Dilini konuşamıyordum ama...
Dedemin ölümünün ardından Çerkesçe öğrenmek istedim. Dilsizleşmiş olmanın burukluğunu yaşıyordum. Aile büyüklerimden kaptığım üç beş kelime dışında bu çaba beyhude oldu. Dilini konuşamıyordum ama kültür örflerde, adetlerde, davranış biçimlerinde, danslarda yaşıyordu. Şamil Vakfı’nda dans dersleri almaya başladığımda kendimi Kaf dağının büyüsüne kapılmış gibi hissettim. Dilsizleşmiştim evet ama dansın dili vardı. Dans dersleri sırasında, Kafe’nin, Lezginka’nın insanın içine işleyen melodileri akordeonun sesinden salona yayıldığında orada başka bir dil vardı. Ve o yaşıyordu.
Köklerinden koparılanların benzer öyküleri
Köklerinden koparılan insanların öyküleri her yerde birbirine benziyor. Üç kuşak önce Anadolu’yu terk etmeye zorlanmış bir Ermeni ailenin çocuğu olan Amerikalı bir arkadaşım var. İlk kez bu sene Türkiye’ye geldi. Ermenice bilmiyordu. Onun Ermenicesi de benim Çerkesçem gibi birkaç kelimeyle sınırlıydı. Çat pat bile denilemez. Ailesinde Anadolu Ermeni kültürünün izleri yaşıyordu ama bu kültür İngilizce konuşuyordu. Türkiye’ye geldiğinde çocuklar gibi şendi. Ailenin bir kısmı Balıkesir’de yaşarmış. İstanbul’da geçirdiği zamanlardan sonra, Balıkesir’e gitti, ailesinin izini sürmeye.
Ben de bir gün Kafkasya’ya gitmek istiyorum. Atalarımın terk etmek zorunda kaldığı cesur Nartların ülkesine… Kaf dağına…
Önemli olan dillere yaşam hakkı tanımak
Ama ben bu toprakların çocuğuyum. Büyükannelerimin ve dedelerimin dilini konuşamamamda, kapalı kapıları ardında tasarlanmış “Türk olmayan Müslüman halkları Türkleştirme” politikalarının rolü olduğunu biliyorum. Ortaokul – lise tarih kitaplarında Çerkeslerden “Çerkes Türkleri” olarak bahsedildiğinde içimde duyduğum kızgınlığı da hatırlıyorum.
Diller doğar, diller yaşar, zaman içinde değişir ve bazen ölür. Bir Kuzey Kafkas dili olan Ubıhça’nın öldüğü gibi. Önemli olan dillere de, insanlara olduğu gibi yaşam hakkı tanımaktır.
Sözlü bir kültür olan Çerkes kültürünün, yazılı bir kültürle karşılaştığında gerilemesi ya da dış etkilere görece olarak kapalı olan köylerden çıkıp kentlere gelindiğinde zayıflaması doğal olabilir.
Ama bunca sevgiyle bağlı olduğumuz bu ülkede, birilerinin bir zamanlar kapalı kapılar ardında “Türkleştirilmemiz” gerektiğine karar vermiş olması ve bizi tarihe “Çerkes Türkleri” olarak kaydetmeye çalışması, işte bu üzüyor insanı. Çerkesler adına konuşmak benim haddime değil. Ben ancak kendi adıma konuşabilirim. Ben kendi adıma affediyorum.
Çoklu kimliklerimiz
Rahmetli ninemi hatırlıyorum. 90 yaşını çokça geçmişti. Ama bedeni ve zihni demir gibiydi. İlkokul günlerimde köye onu ziyarete gittiğimde, bahçede, ortancaların yanındaki sedirde elimi tutup bana çok sevdiği abisinin Çanakkale Savaşı’nda nasıl şehit düştüğünü anlatışını hatırlıyorum ve Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya silah kaçıran babasına Atatürk’ün nasıl kahramanlık belgesi verdiğini. Gazi, İstanbul’dan Ankara’ya giderken trenini köyde durdurmuş; trenden inmiş ve büyük dedeme kahramanlık beratını kendi elleriyle vermiş.
Hepimizin çoklu kimlikleri var. Kimlikler akıcıdır, değişkendir, iç içe geçmiştir. Ben bu toprakların çocuğuyum. Bu coğrafyayı bir birine bağlayan bir üst kimliğin parçası olarak Türk'üm, aynı zamanda Çerkes'im, aynı zamanda İstanbulluyum, kadınım, gazeteciyim… Bunlar çoklu kimliklerimden ilk aklıma gelenler. Bugün Türkiye coğrafyası içinde yaşayan insanların hamurunda yoğrulduğu kültürel üst kimliğin adına “Türk” diyebilirsiniz (etnik Türk kimliğinden farklı olarak), “Türkiyeli” diyebilirsiniz ya da yeni bir isim ortaya atabilirsiniz. Ama bu, böyle bir ortak bir üst kimliğin olmadığı anlamına gelmez. İşte ben, bu yüzden hem Türk'üm, hem Çerkes'im. İstanbulluyum, kadınım, gazeteciyim. İnsanlar arası ilişkilerin gerektirdiği önceliklere göre “Çerkes kökenli bir Türk”; “İstanbullu bir kadın”; “bir kadın gazeteci” ya da “bir Türk kadını” diyebilirsiniz. (AA/TK)