Bugün Uluslararası Anadili Günü. Birkaç kelime dışında Lazca bilmememe ve enikonu asimile olmama karşın anne tarafından bir Laz olarak Lazca’yla ilgili yazıyı yazmak bana düştü. Ben de bir bilene danışmayı uygun gördüm, Türkiye’de Laz dili ve kültürüne yaptığı katkılarla tanınan Çivi Yazıları’ndan Özcan Sapan’la konuştum.
“Türkçe’den kaldım”
Sapan, Ardeşenli bir ailenin çocuğu olarak resmi kayıtlara göre 1960’ta İstanbul’da doğar. Pek çok Karadenizli aile gibi çay mevsimlerini memlekette, kışlarıysa İstanbul’da geçirirler.
Ev hayatında Lazca konuşulduğu için anadili Lazca'dır, Türkçe’yle ancak ilkokula başladığında tanışır. Türkçe öğrenmekte ve konuşmakta güçlük çektiği için maaile memlekete dönerler. Ancak Türkçe sıkıntısı burada da yakasını bırakmaz ve dersten kalır. Lazca ağlar, Lazca bağırır, olayı ailesine Lazca açıklar.
Anadili nedeniyle yaşadığı sıkıntılar Sapan’ın çocukluğu ve gençliği üzerinde derin izler bırakır. Aksanı nedeniyle alay konusu olur, eğitim hayatı, iş tercihi, tüm hayat akışı anadil sorunundan etkilenir.
Benzer güçlükleri yaşayan pek çok Laz, çocukları da aynı sıkıntılardan muzdarip olmasın diye onlara Lazca öğretmez, anadilinden ve kimliğinden kopar. Sapan’sa Laz dili ve kültürünü araştırmaya yönelir.
“Dağda, bahçede Lazca, şehirde Türkçe konuşuluyor”
Lazca’nın yavaş yavaş günlük kullanımdan çıktığını ifade eden Sapan şöyle konuşuyor:
"Maalesef dağlarda, çay bahçelerinde Lazca konuşuluyor ama şehre inildiğinde Türkçe konuşuluyor. Lazca eğitim dili olmadığı, yazılı edebiyata sahip olmadığı için yeni teknolojilere, yeni kullanımlara açık değil. Bütün balıkların Lazcası var. Bahçedeki dikeninden tutun da kirazın bin bir çeşidine kadar Lazcası var. Televizyonun, buzdolabınınsa yok. Dil kendini geliştiremiyor. Derdinizi anlatmak için araya Türkçe karıştırmak zorunda kalıyorsunuz."
“Kritik noktadayız”
Sapan Lazca eğitimi verilen bir merkez ya da enstitünün olmadığına dikkat çekerek “Çok kritik bir noktadayız" diyor.
"Bir dilin yaşaması için aktif olması, ev içinde konuşulması lazım. Anne babalar çocuklarıyla Lazca konuşmuyor. ‘Lazca konuşursan şiven bozulur, başarısız olursun’ anlayışı var. 50 yaş üstündeki insanlar köşelerine çekilmiş durumda. Metropollerde büyüyen 30 yaş altı Laz nüfusun çoğunluğuysa 3-5 kelime dışında Lazca bilmiyor. Lazcayı bilen ve öğretebilecek olanlar 35-50 yaş arasındakiler. Onlar da yapmazsa başkaları yok.”
“Devletin tutumu olumlu değil”
Sapan’a göre Lazca’nın yok olma noktasına gelmesinde devletin olumsuz tutumunun da etkisi büyük:
"Dil o kadar baskı altında tutulmuş ki gerçek sahipleri bile o dilin bir işe yaramadığına ikna olmuş. Yaşı 70-80 olanlar bilirler. O zamanlar Lazların yaşadığı bölgelerdeki okullarda Lazca konuşanlar cezalandırılıyordu. Örneğin bir büyüğümüz anlatıyor. Öğretmenleri 'Uşaklar, ha buni konuşmayin da!' diye kızıyormuş. O da Laz ama ne yapsın? Milli Eğitim’den gelen emir bu.
"Daha yakın bir örnek vereyim. Üç, dört yıl önce TRT çeşitli anadillerde yayın vaadi verince bir arkadaş topluluğu olarak Lazca için dilekçe vermek üzere Ankara’ya gidildi. Cevap vermeye tenezzül bile etmediler. Göstermelik olarak sadece 4 dilde yayın yapıyorlar. Geçenlerde Erdoğan Almanya’da ‘Diller üzerinde yasak asimilasyondur, asimilasyonsa bir insanlık suçudur’ dedi, hayretler içinde kaldım. Bunu söylemek için sizin de bir çabanız olmalı. Enstitüler, vakıflar çeşitli anadillerin eğitimini vermeli. İngilizce, Fransızca, Almanca eğitimi var ama bu coğrafyanın dillerinin eğitimi yok."
“Önemli çalışmalar var”
Sapan tüm bu sorunlara karşın özellikle son on yılda Laz dili ve kültürüyle ilgili önemli çalışmalar yapıldığını söylüyor, bir umut kapısı aralıyor:
“Lazca sözlük ve gramer kitabı, masal ve tarih kitapları yayınladı. İnternet siteleri var. Laz müziği yapılıyor, dergi çıkarılıyor. 2 Mart’ta Laz Kültür Derneği’nin açılışını yapacağız. Yetersiz de olsa insanlar kendi çabalarıyla bu kaynaklardan faydalanarak bir şeyler öğrenebilir, Lazca’nın emekçileriyle iletişime geçebilir.”
Lazlar kimdir?
Yazıyı Lazlarla ilgili bir galatımeşhur konusunda uyarıyla bitirmeyi faydalı görüyorum: Laz, Karadenizlilere verilen isimlerden biri değildir. Lazlar kendi dili ve kültürü olan, Anadolu’nun kuzeydoğusu ile Gürcistan ve Abhazya’nın Karadeniz kıyılarında yaşayan Güneybatı Kafkasyalı ayrı bir kadim halktır.
Bölgedeki Roma hakimiyetine kadar Pagan olan Lazlar bu tarihten itibaren ağırlıklı olarak Ortodoks Hıristiyanlığı benimsediler. Müslümanlaşmaları ise 16. yüzyılı buldu.
Türkiye’deki geleneksel coğrafyaları Rize’nin Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin ve Fındıklı ilçeleriyle Artvin’in Hopa, Arhavi ve Borçka ilçelerinden oluşuyor. Öte yandan Lazlar göçlerle Türkiye’nin hemen her köşesine dağılmış durumda. Milliyet’in 2007’de Tarhan Erdem yönetiminde KONDA’ya yaptırdığı bir araştırmaya göre Türkiye’de kendini Laz olarak tanımlayan 220 bin civarından insan yaşıyor. (KM/TK)